14 Ağustos 2017

Şişli'de bir apartıman

Murat Uyurkulak: İnsanın içinden tek bir cümle daha kurmak gelmiyor, hele süslü laflar etmek, hiç gelmiyor

Murat Uyurkulak

On yıl önce, bir Aralık günü taşındım bu apartmana. Şişli’nin Kurtuluş semtinde. Bilen bilir, gelen görür, Kurtuluş eski kozmopolit İstanbul’un yorgun ve silik sureti gibi: Ermeniler, Rumlar, artık Suriyeli sığınmacılar, Afrikalı göçmenler, Kafkas ve Slav memleketlerinden kopup gelmiş kaçak işçiler...

Öyle işte, taşındım on yıl önce. Apartman eski, en az elli yıllık, altyapısı netameli. Ne zaman şöyle esaslı bir yağmur yağsa, balkondan alt kata su sızarmış meğer. Yağdı da yağdı mübarek. Ertesi gün zil çaldı, gidip açtım kapıyı. Yaşlıca bir hanımefendi duruyordu karşımda. Tam karşımda değil ama, dört-beş metre uzağımda, kendine göre emniyetli bir mesafede, yüzünde gergin bir ifade, yaklaşmıyordu, alenen korkuyordu... Sızıntı meselesini söylemeye gelmiş. Söyledi. Konuşmasından hemen anladım, Ermeni’ydi. Derhal ilgileneceğim, dedim, teşekkür edip indi aşağı.

Korkulan bir komşu olmak fena, tuhaf, insanın canını yakıyor, bir yanın tekinsiz bir boşlukta acı acı sızlıyor sanki. Mazisi derinlere uzanan o korku dolu dört-beş metrenin kapanması yıllar aldı. Bazen aidat meselesinden çıktı yukarı hanımefendi, bazen gürültü sebebiyle, bazen evde olmadığımdan ona teslim edilen bir kargoyu vermek için... Yavaş yavaş azaldı mesafe, adım adım yaklaştı, yüzü güler oldu. En son referandumda sandık görevlisiydim, paskalyaya denk düşmüştü, baktım yan sandıkta oy kullanmaya gelmiş bir akrabasıyla beraber, koştum gittim, elini öptüm, bayramını kutladım, pek hoşuna gitti. Galiba aramızdaki son santim de öyle buharlaştı...

Yeni ev demek, zile isim yazmak demektir ya, ben de yazdım. Kurtuluş’a taşınan tanışlar oldu zaman içinde. Semtteki apartmanlara arkadaş ziyaretlerine gider oldum. Bir müddet sonra, apartman girişlerindeki zil panolarının ekseriyetle isimsiz olduğunu ya da etiketlerde genellikle sadece Müslüman ve Türk isimlerinin yazdığını fark ettim. “Bazı komşularımız” tanınmak, bilinmek, bulunmak istemiyordu belli ki. O etiketlerin boşluğunda, aslında ıstırap dolu koskoca bir tarih yazılıydı. Bizim apartmanın girişinde de ismi yazılı olan bir tek bendim. Bir müddet sonra o “teklik” rahatsız etmeye başladı beni. Sebebini tam kestiremiyorum, ama batıyordu işte. Bir gece indim aşağı, etiketi çıkardım, buruşturup attım. Şimdilerde, düşmanlıktan beslenen iktidarın memlekete yaydığı zehirli atmosferi gördükçe, isabet olmuş diyorum.

 On yıl boyu dolup taşan posta kutuları gördüm apartmanda. Zarflar deste deste yığılır, sonra görünmez birileri, gizemli bir el, kimseye fark ettirmeden gelip toplardı hepsini. Üzerlerinde her daim Ermeni veya Rum isimleri yazılı olurdu. Artık sahibi olmayan adresler, çoktan terk edilmiş hayatlar, memleket tarihinin özeti gibi... 

Karşı dairede yıllarca pek hoş, epey yakışıklı, otuzlu yaşlarında bir bekâr oturdu. Akademisyendi sanırım. Hiç komşuluk yapmadık, tanımadım, bilmedim, ama dinlediği müziklerden, posta kutusuna gelen yayınlardan, halinden tavrından anladığım kadarıyla, büyük ihtimal KHKzede olmuştur o da. Neyse efendim işte, bir gün, olmayan komşuluğumuz icabı vedayı da ihmal etmeden taşındı yakışıklı beyefendi. Sonrasında karşı daire, kederli bir sirkülasyonun odağı haline geldi. Üç aydan fazla oturan olmadı, gelen gitti, giden gelmedi. Gözümün önünde, Suriyeli sığınmacılardan, siyahi göçmenlerden, kaçak işçilerden müteşekkil, ağır bir yurtsuzluk ve yoksulluk hikâyesi yazıldı yavaş yavaş.

Ve bunun sebebi varmış meğer, sonradan anladım. Bir gün, komşulardan biri kapıya geldi. Apartman sakinlerinden imza topluyorlarmış. Neymiş efendim, dairelerden birine Afrikalılar taşınmış, büyük bir kalabalık halinde yaşıyorlarmış, eve giren çıkan belli değilmiş. İmza vermeyeceğimi söyleyince çok şaşırdı, nasıldı yani, iş güç sahibi muteber bir beyefendi sıfatıyla, güvenli ve rahat bir hayat yaşamak istemez miydim? Bir güvenlik tehdidi görmediğimi, rahatsızlık duymadığımı, herhangi bir şikâyetim olmadığını anlattım, kapattım kapıyı. Yeterli imza toplanamadığından olsa gerek, caydırma taktikleri başladı sonrasında. On ikiden sonra asansörü kapatmalar, polis çağırmalar, kötü kötü bakmalar, laf atmalar... Beni çileden çıkaran asansör meselesi oldu. İçen insanım neticede, hem içki hem sigara, bolca... Bir gece Beyoğlu’ndan geç vakit kafa dumanlı dönüp asansörün çalışmadığını görünce bas bas bağırmaya başladım. Bu içkiden ağırlamış cüsseyle, bu sigarayla dağlanmış ciğerle nasıl çıkacaktım ben yedi kat merdiveni? Kimse karşılık vermedi, yazardır, delidir, bulaşmayalım dediler ihtimal... Sonuç mu? Siyahi komşular caydı, birkaç hafta sonra sessiz sedasız terk eylediler apartmanı...

Apartmanın önünde, yanında iki küçük çocuğuyla dilenen Suriyeli kadının karşısına dikilip, parmağını sallaya sallaya, “Sizi kim buraya getirdiyse gidip ondan para iste!” diye bağıran şahsı da anlatmak var... Veya son duraktan bindiğimiz otobüste gayet normal tonda konuşan iki siyahi kadına, “Haddinizi bilin, sessiz olun!” diye çemkiren şahsı da... Ya da dükkânını Suriyeli iki hamala nasıl sudan ucuza taşıttığını, yüzünde tahammülfersa bir sırıtışla, ballandıra ballandıra anlatan şahsı da... Ama burada bitsin bu zulüm. İnsanın içinden tek bir cümle daha kurmak gelmiyor, hele süslü laflar etmek, hiç gelmiyor.

Kolumdan kalın sopaları kapıp semt komşusunu dövmek için yollara dökülenler... Sokağından geçen on dokuz yaşındaki çocuğu kıstırıp döve döve öldürenler... Hamile bir kadını, küçük çocuğuyla birlikte............... devamını yazamıyor bile insan!

Velhasıl, ortak hafızasında gezinip duran kara kalpli hayaletin gözünün içine bir kez olsun bakmayı denememiş; komşusuna reva gördüğü yağmanın, tecavüzün, ölümün özrünü hiç dilememiş, kefaretini hiç ödememiş olanlar...

İyi bir komşu? İnşallah!

İyi bir komşu her pazartesi T24'te

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 15. İstanbul Bienali, “iyi bir komşu” başlığını taşıyor. 

Mahallelerin ve ev içi yaşantılarının dünyanın her yerinde geçirdiği köklü değişimler, bir arada var olma şekillerimizin uğradığı değişimleri konuşmayı da zorunlu kılıyor. “iyi bir komşu”nun kim olduğu, aynı zamanda kendimizin “iyi bir komşu” olup olmadığı sorusunu soran İstanbul Bienali, T24 işbirliğiyle internet ortamında bir sohbet başlatıyor.

Bienal başlayana dek her pazartesi sürpriz bir yazar, sanatçı, akademisyen, mimar, psikanalist veya gazeteci T24’te “iyi bir komşu” hakkında yazıyor.

15. İstanbul Bienali

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 1987 yılından bu yana düzenlediği İstanbul Bienali’nin 15'incisi, 16 Eylül-12 Kasım tarihleri arasında sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde, “iyi bir komşu” başlığıyla gerçekleştirilecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenecek ve iki ay boyunca ücretsiz olarak gezilebilecek 15. İstanbul Bienali’nde, birbirine komşu mekânlarda yer alacak serginin yanı sıra bir dizi performans ve konuşma da düzenlenecek.

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kutsal çarşamba

Hepimizi “bir” kılan şeyin yalan bir resmi tarih olduğunu anlamam için epey bir yaş almam gerekti

Korku ruhu kemirir

"İyi bir komşu korkmadığınız bir yabancı mıdır?"

Bizimkiler’de işler her zaman yoluna girer

Bizimkiler’de pahalı tatiller, havalı arabalar, uğruna ölünesi aşklar yok belki ama...