03 Ekim 2017

Zini’nin kemikleri

“Ölürsem benim mezarımın başına da taş koymayın”

8 Ağustos 1938 sabahı. Sabahın erken saatlerinde askerler, o zaman Dersim sınırları içerisinde olan (bugün Erzincan sınırları içerisinde) Surbahan ve çevre köylere gelirler. 100 kadar Alevi erkeği, devrilen bir kamyonu kurtarma bahanesi ile toplarlar. Köylüler üç gün bir ahırda tutulurlar. Aralarında şehir esnafından kişiler olduğu gibi ortaokul öğrencileri, muhtarlar, çeşitli mesleklerden insanlar da vardır.  3 gün sonra 100’e yakın köylü iplerle birbirlerine bağlanırlar. Köylülerin yakınları, çoluk çocuk, kadın herkes bağrış çağrış feryat içindedirler.  

“Siz Kızılbaşsınız” denerek yürütülürler, ta ki Ovacık sınırında olan 3200 metredeki Zini Gediği’ne kadar. Burada kurşuna dizilirler. 3 kişi kaçabilir. İkisi yakalanır, başları taşla ezilir. 1 kişi ise kaçabilir ama bağırsakları dışarıdadır, bir müddet sonra ölür. Katledilen köylülerin cesetleri öylece bırakılır ortada. Yasak bölge olduğu için yıllarca kimse gidemez Zini Gediği’ne. 1950’li yılların başında ancak insanlar gidebilirler. Ve orada üst üste yığılmış kemikleri görürler.

Ne öldürülenler ne de yakınları hiçbir zaman bu kişilerin neden toplanıp öldürüldüğünü öğrenemezler.  Katledilen köylülerin aileleri İç Anadolu’nun köylerine sürülürler.

“Ölürsem benim mezarımın başına da taş koymayın”

Babası Zini Gediği katliamında öldürüldüğünde 20-25 günlük olan  Polat Akdağ’ın ailesi de katliamdan sonra sürülenlerdendir.  Anne, diğer kadınlar gibi çocuklarıyla birlikte, askerlerin gözetiminde trene bindirilir. Kapılar kapatılır. Tren yolculuğu açlık, susuzluk, dipçik darbeleri ve tacizlerle geçer. Kızların bir kısmı götürülür. Bazı çocuklar zorla analarından alınır. Polat’ı da almaya çalışırlar, ama anası bebeğinin üzerine kapanır vermez. Her bir aile İç Anadolu’nun farklı kentlerinin köylerine dağıtılırlar. Polat Akdağ’ın 2 kardeşi burada ölür. Gittikleri yerlerde insanlar yıllarca onlarla konuşmaz. “Bunlar yamyamdır, yanaşmayın” laflarıyla çocuklukları geçer. Annesi onca yıl geçmesine rağmen ölmeden önce  “kocamın mezarı açıkta, bir taşı bile yok, benim mezarımın başına da taş koymayın” diye vasiyet eder. Taş konulmaz.

Katliamlar tarihi

Geçen ay Van’da Ermeni mezarlığının üzerine tuvalet yapılmasına ilişkin yazdığım “Kemiklere Saygı” yazısı üzerine benimle irtibata geçen Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu Başkanı (FUAF) Erdal Kılıçkaya, Zini katliamına ilişkin bilgileri bana iletti. Yine FUAF’ın desteği ile Zini Katliamı ile ilgili çekilmiş belgesel de var. Tanıkların çocukları, babalarının kemiklerini nasıl beklediklerini, babalarının ölümünden sonra hayatın ne hale geldiğini anlatıyorlar. Muhakkak izleyin.[1]

Katledilen bu kişilerin yakınları tarafından kurulan Zini İnisiyatifi,  her yıl ailelerle birlikte 7 Ağustos’ta Zini’ye çıkıyor ve 8 Ağustos’ta Zini Gediğine en yakın köy olan Kılıçkaya köyünde anma yapıyorlar. Zini Gediğinde kayıplar için bir anıt da yaptılar. 97 nişin olduğu bir yatır şeklinde.  Her yıl 7 Ağustos’ta 97 mum yakıp, her kayıp için yapılan nişin içerisine konuluyor. Lokma yapıp dağıtılıyor. Görüştüğüm Erdal Kılıçkaya, Kılıçkaya köyünde bir Ateş Çemberi yaptırdıklarını, her yıl 8 Ağustos’ta kayıpları adına bu ateş çemberinin içerisinde ateş yakmak istediklerini, ancak devletin buna izin vermediğini ve Ateş Çemberini zorla muhtara kaldırttığını belirtiyor. Yani devlet kayıplarını istediğin gibi anmana bile izin vermiyor. 

Zini’nin kemikleri hala ortada, hala gömülmemiş. Hala bir mezar taşları yok. 79 yıldan beri katledildikleri çukurda durmaktalar. DNA testinin yapılarak, kemiklerin kendilerine teslim edilmesini isteyen aileler, iç hukuk yollarından bir sonuç alamadıkları için AİHM’e başvurmuş durumdalar.  

Zini’nin, Dersim’in, Maraş’ın, Güçlükonak’ın… kemiklerine, bugün de Şırnak’tan, Yüksekova’ya, Lice’ye… yeni kemikler karışıyor. Bugünlerde de mezar taşı olmayan, yerde bırakılan onlarca cenaze duyuyoruz. 100 yılda değişen bir şey yok.  Can yakıyor bu ülke, canımız yanıyor…

Bir bahar günü,
Munzur dağını sis kaplamış.
Surbahan köyünü, Surbahan köyünü,
Derin bir hüzün kaplamış.

Surbahan'ın önünden geçiyor eski bir yol.
Surbahan'dan koparılmış genç fidanlar.

Murat Ağa diyor ki ;
Kendim için korkmuyorum,
Taze gençlerimizi düşünüyorum.
Daha muratlarına bile ermemişler.

Zini Gediği tapuya gelmez, 
Kısadır ağaçları, yapıya gelmez.
Şivan düşürdün ocağımıza, yüzümüz gülmez,
Senin de evin yıkıla, Muzaffer Paşa.[2]


[2] Zini Ağıdı. Anonim,  Kılıçkaya Köyü / Erzincan yöresi. Okuyan: Veli Çetinkaya
 

Yazarın Diğer Yazıları

KHK ve OHAL mağdurları anlatıyorlar

Yanımızdaki KHK/OHAL mağdurlarını dışlamayarak, bu karanlık günlerde onlarla dayanışarak ilk gül tohumlarını toprağa atabiliriz

Bextreş Nezarethanesi

Bir kez daha anladım ki yıkım ve savaşın tarihini yazanlara inat, bizler de dayanışmanın ve mücadelenin tarihini yazıyoruz...

Enfâl'in ruhu şimdi Afrin'de

Siz kirlisiniz biliyoruz ama hiç değilse yüzyıldır barışın adı olan zeytinin adını da kirletmeyin!