12 Şubat 2012

Sadık sevgilimiz pop müzik

Yıllar içinde kelimeler tutunduğu yerlerden düştü ve günümüzde sadece “müzik”le baş başa kalabildik. Güncel yaşantımızın güncel müziğiyle.

Hatırlıyorum da, beş-altı yaşlarımdayken radyodaki spikerin “Şimdi Türkçe sözlü hafif Batı müziği” anonsu merakımı uyandırırdı. Müziğin ağırlığını ölçmek nasıl bir şeydi?

Yıllar içinde kelimeler tutunduğu yerlerden düştü ve günümüzde sadece “müzik”le baş başa kalabildik. Güncel yaşantımızın güncel müziğiyle.

Genellikle eleştiri altında kalan pop müziğimiz yıllar içinde hangi toplumsal maceraları atlattığımızı yansıtan en temiz ayna oldu. 1970’li yıllara kadar devlet politikasıyla yönlendirilmeye çalışılan kültürümüz,  radyo ve televizyonda saltanatını sürdürmeye devam ederken sokaktaki insanlar 1963 Anayasası’yla ilk kez bu kadar geniş bir ifade özgürlüğüne sahip olmuş ve yüzyıllık cerahat akmaya başlamıştı.

Arabesk, hayatını devlete rağmen iyileştirmeye çalışıp her seferinde aldatılan, fakir bırakılan, haksızlığa uğrayanların dışavurumu oldu. Devlete sövmek idama kadar gidebileceği için kader ve sevgili üstünden isyan edildi. Ülkemiz 1970’lerde terör, ambargo, fakirlik, göç ve savaş çalkantıları içindeyken devlet radyo ve televizyonu “Boşvermişim Arkadaş” şarkısını hafif müzik kuşağında yayınlardı. Sanki insanlar, halk boşverecekmis gibi!

  

Şartlar daha da ağırlaşıp söylemler sevgiliden açıkça devlete yöneldiği günlerin ardından bir eylül sabahı Hasan Mutlucan, “Yine de Şahlanıyor”  türküsüyle devletimizin gücü ve iktidarı yeniden ele aldığını müjdeledi. Devlete söven sanatçılarımız vatandaşlıktan çıkarıldı, hapsi boyladı, işsiz kaldılar. Dört kişinin bir arada yürümesinin örgüt eylemi sayıldığı 1980’lerin ilk yarısı, tek başına müzik yapan piyanist şantörlerin zirve yıllarıydı. Sevdiği tarafından terk edilen, aldatılan ama buna isyan etmeyip kaderine razı olanların sesiydi piyanist şantörler.

12 Eylül sonrası huzur ve güven ortamı söylemi o zamanlar devlet katlarında çok tutmuştu. Bu huzur ortamı şarkılarını mırıldanır gibi söyleyen “küçük”ler döneminin en verimli zamanlarıydı. Küçük Emrah, Küçük Ceylan, Küçük Onur ve nicesi. Üstelik dinleyici kitlesi 30 yaş üstü olan bu “küçük”ler bir türlü büyümüyordu.

Anavatan Partisi iktidarıyla beraber ülkemiz affedildi sanki. Artık sevgililer aldatmıyor, kendine hayran bıraktırıyor, sürgündeki sanatçılarımızı devlet yeniden bağrına basıyordu. Arada sırada fazla ileri giden Grup Yorum gibi sanatçılar içeri atılsalar da, devlet affedici ve şefkatli sevgili rolüne iyi adapte olmuştu.

1990’lara geldiğimizde ülkemizde bir ilk gerçekleşti. Dördüncü erk sayılan medya kavramıyla tanıştık. Özel radyolar özgürce müzik çalarken, özel televizyonlar video klip yayınlarına başladı. Türkiye ilk defa gerçek ve denetimsiz pop müzikle tanıştı. Kendi aynasını buldu. 20’li yaşlardaki yeni starlarımız önce ne diyeceğini bilemeden,  50 yaş söylemli şarkılar icra ettiler, ardından statükoyu “kıl” ettiler. Arabeskten sonra bir kez daha sokak kendi müziğini ve söylemini ortaya koydu. Gençlik kendini ifade etmenin coşkusuyla “eller havaya” derken, davullar Güneydoğu’da çatışmalardaki  havan toplarıyla eşdeğer gürültüde vuruyordu kafamıza kafamıza.

Artık “Hafif Muzik” terimini hatırlayan kalmadı. Pop müzik olabildiğince ağırlığıyla güncel hayatımızın merkezine oturdu. Onca eleştiriye rağmen toplumsal ruh halimizi yansıtma görevini sadık bir sevgili gibi yerine getiriyor.