11 Temmuz 2017

Kısır döngü

İktidar kıpırdandıkça toplumda adalet ihtiyacı büyüyor, derinleşiyor. Böyle olmaya da devam edecek

Cumhurbaşkanı’nın “Allah’ın bir lütfu” sözüyle nitelediği 15 Temmuz girişiminden beri, birtakım gözaltı haberleri olmaksızın uyandığımız bir sabah olmadı herhalde. Gözaltılar, tutuklamalar gırla gidiyor; Nazlı Ilıcak darbecilikten, Ahmet Şık FETÖ’cülükten tutuklanabiliyor. İktidar “şaşırma” yeteneğimizi yok etti.

Bu tür muamelelere uğramış insanlardan bazılarını tanıyoruz – şahsen tanıyoruz. Dolayısıyla o insanlarla onlara yönelen suçlama arasındaki oransızlığı ve olayın anlamsızlığını anlayabiliyoruz. Ama yüz binlere varan sayılar söz konusu Bütün bu işten çıkarmaların, gözaltıların neye dayandığını bilmeye imkân yok. Bir bilen olduğunu da sanmıyorum. Derken, günün birinde, tanıdığım, yakından tanıdığım birinin başına bir iş geliyor. O zaman, tanımadığım o binlerce insana yönelen suçlamaların da nasıl bir temele oturduğuna dair bir fikir ediniyorsun.

İşte şu son Büyükada faslı. Bu insanların çoğunu hem de bayağı yakından tanıyoruz “Silahlı Örgüt” falan gibi laflar ediliyor. Toplantı odasına “Eller yukarı” diye bağırarak dalan polislerden söz ediliyor. Ama, dedim ya, insanoğlunun “şaşırma” duygusunu elinden alan bir rejimde yaşıyoruz. Zaten bütün bu OHAL ortamında çocukluğunda oynadığı “dogmacılık” oyunlarının devamını getiren bir havada davrananlardan geçilmiyor. “Bu da oldu” diye bakarken, Hamburg’dan Cumhurbaşkanı olaya karışıyor ve Büyükada’da toplantı basan polislerin davranışlarına gerekçe diye gösterdiği gerekçeleri aynen tekrarlıyor. Böyle olunca olay bir başka düzeyde ciddiyet kaybediyor.

Burada bir “kısır döngü” var. “Döngü”, yani bir “daire”. Bütün daireler gibi bunun da bir başlangıç noktası yok. Yukarısı mı karar veriyor, aşağısı mı? Yukarıda bir otorite “Gidin o toplantıyı basın” mı diyor; aşağıda göze girmek isteyen birileri ne kadar uyanık olduklarını göstermek mi istiyor? Galiba en doğrusu, “Nereden başlıyor?” sorusunu sormaktan vazgeçip olayları böyle bir “sistem”in çalışmasının sonucu olarak görmek. Dolayısıyla, o da var, bu da var ve karşılıklı birbirlerini destekleyerek varoluyorlar. Böyle oluşan ve böylece işleyen o “döngü”nün nesnel gerçeklikle bir bağlantısı yok. Çarklardan biri, “Bize şöyle bir şey lazım” diyor; o “şey”i sağlayacak “çark”a havale ediyor; o “çark” görevini yerine getirince başka bir “çark” ortaya çıkıp “şöyle şöyle oldu” diye baştaki hikâyeyi gerçekleşmiş “olgu” olarak sunuyor. Öteki “çarklar” işin içine girip “Hayır, öyle değil böyle oldu” denmesini engelliyorlar… Böyle akıp gidiyor.

Bu “çark”lar ve onların verdiği itkiyle çalışan büyük “döngü” Türkiye’nin tamamına egemen mi? Geçen gün sona eren yürüyüş ve onun “final” aşaması olmak üzere Maltepe’de toplanan kalabalık, böyle olmadığını kanıtlıyor.

Gerçeklikten hoşlanmayan, gerçeklikle ilişiğini kesmiş bir rejim bir toplumu adalet içinde yaşatabilir mi? Elbette yaşatamaz. Adalet o gerçekliğin mümkün olan en milimetrik hesabının yapılabildiği bir ortamda varolabilir. İktidar bunu “yapamıyor” değil, yapmıyor.

Dolayısıyla iktidar kıpırdandıkça toplumda adalet ihtiyacı büyüyor, derinleşiyor. Böyle olmaya da devam edecek.

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı