02 Mayıs 2024

Artık ne istediğini açıkça söylemeli

Cumhurbaşkanı'nı seçtik ve memleketi düzgünce yönetsin, haklarımızı korusun diye emrine ne istediyse verdik... Ve şimdi o da elinde bunca imkân varken çıkmış, "1 Mayıs'ı propaganda aracına dönüştürmek isteyen terör örgütlerine istismar zemini hazırlanmamalıdır" diyor. Terör örgütlerinin faaliyetlerini önleyebilmesi için bütün bir kenti evine hapsetmesi gerekiyormuş demek ki!

İstanbul'daki 1 Mayıs'ta 210 kişi gözaltına alındı (Fotoğraf: AA)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'daki 1 Mayıs yasaklarını izah derken "Taksim Meydanı'nın mitinge uygun olmadığı herkesin malumu" dedi.

Bir meydanın miting alanına uygun olup olmadığına karar vermek "askeri rejim Anayasası'na göre bile" Cumhurbaşkanı'nın yetkisinde değil.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi konuyla ilgili verdiği kararda, Taksim Meydanı'nın yasaklanmasının "düşüncenin de sınırlandırılmasına neden olduğunu" vurguluyor.

İdare, kanun dışına çıkmayan gösteri yürüyüşü ve mitingleri yasaklayamaz.

Zaten görevi de vatandaşların Anayasa'nın güvencesi altında olan haklarını serbestçe kullanabilmelerini sağlamaktır.

Cumhurbaşkanı'nı seçtik ve emrine ne istediyse verdik.

Dev uçaklar, makam otomobilleri, yüklü bir maaş, şahane bir Saray, yazı geçirsin diye bir saray daha, Malazgirt'e giderse otellerde sürünmesin diye bir saray daha, sayısı belirsiz danışmanlar, onlara yüklü maaşlar, makam otomobilleri, korumalar vs.

Ayrıca devletin polisi, jandarması, askeri de emrinde. İstihbarat ihtiyacını karşılasın diye bölgenin en büyük istihbarat kuruluşlarından biri de emrinde.

Bütün bunları emrine niye verdik?

Memleketi düzgünce yönetsin, haklarımızı korusun diye.

Ve şimdi o da elinde bunca imkân varken çıkmış, "1 Mayıs'ı propaganda aracına dönüştürmek isteyen terör örgütlerine istismar zemini hazırlanmamalıdır" diyor.

Terör örgütlerinin faaliyetlerini önleyebilmesi için bütün bir kenti evine hapsetmesi gerekiyormuş demek ki!

Bu durumda görevini yerine getirmemiş, vatandaşların haklarını kullanmalarını sağlayamamış oluyor. Çünkü artık bunlar her kimlerse terör örgütlerini engelleyemiyor.

Ya da vatandaşların haklarını kullanmalarından hoşlanmıyor, terör örgütleri diye hayali düşmanlar icat ediyor.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlarının haklarını elindeki bu kadar güçle koruyamıyorsa, kusura bakmasın ama Taksim'e çıkmayı yasaklamak için ileri sürdüğü tehdit hayal gücünün ürünü gibi görünüyor.

Öte yandan sadece Taksim'e çıkmak isteyenlerin haklarını kullanmayı da engellemekle kalmıyor, yine aynı gerekçeyle İstanbulluların seyahat etme haklarını kullanmalarını da engelliyor. Serbest ticaret yapma hakkı da zarar gören haklarımızdan biri.

İstanbul Barosu, gönüllü avukatlardan bir büro kurup sadece bu konudaki davaları takip etmek üzere harekete geçmeli.

Vali bir karar alıp beni evime hangi hakla hapsedebiliyor, ulaşım ve seyahat hakkımı nasıl kısıtlıyor, bunun hesabını vermeli.

Vali kapatılan yollardaki esnafın ticaret yapma hakkını engellemeyi kendine hak görüyorsa, bunun bedelini de ödemeli.

Erdoğan da artık ne olmak istediğine karar vermeli: Demokratik bir cumhuriyetin yöneticisi mi olacak yoksa vatandaşlarının haklarını keyfi kararlarıyla sınırlayan bir otokrat mı?

* * *

Araba sevdası

Elinde kılıçla cami minberine çıkan bir din adamından söz ediyoruz; bütün dünya İslamofobi'den söz ederken yapıyor bunu... Bilgi de yok bilgelik de. Bu durumda Ali Erbaş ne yapsın? Ciddiye alınmak istiyor, herkes onun gücüne hayran olsun istiyor ve elinde kalan tek seçenek ultra lüks Audi A8!

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Ayasofya'da

Diyanet İşleri Başkanı'nın "şehir dışı programları için" kiraladığı "ultra lüks" otomobil, çok tepki çekti.

Takip edebildiğim kadarıyla yandaş medyada bile bu kararı savunabilen yok.

Onun için iş başa düşmüş bulunuyor, bari Diyanet İşleri Başkanı'nın ultra lüks otomobillere binme hakkını ben savunayım dedim.

Normal olarak bu tür makamlarda bulunanlar mütevazı olurlar. Hadi olurlar demeyeyim, bizde pek örneği yok çünkü, olmalılar diyeyim.

Tevazunun kaynağı görmüş geçirmiş olmalarıdır. Bilgileriyle, hâl ve tavırlarıyla topluma bilge insan mesajı vermeye gayret ederler.

Diyanet İşleri Başkanı ne yazık ki böyle bir olanağa sahip değil.

Ortaya çıktı ki özgeçmişi bile doğru bilgiler içermiyor; Arapça bildiğini iddia etmesinden söz ediyorum.

Ben Arapça bilmem, ancak Serbestiyet'te Bülent Şahin Erdeğer şöyle yazdı:

"Özgeçmişinde iyi derecede Arapça bildiği yazan, ilahiyat profesörü Ali Erbaş'a sorulan soru ammice değil standart Arapça yani fusha idi. Soruyu temel Arapça eğitimi alan birinin anlamaması mümkün değil. Ayrıca muhabir soruyu iki kez tekrarladı ve sorunun yarısı zaten Selahaddin-i Eyyubi ve Abdulkadir Geylani'yi içeren özel isimlerden ibaretti. Bu derece basit seviyede ve açıklıkta bir soru için tercüman istemesi Arapça anlama ve konuşmada Erbaş'ın yetersizliğini gösteriyor."

Görmüş geçirmiş de diyemiyoruz, hadi "görgüsüz" de demeyeyim ama verdiği izlenim öyle yalamış, yutmuş insan izlenimi değil.

Bilgelik desen eksilerde!

Elinde kılıçla cami minberine çıkan bir din adamından söz ediyoruz; bütün dünya İslamofobi'den söz ederken yapıyor bunu.

Bu durumda Ali Erbaş ne yapsın?

Ciddiye alınmak istiyor, herkes onun gücüne hayran olsun istiyor ve elinde kalan tek seçenek ultra lüks Audi A8!

A8 denildiğinde "5,2 X 7,4 cm." ölçülerinde bir kâğıt aklınıza geliyorsa fakirsiniz demektir, sizi kimse ciddiye almaz.

Ama A8 denilince otomobil anlıyorsanız, tamam, sizi herkes ciddiye alacaktır.

Nitekim Erbaş'ı bir "yerli ve milli TOGG"da düşünemiyorum.

TOGG'dan inen bir din adamını kim ciddiye alır ki?

Bilgi de yok, bilgelik de yok, bari makam aracı parıltılı olsun.

Onun için Ali Erbaş'a A8 alınmasını destekliyorum. Sadece şehir dışı faaliyetleri için değil, şehir içi için de bir tane alınsın.

Biri beyaz, diğeri siyah olursa ve jantları da altın yaldız olursa daha da iyi!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhurbaşkanı Erdoğan gözünü dört açmalı

Otoriter liderler için en büyük tehlike her zaman "Saray'ın içindedir"! Bakalım, bu iktidar mücadelesinden kim galip çıkacak. Hislerim Süleyman Soylu ve ekibinin bu stratejik hamleyle bir adım öne çıktığını söylüyor

Çürümenin vardığı yer

Devletin kurumlarının ne hale geldiğini görüyor musunuz? Suç örgütleri, polisin içinde neredeyse cirit atıyor. Polisler tarikatlarına bağlılık derecesine göre terfi ediyor, akıl almayacak paralar havada uçuşuyor. Öte yandan savcılar katilleri koruyor, siyasal bir cinayetin derinlemesine araştırılmasının önüne geçiliyor

“Sivil siyaset” daha ne yapsın?

Takılmış plak gibi hep aynı şeyi çalıyor: Sivil Anayasa, sivil Anayasa! Mevcut olanın neresini “askeri” buluyor, onu söylemiyor. Aslına bakarsanız tek bir derdi var: Bugünkü tek adam rejimini kalıcı hale getirebilmek!