29 Ağustos 2018

Macron, Suriye, Türkiye

Macron'un Atatürk adını anmaması biraz tuhaf değil mi?

Fransız Cumhurbaşkanı her yıl Büyükelçiler Konferansı’nda ülkesinin dış politikasının ana hatlarını çizdiği bir konuşma yapar. Bu yılki konuşma iki gün önce yapıldı. İki husus dikkatimi çekti.

Birinci husus, bizimle dolaylı ilgili: Suriye’de Esad kalsın mı, gitsin mi sorusu? Macron, Esad’ın gitmesini Fransa’nın diplomatik ve insani yardım alanında bir önkoşul olarak görmediğini, ancak Suriye’de normale dönüş diye Esad’ın devamına göz yumulmasının ölümcül bir hata olacağını söyledi. Esad’ın işlediği insanlık ve savaş suçlarını anımsattı.

Ben, Suriye dosyasının uluslararası Ceza Divanına sevkedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde insanlık vicdanında yeni bir yara açılmış olacaktır.  Gene iki gün önce, ilgili BM Komisyonu, Rohingya zulmü konusunda Myanmar Genelkurmay Başkanının ve diğer yetkililerinin mahkemeye sevkini isteyen bir rapor yayınladı. Suriye konusunda da yıllardır  yayınlanan raporlar var. Yeter artık! Biraz insanlık.

Hal böyleyken, ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayının seçilirse Suriye’ye, yani Esad’a büyükelçi göndereceğini söylemesini tuhaf bulmuştum. İktidarın Suriye politikasını eleştirmek başka, bu iş başka! Bu iş ilke işi! İnsan hakları ve vicdan işi!

Ancak, seçilirse bir Suriye Özel Temsilcisi atayacağını söyleseydi, bence, isabetli bir öneri olurdu. Bence, çeşitli müzakerelerin geldiği aşama bunu gerektiriyor.

Suriye işi nereye varacak, henüz bilmiyoruz. Hiç değilse, Bosna – Hersek’de olduğu gibi, ülkede bir insan hakları mahkemesi kurulsa, BM’in katkısıyla! Suriye dosyasının mahkemeye sevki mümkün olmazsa, en kötü ihtimal olarak, yeni Suriye anayasasında mutlaka bir “Hakikat ve Barışma Komisyonu” kurulması öngörülmeli.

Macron’un konuşmasında dikkatimi çeken ikinci husus doğrudan Türkiye ile ilgili. Ülkemizdeki iktidarın panislamist bir proje güttüğünü, Avrupa değerlerinden uzaklaştığını ifade etti. Çok sert ve ağır bir ifade. Sakallı Celal’in sözleri aklıma geldi.

Sonra, Macron, bugünkü Türkiye’nin, “Cumhurbaşkanı Kemal”in Türkiyesi olmadığını söyledi. Dikkat: Macron, Atatürk demedi. Muhalif basınımız bu ifadeyi, sanki Macron ‘Atatürk’ demiş gibi yansıttı. Onu kastettiğini düşünebiliriz, ama Atatürk adını anmaması biraz tuhaf değil mi?

Macron, iddia etttiği duruma gelmiş bir Türkiye’nin AB’ye giremeyeceğini, stratejik partöner olması gerektiğini söyledi. AB’de bir takım çevreler, bir zamanlar, ‘Kemalist’ olduğumuz için AB’ye giremeyeceğimizi öne sürerdi. Şimdi de ‘Kemal’den uzaklaştığımız için giremeyecekmişiz.

1930 yılında Fransa, Aristide Briand’ın girişimiyle Avrupa Birliği kurma çalışmalarını başlattığında Atatürk’ün Türkiye’si bu projeye katılmıştı.

Bugüne dönersek: Doğrudur, bu halimizle AB’ye üye olamayız elbette. Ancak, bu hale gelmemizde AB’nin sorumluluğu yok mu? Kıbrıs konusunun uyduruk bir yönünü bahane ederek, müzakerelerde ilerlemenin önünü kesenler onlar değil mi? Sonra olan oldu. Macron’un esas niyetinin Türkiye’nin AB üyesi olmaması için bahane üretmek olduğunu düşünüyorum.

Macron’un bu konuşmasından, Damat Beyin orundaşı Bruno Lemaire herhalde büyük memnuniyet duymuştur. Damat bey de anlaşılan aynı gün Paris’teydi. Orundaşıyla görüşmesi kendi ölçüleri içinde mutlaka iyi geçmiştir, olumlu sonuçlar verecektir. Ancak, yandaş basın bu görüşmeyi sanki Türkiye ile Fransa ABD’ye karşı ortak cephe kurmuş gibi aktardı. Yanıt vermeye gerek yok. Macron yanıt verdi.

Macron’a AB konusunda Dışişlerimizin yanıtı fena değil. Ancak Atatürk konusuna girmediği için fena halde eksik bir açıklama yapmış Dışişleri. Sözkonusu açıklamanın şöyle tamamlanması gerekirdi: 

“Kastettiğiniz o Cumhurbaşkanımızın tam adı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Türkiye onun kurduğu laik cumhuriyet çizgisinden hiç ayrılmayacaktır.”

Yazarın Diğer Yazıları

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!

Okuyan kadın

Kadını kitaptan ayıramazsın, yoksa elma boğazına takılır