13 Aralık 2012

Yalçın Akdoğan'a Açık Mektup

Yalçın Akdoğan, Yasin Doğan imzasıyla yazdığı köşesinde, ‘Değişen talepler ve ham hayaller’ başlığı altında geçen hafta Brüksel’de yapılan Kürt Konferansında söylenenlere değinmiş

Başbakan danışmanı ve milletvekili Yalçın Akdoğan, Yasin Doğan imzasıyla yazdığı köşesinde, ‘Değişen talepler ve ham hayaller’ başlığı altında geçen hafta Brüksel’de yapılan Kürt Konferansında söylenenlere değinmiş (Yeni Şafak, 12.12.2012).

Konuya geçmeden önce ‘hitap’ meselesine değineyim. Akdoğan ile yirmi yıldır tanışırız, tabii siyasetin seyri içinde yıllardır birbirimizi görmüyoruz. Yıllar önce, bir yazıda kendisine gönderme yaparken ‘resmi’ ifade kullandığım için sitem etmişti, bunu mesafe koyma ibaresi saydığını söylemişti. Yine öyle bir anlam çıksın istemem, ayrıca artık kendisinin mesafe koymak isteyeceğinden eminim.

Gelelim asıl konuya; Akdoğan Kürt Konferansı’nı değerlendirirken benim yaptığım konuşmayı isim vermeden alıntılamış. Belki de, kendisine gelen konuşma özetleri isimsizdir bilemiyorum. Yine de ben yaptığım konuşmaya sahip çıkıyorum ve konuşmamın mecrası dışına çekilmesi çabasına dikkat çekmek istiyorum. Zira, ben yazdığı veya söylediği şeyler ‘iktidar radarına’ girdiğinde kafayı kuma gömenlerden değilim. Yalçın Akdoğan, zaten kişiliğim hakkında yeterince fikir sahibidir. Arkasında durmayacağım şeyi söylemeyeceğimi bilmesi gerekir.

Akdoğan, yazısında önce BDP-PKK çizgisindeki Kürt siyasetinin çıtayı uzlaşmaz bir noktaya doğru yükselttiğini belirtmiş, Kürt Konferansı'nda söylenenleri bu duruma örnek olarak göstermiş. Bir kere, Kürt Konferansı da, diğer konferanslar gibi farklı görüşlerin ifade edildiği bir zemin. Bu Konferansta söylenen her şeyi bir ortak metnin parçaları imiş gibi göstermek olayı mecrasından saptırmak olur. Akdoğan’ın sözünü ettiği “PKK silahlı unsurlarının güvenlik birimi olarak sisteme entegre edilmesi”, daha önce Demokratik Özerklik metninde, konferansta da Zübeyir Aydar’ın yaptığı konuşmada yer alan taleplerden biri. Kürt siyasal hareketinin talepleri ile konferansta yapılan konuşmaları ayrım yapmadan birbirine karıştırarak takdim etmek, ya kafa karışıklığı ya da ‘terör’ suçu isnat etmek için zemin hazırlamak olarak anlaşılabilir. Umarım ikincisi değildir.

‘Demokratik özerklik’ programını Kürt meselesini çözecek nihai metin olarak görseydim, bugüne kadar bunu yazmaktan, söylemekten katiyen çekinmezdim. Yalçın Akdoğan’ın, benim birilerinin tesiri ile bir şey yapmayacağımı da gayet iyi bildiğini sanıyorum.

Akdoğan’ın ifade ettiği gibi, “yeni anayasayı bireysel hakları garanti altına alacak bir ara formül, daha ilerisi için geçici bir aşama olarak düşünmek gerektiğini” söyledim. Daha doğrusu bu görüşü ileri süren tek konuşmacı bendim. Ama cümlenin devamına iliştirilen “PKK’nın tahakkümünde bir siyasi iktidar alanı öngörmek” neyin nesi? Akdoğan, ‘ara aşama’dan söz eden biri herhalde PKK’ya zemin için bunu söylüyordur, diye düşünebilir, o halde bu sözün sahibini ‘zan’ altında bırakacak biçimde kurmak yerine, bunu açıkça yazması gerekirdi.

O halde, ne söylediğimi kısaca özetleyeyim; Kürt meselesinin çözümünde, öncelikle ‘bireysel demokratik haklar ve özgürlükler’ çerçevesinde dosdoğru tartışılabilecek bir ortamın ve bunu sağlayacak demokratik bir yeni anayasa veya anayasal düzenlemelerin gerektiğini düşünüyorum. Ancak, tek başına demokratik-liberal politikaların sorunu uzun vadede çözeceğine inanmıyorum, çünkü milyonlarca Kürdü peşinden sürükleyen Kürt siyasal hareketi ‘siyasal statü’ talep ediyor. Bu talebin toplum önünde açıkça tartışılması için demokratik siyaset zemini en önemli koşul. Ancak Kürtlerin hatırı sayılır bir kesimi Kürtçe’nin kamu dili olması, Kürtçe eğitim, kendi kendini yönetme alanının gelişmesi gibi ancak siyasal statü ile mümkün olacak talepler adına mücadele ediyorlar. Ben, ‘bu gerçek görülmeden çözüm arayışları sonuçsuz kalmaya mahkûm olur’ diyorum, bu bir durum tespiti. Bu tespitin ötesinde, siyasal statüyü dikkate alan bir siyasetin, toplumsal barış ve demokrasi adına iyi bir çözüm olduğunu düşünüyorum.

Siyasal statü talep eden Kürtlerin bu taleplerini özetledikleri Demokratik Özerklik Programı'nı birçok açıdan sorunlu buluyorum, ancak tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Oysa, tam tersi yapılıyor, iktidar çevresi zaten bireysel haklardan yarım adım ötesine gitmeye niyetli olmadığını ifade ediyor. Türkiye’nin demokrat aydınları da, ‘siyasal statü’ gibi bir mayınlı araziye girmemek için, bu konuda görüş bildirmek yerine Demokratik Özerklik Programı’nı eleştirmekle yetiniyorlar.

Siyasal statü konusunun çetrefil bir konu olacağını ben de biliyorum, ancak bir tür ‘özerk yapı’ formülü bulmadan Kürtler ile barış içinde yaşamak da, demokratik bir siyaset üretmek de imkânsız olacak diye düşünüyorum. Siyasal statünün Kürtleri ‘otoriter PKK tahakkümüne’ tabi kılacağını ileri sürenler, önce, otoriter olmayan, ‘demokratik bir Kürt özerk yönetimi’ konusunda neler düşündüklerini ifade etseler daha anlamlı olur kanaatindeyim. Ancak, siyasal statünün nasıl bir şey olabileceği tabii ki siyasal müzekkerlerin konusu olabilir. O konuda bir şey söyleyemem; müzakerelerin seyri ve içeriğini iktidar ve muhatapları belirler. Bence bu muhataplar; Kürt siyasal hareketinin yasal veya yasal olmayan tüm aktörler, BDP, PKK ve Öcalan’dır. Muhatabın kim olacağı konusu zaten siyasi gerçeklerin belirlediği bir konudur, öyle olduğu için devlet / hükümet bu aktörlerin, yasal olmayanlar dahilüçü ile de görüşmek durumunda kalmıştır.

Kürt Konferansı'nda ayrıca, PKK’nin terör örgütü olarak görülmeye devam edilmesinin çözümü arama açısından tam bir engel olduğunu ve bu konuyu da artık açıkça konuşmamız, hatta açıkça tavır almamız gerektiğini söyledim. Konuşmamın bu kısmını da Akit gazetesi diline dolamış, şehit ailelerini göreve çağırmış. Kendilerine ‘Allah ıslah etsin!’ dışında söylenecek şey yok.

Özetle, ben Kürt meselesi konusunda yukarıda söylediklerimi düşünüyorum, bunları daha önce de yazdım. Yazdıklarımın ve söylediklerimin sonuna kadar arkasında dururum, ama çarpıtılıp hedef haline getirilmesine itiraz etmem gerekir. Gerek iktidar çevresinden, gerek başka çevrelerden yazıp çizdiklerime, yapıp ettiklerime türlü ‘mana’lar atfedilmesini hiç mi hiç anlamıyorum. Ben her zaman çok açık bir insan oldum, ne konuda ne düşündüğümü hiç gizlemedim, öylesini kendime yakıştırmam. Son olarak, BDP çevresini öcü gibi gösterme çabalarına karşın bu çevre ile insani, toplumsal ilişkilerimi hiç değiştirme veya gizleme ihtiyacı duymadım. Ben bir meseleyi anlamanın o meseleyi dert edinenleri anlamaya çalışmakla mümkün olduğunu düşünenlerdenim. Bu çevreyi daha yakından tanıdıkça, (doğal olarak düşünce ayrılıklarımızı olmasına karşın) bir hak, özgürlük ve haysiyet mücadelesi verdikleri kanaatine sahip oldum. Bu arada, ‘Tabii ki şiddete karşıyım’ gibi ifadeler kullanmayı zul sayıyorum.

Kıssadan hisse: Eski dostum Yalçın Akdoğan’ın benim politik olarak durduğum nokta konusunda kafasında soru işaretleri varsa netleştirmiş oldum. Mesele o değil, bir yaftalama çabası ise bu konuda yapılabilecek bir şey yok. Dünyanın en cesur insanı değilim, bu denli güçlü bir iktidarın radarına girmenin insanın başına neler açabileceğini biliyorum, ama yaşamımı korku üzerine kurabilecek yapıda birisi değilim ve hiçbir şey benim kendime saygımı yitirmemden daha kötü olamaz. O nedenle, bu yazının da ‘bir alttan alma’ yazısı olduğunun düşünülmesini katiyen istemem.

Yıllar önce, yollarımız bu denli ayrılmadığı dönemde, iktidara ilişkin muhalefetime sitem ettiğinde Yalçın Akdoğan’a, ‘Haysiyetsiz dostlarınız olacağına, haysiyetli muhalifiniz olsun' demiştim. Kendisine tekrar hatırlatmış olayım.

Bir not:

Bu yazı yayınlandıktan kısa bir süre sonra Yalçın Akdoğan aradı, hassasiyeti için teşekkür ederim. Benim Kürt Konfearansında yaptığım konuşmanın içeriğinden haberdar olmadığını dolayısı ile yazısının şahsıma yönelik olmadığını söyledi. Ben kendisinden zaten hasmane bir tavır bekleyen biri değilim. Yine de Konferans'ta sözünü ettiği konuyu ifade eden ben olduğum için, konuşmama sahip çıkmak ve üzerine çok spekülasyon yapılan siyasi tutumumu netleştirmek istedim.  O nedenle bu yazıyı yazmam gerekiyordu. Yazısı buna vesile oldu. Diğer taraftan, Akdoğan'ın,  benim de, şahıslarla meselem olmadığını ve tanışıklık hukukuna kendisi kadar saygılı olduğunu bildiğine eminim. 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir sirkin perde arkası

Çocukluğumdan beri hiç sevmem sirkleri; birazcık alkış uğruna insanların kendilerini ve eğittikleri diğer canlıları binbir şekle sokmaları beni hep rahatsız etmiştir, görmek istemem hiçbir canlıyı böylesi bir durumda

Kürtler ve iktidar: Yazmalı mı, yazmamalı mı?

Son siyasi kriz karşısında, iktidar partisi Kürt barış sürecini, bir kez daha koz olarak ileri sürdü.

Paralel devlet: Yeni deli gömleği

İktidar ve cemaat arasındaki kavgada, taraf tutmak ilkesizlik olur dedik, durum ciddi serinkanlılığımızı kaybetmeyelim dedik, her zamanki gibi, olmadı