23 Aralık 2017

Arkadan vuranlar ve vurulanlar

BAE Bakanı Fahrettin Paşa mesajıyla “Erdoğan’ın ecdadı” diye Kudüs konusunda bu tavırları alan Erdoğan’ı doğrudan doğruya konunun içine sokuyor

Kudüs’ün İsrail’e başkent olması kavgası tam gaz devam ederken şimdi bir de “Fahrettin Paşa” kavgası patlak verdi. Bunların birincisi bir şekilde bütün dünyayı ilgilendiriyor; ikincisi ise daha “mevzii” diyebiliriz: Türkiye ile Arap dünyasının bir kısmı arasında çıkan bir kavga. Ama Türkiye’den bakınca bu ikincinin ayaklandırdığı duyguların çok daha yoğun olduğu ve olacağı görülebiliyor.

Birleşik Arap Emirlikleri, üzerinde oturdukları petrol olmasa, bir “ülke” olması için imkân olmayacağı gibi, uzun boylu bir gerek de olmayan bir yer. Ama petrol var ve dolayısıyla BAE devleti de var. Devletten öte, Dubai gibi kentlerde petrol parasıyla dikilmiş, bana göre “sakalet” örneği yapılar, yapma adalar v.b. ile çeşitli İslam ülkelerinde bir “estetik zevk” örneği olabiliyor. Şimdiki “ecdat” kavgalarından sonra nasıl gelişir, bilemem ama, Türkiye’nin iktidar çevrelerinde de bir “Dubai zevki” olmadığı herhalde söylenemez.

Dışişleri Bakanı Fahrettin Paşa hakkında “hırsız” diyerek epey bir süre devam edeceğini tahmin ettiğim bir kavgayı başlatmış oldu. Peki, bunu niçin yapmış olabilir? Durup dururken böyle bir şey yapmaya niçin gerek duysun?

Herhalde görüldüğü kadar “durup dururken” değil. Benim kişisel kanım, bunun öbür kavga konusu olan Kudüs’le bir ilgisi olduğu yolunda. Trump’ın ortalığı birbirine katan açıklamasını yapmadan önce Suudi Arabistan’ın ve o kanalla BAE’nin rızasını aldığı tahmin  ediliyor ve söyleniyor. Bugünlerde, Birleşmiş Milletler’deki, gene Trump’ın tehditlerinin gölgesinde yapılan oylama öncesinde Bahreyn’den gelen açıklama ve tavır belirleme de ilginçti. Bahreyn her bakımdan BAE içinde olabilecek bir ülke.

Gelecekte kurulacak Filistin devletinin başkenti olabilmesi için şimdiden başkent olma konusunu desteklemek gerektiği söyleniyordu Bahreyn’in deklarasyonunda. Siyasette olur böyle şeyler (bana, mahut saldırının adının “Hayata Dönüş” olmasını hatırlatıyor.)

Müslüman dünyada Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması girişiminin karşısında en etkin tavır alan ülke ise Türkiye. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı girişime en üst perdeden karşı çıkarken bazı Arap ülkelerinin pısırık tavrını da eleştirdi. BAE Dışişleri Bakanı’nın sözlerinin doğrudan doğruya bunlarla ilgisi olduğunu düşünüyorum. “Erdoğan’ın ecdadı” diye Kudüs konusunda bu tavırları alan Erdoğan’ı doğrudan doğruya konunun içine sokuyor, sanırım “Neo-Osmanlı” tavrını eleştiriyor. Ama aslında, Kudüs’te ilk işaretlerini veren, İslâm dünyası içinde yeni bir bölünme ve cepheleşmenin kendine göre gereğini yerine getiriyor. Bu cepheleşmede Katar’ın da bir yeri olacağı belli.

Şimdi, “Benim ecdadım Medine’yi İngilizlere karşı (“Hristiyanlar” diye anlamalıyız) savunurken senin ecdadın neredeydi?” kavgasında BAE Dışişleri Bakanı simgesel bir anlamda “Erdoğan’ın ecdadı” diyor. Sahici, somut gerçeklere bakacak olursak, Erdoğan’dan çok daha önce, Erdoğan’ın OHAL ile yönetilen ülkesinde bir süreden beri hapiste olan Osman Kavala’nın “ecdadı” arasındadır Fahrettin Paşa. Bu, kendi başına ilginç bir ayrıntı ama asıl konumuz bu değil.

“Ecdad ve Birinci Dünya Savaşı’nda olanlar konuları bizi hemen Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap uyruklarının bu devletten ayrılma hikâyelerine getiriyor. Arapların ayrılma hikâyelerine gelince de, her şeyden önce, “Araplar bizi arkadan vurdu” sözüne dayanıyoruz.

Bu özellikler milliyetçilerin, ulusalcıların, Kemalist’lerin üzerinde tam bir konsensusa varageldiği bir cümledir. Hemen oracıkta durur, gerektiği zaman (sık sık da gerekir) durduğu yerden alınıp ortaya sürülür. Türkiye’de yalnız İslâmcı siyasi çizgi bu cümleyi kullanmaktan sakınırdı. Şimdi, “ecdatlar” kavgasıyla bu durum değişebilir. Nitekim, “Biz size söylemedik mi? Araplar’a bu kadar yüz verdiniz de ne oldu?” söyleminin ilk belirtileri hemen göründü.

BAE bakanının sözlerini fazla ciddiye almanın gereği yok bence. Araplar’ın “Türk dostu” olmadığı yeni bir bilgi değil. Bakanı ciddiye almama nedeni, bu sözü ne amaçla söylediğinin yorumundan ibaret değil; BAE gibi bir ülkenin yapısını, ideolojisini, siyasetini düşününce, oradan gelen bir yargının ilerici bir içerik taşımasının söz konusu olmadığını görebiliyoruz.

Gelgelelim, o kişinin bu sözleri üstüne saniye sektirmeden “Araplar bizi sırtımızdan hançerledi” söylemine sarılınması bizim kendi açımızdan çok kıvanç duyulacak bir şey değil.

Fahrettin Paşa bugün “Kutsal emanetler” diyerek Topkapı’da (veya bazı depolarda) tuttuğumuz nesneleri İstanbul’a gönderdi. Bunu yaptığı için bir gün birilerinin çıkıp kendisine “hırsız” diyeceği herhalde hiç aklına gelmezdi. O dönemde bir Osmanlı Paşası’nın olağan ve sağlıklı tepkisini gösterdi, o nesneleri güvenilir bir koruma altına aldı. Ama unutmamalı ki bu “güvenilir koruma”nın yeri İstanbul’du, Osmanlı payitahtıydı ve Fahrettin Paşa da Osmanlı devletinin parçasıydı. Emanetler’le birlikte bu Emanetler’in üzerindeki Osmanlı hakkını koruyordu.

Bugün Osmanlı yok, Türkiye var. Bu yeni dünyada bir Arap çıkıp “Bunlar niçin İstanbul’da?” diye düşünebilir, sorabilir. Çok farklı bir konu olsa da, bugün Türkiye’de birileri “Bergama niçin Berlin’de?” diye sormuyor mu?

Ama daha önemli olan konu, Arapların Osmanlı yönetiminde kalmak istememe haklarının olup olmadığı konusu. Biz Türkiye’de “bağımsızlık” konusunda uzun nutuklar atmaya her an hazırızdır. Bağımsızlık Türk’ün ruhunda vardır; bir an bağımlı yaşayamaz v.b. İyi de, Araplar da böyle şeyler isteyebilirler mi? İsteme hakları var mıdır? Cemal Paşa, Beyrut’ta ileri gelen Arapları asarken onların da kendilerine    “kurtuluş” planı yapmaları bu kadar kabul edilemez bir şey midir? Bu plan, bir “ihanet” midir?

Yoksa, biz İngilizlerle dövüşürken bize karşı dönmüş olmaları mıdır ihanetleri? Yani, Araplar bu savaşın sonunu beklemeli, ancak o zaman mı “Biz de bağımsızlık istiyoruz” demeliydi?

O koşullarda Osmanlı devleti güçlü olsaydı, “Hakkını var! Haydi buyurun. Görüşmek üzere” mi derdi? Güçsüz düşmüşse, Arapların o durumda ayrılık talebi gene “arkadan hançerlemek” olmaz mıydı?

Bizim toplumumuzda çok yaygın görülen, “Her durumda ben haklıyım” tavrı kaygı verici bir alışkanlık. Bunu yapmayan da yok gibi bir şey. Tarih boyunca çeşitli tezahürlerine tanık olduk (ama itiraz etmedik); şimdiki dönemde bu da ayyuka çıktı.                                                                                                                                                                               

Yazarın Diğer Yazıları

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek

İki cepheli mücadele

Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız