17 Mayıs 2017

Tarihe karışmayan tarih

"Atatürk'e dil uzatmak" diye tanımlanan suçu işlemiş olmasalar, kimse tarihçiliklerini, bilgilerinin sağlamlığını ya da derinliğini sorgulamayacak

12 Mart dönemi, yetmişlerde... THKP-C davasında yargılanıyorum. Sağmalcılar'da hapisteyim. Bir haber geldi, bu örgütlenmenin tepesinde yer almış kimseler, "Bütün geçmişimiz bir provokasyondur" diyormuş. Allah Allah! Bence de bu ülkede komünizmin çok parlak bir geçmişi olmadı ama bu kadar da değil. Nereden çıktı şimdi bu?
 
"Bu" dediğim de "bu kadar" değilmiş. Provokasyon Abdülhamid'e kadar gitti. Meğer Abdülhamid çok iyi adammış; Midhat Paşa yanlışmış. Yalnız "yanlış"la kalmıyor: "Emperyalizmin ajanıydı"ya kadar gidiyor. 
 
İdris Küçükömer'in "Bu ülkede 'sol' 'sağ'dır; 'sağ' da 'sol'dur" tezinin bir yeni şekli gibi.
 
Bu hikâyenin beni şaşırtan bir yanı da (şaşırtan epey yanı arasında) bizim 1970'lerde Abdülhamid'in nasıl bir adam olduğunu tartışmak durumunda kalmamızdı. Bu, tabii, geçmişiyle, tarihiyle arızalı bir ilişkisi olan bir toplum olduğumuzu düşündürüyor.
 
Ve şimdi 2017; demek ki şöyle böyle kırk yıl geçmiş, biz hâlâ Abdülhamid'in nasıl bir adam olduğunu tartışma noktasındayız. Televizyonda saçma sapan bir dizisi oynuyor. Günün ateşli tartışmasını da ondan ayıramayız. Bu genel bir sorunsal çünkü. İş Abdülhamid'le başlasa da, onunla bitmiyor. Öncesi var, "Tanzimat iyi bir şey miydi?" Sonrası var: Cumhuriyet neydi? Onun için, Atatürk ve Afet Hanım, derken Zübeyde Hanım, hepsi genel sorunsal içinde yer alıyor, alacak.
 
Cumhurbaşkanı da televizyon programında "tarihçi" tebdil kılığında ekrana çıkmış adamların düzeysiz konuşmalarını kınıyor. Kınamasını da "özel hayata dil uzatma" faslıyla sınırlamış. Bunu yapmak kötü, ayıp. 
 
Ama şu dönemde Abdülhamid'le başlayan bu sorunsalı getirip masanın üstüne koyan da bizzat Cumhurbaşkanı. Daha genel "Osmanlı" çerçevesinde oluyor bu iş. Ahmet Davutoğlu kendi Osmanlı rüyasını Tayyip Erdoğan'a verdi. Tayyip Erdoğan o zamandan beri Ahmet Davutoğlu'ndan vazgeçti ama Osmanlı'dan vazgeçmedi. Abdülhamid dizisinin hem de TRT'de oynuyor olmasının başlıca nedeni zaten bununla Cumhurbaşkanı'nı mutlu etmek. Oradaki Abdülhamid buradaki Cumhurbaşkanı'nın kendini görmek istediği yerde, o imgeyle yönetiyor memleketi.
 
Ama, Gülen hareketiyle boğuşmaya başladığı anda, devletin "eski sahipleri" ile de bir ittifak arayışına girmek zorunluluğu boy gösterdi. Böylece, Gülenci savcı ve yargıçlara tevdi edilen darbe davalarından tutuklu olan herkes serbest bırakıldı ve yeni kadrolar bu davaları yürütenlerin peşine düştü. Böyle olunca birilerinin -velev ki bu yönetimin hoşuna gitmek için olsun- kendilerine bir TV kanalı ve bir program bulup Atatürk hakkında ileri geri konuşmaları kabul edilebilir bir şey olmak tan çıktı.
 
Ömrümüz Atatürk hakkında herhangi bir eleştiriyi fiilen yasak eden bir baskı ortamında geçti. Şimdi o baskının ortadan kalkması değil de (çünkü, kalkmadığı gene belli), hafiflediği varsayılan bir anda, "eleştiri" diye bu tür kahvehane muhabbetlerinin çıkması acıklı. Ayrıca, birçok kimsenin zihninde o önceki baskıyı da meşrulaştıracak bir şey. "Demek ki bu adamlara serbestiyet tanırsak yapacakları bu." Bu, tabii, yalnız Atatürk konusunda değil, bugünlerde her konuda söylenebilecek bir şey. 
 
Bir başka şaştığım nokta da bu tür konuşan, yazan kimselerin Atatürk hakkında böyle şeyler söyleyinceye kadar kimsenin dikkatini, ilgisini çekmemiş olması. Söz konusu zevatın hepsini tanımıyorum, ama tanıdıklarımın yazılarının bazılarından haberdarım (zaten yazdıklarından tanıyorum). Çeşitli konularda söyledikleri (diyelim Ermeni Kıyımı sorunu), "tarihçilik" başlığı altında ele alınacak olursa, mahut programda söylediklerinden çok daha vahim. Ama bunlardan ötürü bir eleştiriye uğradıklarını görmedim. "Atatürk'e dil uzatmak" diye tanımlanan suçu işlemiş olmasalar, kimse tarihçiliklerini, bilgilerinin sağlamlığını ya da derinliğini sorgulamayacak.
 
Dolayısıyla biz değil ama çocuklarımız, torunlarımız, 2047 yılında "Ulu Hakan" mı, "Ulu Önder" mi, tartışıyor olurlar. 

Yazarın Diğer Yazıları

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek

İki cepheli mücadele

Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız