06 Eylül 2018

Amerika ve biz

Amerika ile ilişkilerin nasıl devam ettirileceği konusu önemlidir ve sorunun cevabı da, herhalde “Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi” değildir

Cumhurbaşkanı bir süreden beridir Amerika’yla Türkiye’nin arasını açma konusunda kararlı bir tutum sürdürüyor. Brunson adı çevresinde bu gerilim iyice büyüdü; ancak ben Cumhurbaşkanı’nın gerekçesinin benden farklı olduğu kanısındayım. Konunun başlangıcı, şüphesiz, Cumhurbaşkanı’nın Batı’dan, Hristiyanlık’tan v.b. hiç hoşlanmamasına kadar da götürülebilir, ama ben bu kadar dallandırıp budaklandırmamayayım. Sanırım Zarrab ve Halk Bankası konularında Amerika’nın Erdoğan’ın hoşnut kalacağı bir yol izlemeyeceğinin anlaşılması işin kilit noktası. “Amerika’nın söyleyeceği, yapacağı her şey bize beslediği düşmanlıktandır! Amerika’nın dediğine inanmayın, ey ahali! Ey ümmet-i Müslimin, Amerika başarımızı kıskanıyor! Bize karşı komplo kuruyor v.b. v.b.

Zaten bu Zarrab olayının kendisi de Türkiye’nin Amerika için tabu sayılacak işler yapmasının örneği.

İktidarı eleştirecek seslerin olabildiğine kısıldığı bu dönemde muhalefetten bazıları Amerika’yla kavga çıkarma politikasını yermiş olmalı ki, sesini iktidara göre akort etmiş kalemlerden belirli bir terane işitilir oldu: “Solda geçinen birileri sırf ‘Tayyip düşmanlığı’ndan, Amerika’yı destekler oldu.”

Buradan bu adamların artık alışık olduğumuz zıplamalarını yaparak, “Zaten bu ‘solcular’ başından beri Amerika’nın ‘gizli’ ajanlarıydı” noktasına gelmeleri de çok şaşırtıcı olmuyor.

Böylece, camiden çıkıp Altıncı Filo’yu protesto edenlere saldırmanın, adam öldürmenin sorumluluğundan da kurtulmuş oluyorlar. Nasıl kurtulduklarını anlamıyorum ama hal, tavır bu. Emperyalizme ve tabii Amerika’ya karşı aslanlar gibi savaşan bir Tayyip Erdoğan var bir de Amerika’nın görüşünden başka bir ufku olmayan, onun egemenliğini tartışmayan “solcular.”

George W. Bush’un kötü sonuçları bugünlerde de sürüp giden Irak harekâtını o zaman destekleyen ve Türkiye’nin de ABD’nin yanında müdahale etmesini isteyen, Tayyip Erdoğan’dı. Bir kısım AKP’linin oy vermemesiyle (o tarihlerde AKP bir hayli farklıydı) Türkiye bu rezilliğe karışmaktan kurtuldu ve gene Tayyip Erdoğan, o AKP’lilerin bu davranışından hiç mutlu olmadı.

Amerika’yla ilgili kendi görüşümü kısaca özetleyeyim. Kendi hayatım boyunca Rebuplican Party’den gelen hiçbir Amerikan başkanına yakınlık duymadığımı görüyorum. Bunlar sırasıyla, Eisenhower, Nixon (ve sonra Ford –en etkisizi, en zararsızı-) Reagan, Bush ve Bush ve nihayet Trump.  Hiçbiri hakkında söylenecek olumlu bir şey bulamıyorum ama sanki kötüden daha kötüye ve en kötüye doğru bir gidiş var. Demokratlar hakkında tavrım bu kadar kesin ya da net olmuyor: Kennedy ve Johnson, Carter, Clinton ve Obama. Her biri hakkında yığınla eleştiri yapmak mümkün, ama hepsinin olumlu işleri ve yanları da var.

Dünyada bir “hegemon devlet”   olmasından yana değilim; buna yaklaşmaya çalışan devletlere de özellikle karşıyım. Bu çerçevede elbette her zaman Amerikan politikalarına şüpheyle baktım ama Sovyetler Birliği’ne veya şimdi Çin’e de sempati duymuyorum. Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana Amerika özellikle Demokrat başkanlar seçtiğinde siyasetin dümeni medeni insanların eline geçiyor ve ben buna önem veriyorum. Yani kısacası, “bir ülkeden yana” ya da “bir ülkeye karşı” olmak saçma bir şey. İnsan birtakım ilkelerden yana olur. Birtakım uygulamalara karşı olur v.b. toptan yana, toptan karşı tavır almak doğru bir davranış değildir.

Türkiye’nin ABD ile ilişkilerine gelince, bu durum değişmiyor.

Türkiye’nin eskiden olduğu gibi (Erdoğan bunu işaret ederken haklı) her olay ve konjonktürde şaşmaz biçimde Amerika’nın yanında durması yanlıştır  ve olmamalıdır. Ama neye dayandığı belirsiz bir “Amerika bize düşman” atmosferi yaratıp bu gerginliği yaratmak da onun kadar yanlış. Kara para aklama iddiası var. Doğruysa yapılan iş yanlış demektir. Öbür tarafta Brunson’ın ‘FETÖ’cülerle kumpas kurup darbe yaptırdığı iddiasının da iler tutar bir yanı yok. “Fethullah’ı iade etmiyorlar” diyorsunuz. “Çuvalla kanıt gönderdik” diyorsunuz. Sizin “kanıt” dediklerinizle medeni dünyanın “kanıt”tan anladığı şeyin büsbütün farklı olduğu bu ülkede Osman Kavala, Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne, Ahmet Turan Alkan, Ahmet Şık ve adlarını yazamadığım için özür dilediğim daha yüzlerce kişiden belli. Amerika’nın Fethullah Gülen’e dostça baktığı belli, demek ki ondan olumlu şeyler bekliyor. Sizin de 2013’e kadar beklediğiniz gibi. Bir sefer olmuş, siz fikrinizi değiştirmişsiniz. Amerika değiştirmemiş. Siz değiştirdiniz diye o da değiştirmek zorunda değil.

Amerika’nın dünyada duruş hiç şüphesiz “hegemonik”tir. Ama bu Amerika’nın yaptığı her şeyin yanlış olduğu anlamına gelmez. Dünyanın bütün ülkeleri gibi Amerika da bir erdemler ve kusurlar karışımıdır ama dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olduğu için bu karışımın sonuçları dünyadaki herkes için de önemli olmak durumundadır. Dolayısıyla da bu ilişkilerin nasıl devam ettirileceği konusu önemlidir ve sorunun cevabı da, herhalde “Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi” değildir.  

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı