27 Ocak 2018

“Ses ve öfke”

Afrin'in haklı gerekçeleri olabilir ama kendisi “doğru cevap” değildir

Suriye’nin Afrin bölgesine yapılan müdahalenin, silahlı harekâtın birçok anlaşılır nedeni, gerekçesi vardır. Temel neden, oradaki Kürt varlığının cisimleşmiş şekli olan PYD’nin birçok bakımdan PKK’nın uzantısı olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve hükümetinin sınırında şu kadar yıldır savaş hâlinde olduğu bir örgütün komutasında bir düzen kurulmasını istememesi de anlaşılır bir tavırdır.

Ancak, bunları söylemek bir önemli olayı çok yakın bir geçmişten alarak değerlendirmek anlamına geliyor. Söz konusu olan (olması gereken) asıl sorun Orta Doğu coğrafyasında –ve haritasında- Kürt halkının varoluş biçimi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt halkıyla ilişkisi. Türkiye nüfusunun, bilemiyorum, onda biri mi, sekizde biri mi, ama hatırı sayılır bir oranı Kürt kökenli. Türk-Kürt karışımı bir dolu insan var. Birlikte yaşıyoruz ve birlikte yaşamak istiyoruz. Peki, şu Haziran Seçimi sonrası koşullarda mı birlikte yaşamaya devam edeceğiz?

“Birlikte yaşamak” ancak bir karşılıklı sevgi ve saygı (empati) temelinde mümkündür. Oysa biz bu temelin sahip olunması gereken ögelerini oldukça uzun bir zamandır hesapsızca harcayıp duruyoruz. Şu son evrede, belirli kesimler, bunu daha da tırmandırdılar.

Oysa gene şimdi iktidar olan partinin hükümetiyle, “barış”tan söz ettiğimiz ve barış dilini egemen kılmaya çalıştığımız bir dönem yaşadık.

İktidar diyecek ki, “Bunu biz bozmadık. ‘Özerklik’ diyenler ve siper kazanlar bozdu.” Bu bence gerçekliğin yarısı. Evet, PKK bunları yaptı ve bunlar kabul edilir şeyler değil. Ama hükümet de kendisine oy kaybettiren Kürtler’i (yani büyük ölçüde HDP’yi) cezalandırmak üzere harekete geçti ve hâlen de bu siyaseti devam ettiriyor. Barış sürecinin ilerlemesi hâlinde PKK’ya karşı, ondan bağımsızlaşan bir hareket olma potansiyelini taşıyan HDP’nin haddini aşmasını istemediğini görmek gerekirdi. “Görülmedi” mi, “görülmek istenmedi” mi, bu da bir tartışma konusu. Ama iktidar “Bana gerilim gerekiyormuş” dedi ve gerilim yolunda gidiyoruz.

PKK, bir düzeyde, neredeyse kırk yıldır, dağda bayırda bir savaş yürüten inanlar demek. Ama bir düzeyde de “Kürt hakları” için çarpışan, şu kadar ölü vermiş bir hareket ve bu işe başladığı günden bugüne, böyle davranarak, varlığını sürdürmüş, büyümüş bir örgüt. “Büyümek” her zaman, “tam kendinden” olmayan birilerini kendine çekmek demektir. Yani, PKK, evet, şunca yıldır dağda savaşan insanlar demek ama, bir süreden beri, orada barışa yönelik siyaset yürütmeye çalışan demek- aynı zamanda.-

Sorunun öbür yanında duran varlık, bir devlet. Tanım gereği çok daha büyük, örgütlü ve kurumlaşmış bir aklı olması gereken bir varlık. Geniş görüşlü olmalı, geçmişi ve geleceği iyi kavramalı, serinkanlı olmalı, esnek olmalı v.b. “Dağdaki savaşçılar” ya da kentteki “taş atan çocuklar”la aynı bilinçlilik düzeyinde düşünmesi ve davranması beklenmez.

Bu çerçevede Afrin müdahalesi “yanlış”tır diyorum. PKK ise, bence, bundan kırk yıl öncesinde bir “Kürt yanlışı” idi. Böyle düşündüğüm için bana kızan birçok Kürt arkadaşım var. Onlar “PKK olmasaydı Kürt sorunu buraya da gelemezdi” diyorlar ya da “Türkiye devletinin yürüttüğü siyasete karşı Kürt halkı ne yapabilirdi?” diye soruyorlar ve bu mihval üzere bir şeyler söylüyorlar –ki bunlar da büsbütün boş şeyler değil.- Ama ben silaha, ölüme bulaşmamış bir Kürt siyasi hareketinin çok daha etkili ve çok daha kazançlı olacağından eminim.

Hayatta her olayın bir “evveliyatı” var; o olayın o biçimi almasını belirlemiş bir nedensellik söz konusu. “Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan bir Kürt’ün, bu Cumhuriyet’in Kürtler’e tanıdığı statüden hoşnut olmamasının haklı gerekçeleri bence vardı.  (Barışçı çözüm derken Tayyip Erdoğan da –kısmen de olsa- bunları teslim ediyordu.) Şikâyetimizde haklı olabiliriz ama durumu düzeltmek için seçtiğimiz yöntemi yanlış seçmiş olabiliriz. Bu olur, hem de sık sık olur. Bence de PKK doğru yöntem falan değildi. Ama nedensellik zincirinin o evredeki “sonucu” olarak zincirin yeni baklası PKK oldu ve zincirin sonraki baklalarının da özelliğini belirlemeye başladı.

Afrin de bu “bakla”lardan biri. Onun da haklı gerekçeleri olabilir (“PYD”, PKK’nın uzantısıdır” v.b.) ama kendisi “doğru cevap” değildir. Yaratacağı etkilerle, olayı olması gereken değil, olması gerekmeyen yönde geliştirme potansiyeline sahiptir.

Ancak bundan daha vahimi Afrin’in iç politikada kullanılma biçimidir. Bu toplumun bu yıllanmış sorununu azami serinkanlılıkla tartışması gerekiyor. Aynı zamanda, en geniş demokratik katılım içinde tartışması gerekiyor –birileri avaz avaz “vatan hainleri” edebiyatı yaparken birilerinin de hapiste olduğu bir ortamda değil.-

İktidarın elinde, bugün, başta “iktidar”, bir yığın imkân var. Bu imkânları böyle kullanmayı tercih ediyor. Daha önceki iktidarlar da, bütün konularda ama Kürt sorununda da, ellerindeki imkânları bir şekilde kullanmayı tercih etmişlerdi. Dillere destan Diyarbakır Hapishanesi bu şekillerden biri. Onların bu tercihleri bugünkü iktidarın kucağına attıkları ateş topları olarak sonuçlandı.

Bugün devam etmekte olan Afrin tercihinin yirmi yıl sonraki sonuçları bakalım ne olacak. Türkiye’nin bu konuyu “gürültüye boğmadan” düşünmesi gerekiyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı