30 Ağustos 2016

Abdülhamit Hastanesi

Girişiminin ertesi gününde “Taksim’e kışlayı da yapacağız” demekten kendini alıkoymayan ruh halinin tezahürleri.

Bütün Osmanlı padişahları arasında Abdülhamid kadar “tartışmalı” olan yoktur. Kimse II. Ahmed'in kararlarını ya da III. Osman’ın verdiği kararların isabetini tartışmak istemez. Abdülhamid’lerin birincisi de, tartışmaya değer bir konu sayılmaz. Ama “ikinci” deyince kaşlar çatılır, çeneler kısılır. Hemen hava ısınır. 

Böyle değildi. Osmanlı toplumu Türk milletine dönüştüğünde “Abdülhamid” denince birden fazla ses çıkmazdı. Abdülhamid kötü bir adamdı, kötü bir padişahtı, nokta. Ama “Türk milleti”ne dönüşmeden önce de Abdülhamid imgesi, Abdülhamid adı, hoş şeyler değildi. Öldüğü zaman “gitti” diye yas tutan pek olmamıştı. Cumhuriyet öncesinde Abdülhamid’e “pozitif” bir değer verilmesini sağlayanlar, İttihatçılar olmuştu. Onu tahtından indirip herkese umut saçtıktan sonra öyle bir performans koydular ki ortaya, Abdülhamid’den hayatı boyunca nefret etmiş insanlar 1918’de öldüğünde cenaze törenine koşup gözyaşı döktüler.

Cumhuriyet’in “millet”e verdiği ders içinde “Osmanlı” adının yanında herhangi bir olumlu sıfat yer alamazdı. Osmanlı kötüydü. Ama Abdülhamid üç kere dört kere kötüydü. Neden? Çünkü şimdi bu Cumhuriyet’in kuruluşu uğraşında yer alan hemen hemen herkes onun baskıcı rejimi altında, onun baskı örgüt ve aygıtlarının namlusu önünde yetişmişti (onlar da, babaları da). Dolayısıyla yakın zamanlara kadar Abdülhamid hakkında, kamusal mekânda, olumlu söz söylemek yakışık almayacak bir davranıştı - tavsiye edilmezdi. Gereğinde (yerine göre) tehlikeli bile olabilirdi. 

Bu, tarihî nesnellik çerçevesinde doğru bir değerlendirme miydi? Tarihe bakışta “nesnellik” kolay bulunur bir şey değildir; hiç olmamıştır. Ama bir yandan da, aranan ve istenen bir şeydir. Benim nesnellik ölçütlerime göre Cumhuriyet’in Abdülhamid düşmanlığı abartılmış bir ideolojidir. Adam bir iblis filan değildir. İçinde varolduğu çok beter koşullar çerçevesinde değerlendirildiğinde, “Doğru yapmış” denecek şeyler olduğu gibi, “Ne yapabilirdi ki?” denecek daha fazla şey vardır. Aptal bir adam kesinlikle değildir. Kurduğu “istibdat” rejiminde tahmin edileceği kadar fazla insan hayatından sorumlu olmamıştır. Birçok kişisel meziyeti de gösterilebilir.

Bence böyledir de, bunların üstüne bir “ulusal kahraman” mıdır? Aslında bu sıfat çok az insana hayatı esnasında yakıştırılır. Çoğu “ulusal kahraman” bu sıfatı öldükten sonra kazanmıştır. Abdülhamid ne yaşarken ne de öldükten sonra “ulusal kahraman” ilân edilecek bir şey yapmadı.

Abdülhamid’ten bir kahraman çıkarma fikri Necip Fazıl’ın fikridir. “Süper Mürşit”in birçok fikri gibi bu da sağlam ve nesnel bir temele oturmaz; entellektüel bir muhakeme ve bir muhasebe sonucunda varılmış bir vargı değildir. Necip Fazıl zaten böyle süreçlerin adamı değildi. Gerçek gökyüzünde hava açık, güneş parlıyor olabilir; Necip Fazıl’ın göğünde her zaman stratus bulutları dolaşır, şimşek çakar, yağmur yağar. Bu Kemalistler Abdülhamid’in “kötü adam” olduğunu mu söylüyorlar? O halde Abdülhamid iyi adamdır. Hem öyle “iyi adamdır” falan yetmez; “çok iyi adam”dır, onun gibi iyi adam görülmemiştir. O “ulu Hakan’dır” vb.

Çok mu Müslümandı Abdülhamid? Yoo! Bir kere muhafazakâr Osmanlı padişahı. “Ateist” olacak hali yok. Ama konyağını içer, başka “alafrangalıklar” yapar (bu şimdiki İslâmcı “lider”lerimizin hoşuna gitmeyecek şeyler) bir adamdı. Siyasette güttüğü İslâmcılık tamamen jeo-politik temellere dayanıyordu: “İmparatorluktan kalanı belki İslâm fikriyle ayakta tutarım” umudu (Boşnaklar, Müslüman Arnavutlar, Torbeşler, Pomaklar ve Balkan Türkleri ile bir “set” çekebilme) söz konusuydu. Bir yandan da, başlıca tehlikeyi yaratan Britanya, Fransa ve Rusya’nın Müslüman uyruklarını Müslümanların halifesi olarak ayaklandırma tehdidiyle bu ülkeleri nötralize etme stratejisi. Bunlar akılsızca tedbirler olmayabilir ama Abdülhamid’i de bir “mücahit” yapmaz. 

Onun için, şimdi gazetede okuduğumuz askerî hastaneye Abdülhamid’in adını verme kararının esbab-ı mucibesini anlamak zor.

Tayyip Erdoğan’ın Necip Fazıl’daki o kavgacı ruhu paylaştığı birçok davranışından belli oluyor. Ayrıca, Necip Fazıl’dan öte, Abdülhamid’in kendisiyle paylaştığı özellikler de var muhtemelen. Gene de, insan bu karara şaşırmadan edemiyor.

Gereksiz yere provokatif bir davranış değil mi, kırk yıldır belirli bir adla tanınan hastaneye şimdi “Abdülhamid” adını vermek - Bezmîâlem Valide Sultan’ın yaptırdığı hastaneyi “Bezmîâlem” değil de “gureba” adıyla anmaya alışmış bir toplumda?

Ama darbe girişimi sonrası tutturulmuş siyaset bu. Girişiminin ertesi gününde “Taksim’e kışlayı da yapacağız” demekten kendini alıkoyamayan ruh halinin tezahürleri.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Üç güne kadar seçim

Büyük kentlerin siyasi tercihlerinin uzun vadede belirleyici rol oynama potansiyelinin yüksek olduğunu biliyoruz

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek