12 Aralık 2017

“Ya sayı saymayı bilmiyorsunuz ya da hiç dayak yememişsiniz”(x)

Korku, kula biat, muktedire teslimiyet ahlâkı da vicdanı da karartır, yok eder

Başlıktaki deyimi bugünlerde çeşitli vesilelerle pek sık hatırlıyorum. 16 Temmuz sonrası sürüp giden davalarda savcıların istedikleri, yargıçların verdikleri cezaları duyup okudukça; Kürt sorununa tek çözüm ve zafer olarak yansıtılan “ölü ele geçirilenler” sayılarına baktıkça; OHAL döneminde işlerinden atılanların, hapishanelere tıkılanların, iddianame bile hazırlanmadan bir yılı aşkın süredir içerde yatırılanların, tutuklu gazeteci, siyasetçi, yerel yöneticilerin sayısını ve istenen cezaları hesapladıkça, “Beyler! Sayı saymayı mı bilmiyorsunuz, aklınızı, vicdanınızı, izanınızı peynir ekmekle mi yediniz?” demekten kendimi alamıyorum.

Son örnek -ki tek örnek asla değil- Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan için istenen ağırlaştırılmış müebbed, yani (idam kaldırıldığı için) ömür boyu ağır hapis cezası… HDP’li siyasetçiler: Parti eş başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ için, HDP milletvekilleri için istenen 250 -300 yılı, Berberoğlu’na verilen 25 yılı, gazeteciler için istenen / verilen onlarca yılı, yüzlercesi, binlercesi arasından birkaç örnek olarak hatırlayalım. Buna bir de bu insanların -bırakın yargılanmayı, tutuklanmayı-  bir tek gün gözaltına alınmalarının bile demokratik bir düzende mümkün olamayacağı gerçeğini ekleyelim; durumun vahametini bir ölçüde kavrayabiliriz belki.

Bu savcılar, yargıçlar kim, merak ediyorum

Onları savlarıyla kararlarıyla mahkemelerde izliyoruz. Bunların aktif görevde olmayan, aşağı yukarı aynı kuşaklardan meslektaşlarını da,  akla ziyan yargı kararlarını, mahkûmiyetleri cansiperane savunurken televizyon ekranlarında görüyoruz. Ömrüne üç buçuk darbe/müdahale sığdırmış, çok defa yargılanmış, asker-sivil çok sayıda yargıç, savcı tanımış biri olarak gerçekten merak ediyorum: Bu cehalet ancak böyle tahsil ile; böylesine taraflılık, bağımlılık da ancak vicdansızlık ile mümkündür, diyorum kendi kendime.

FETÖ yargısının yarattığı hukuk aşınmasını izledik, o davalarda hiç değilse sahte delil üretme zahmetine(!) katlanıyorlardı, şimdi buna bile gerek görülmüyor. Herkes bilir; savcı sanığın suçunu ispatla yükümlüdür. Şimdilerde ne delil, ne ispat, sadece bir çıkarım, bir kuşku, bir kanaat ile (kimin kanaati, muktedirin mi yargıcın mı? Bu da ayrı bir soru)  tutuklanıyor,  içerde aylarca kalıyor, yargılanıyor ve de mahkûm ediliyorsunuz.

Ve işte o zaman şu soru gündeme geliyor: Hukuk fakültelerinde okumuş, yasaları-mevzuatı öğrenmiş, sınavlardan geçip savcı-yargıç olmuş, asgarî sağduyu ve bir nebze vicdan sahibi hiç kimse, her gün bir yenisine şahit olduğumuz ispatsız, haksız, oransız ceza istemi veya kararlara imza atamaz. O halde yargı erkine kimler hükmediyor ve bu hükmedenler adına karar verenlerin eksiği/ eksikleri nedir?

Hukuk fakültelerinin yetersizliği mi? Bir ölçüde evet, çünkü onları yetiştiren tümüyle siyasallaşmış ve iktidarlaşmış anlı şanlı profesörleri, derin hocaları da görüyoruz, dinliyoruz. Ama yargının sıfırlandığı ve bütün inandırıcılığını yitirdiği bu perişan durum sadece cehaletle, yetersiz hukuk eğitimiyle açıklanabilir gibi değil.

Eskiden devleti gözetenler şimdi muktediri gözetiyor  

Türkiye’de yargı her zaman sorunluydu.  On yıl kadar önce uygulanan bir anket çalışmasında “Kararlarınızda bireyin / yurttaşın çıkarını mı devletin çıkarını mı gözetirsiniz” mealindeki bir soruya yargı mensuplarının ezici çoğunluğunun devletin çıkarını gözettiği cevabını verdiğini hatırlayalım.

Ancak bugün yargı, bütün katları ve kademeleriyle gözlerini devlete bile değil siyasal iktidara ve onun başındaki kişiye çevirmiş durumda. Sıkça dile getirilen yargının iflası ve keyfilik bundan kaynaklanıyor. Belirleyici olan yasa metinleri, teamüller, yargıcın hukuka dayalı vicdanî-ahlâki kararı değil muktedirin öznel ve keyfî istemi artık. Erkin fiilen tek elde toplandığı olağandışı bir düzende başka türlü olması da imkânsız düzeyinde, zor.

Neden mi zor? Çünkü yargı mensupları hoşa gitmeyecek kararlar verirlerse başlarına geleceklerden korkuyorlar. Bu boş bir korku da değil. Hukuka, vicdana uygun ama iktidar zihniyetine aykırı karar veren mahkemelerin, yargıçların değiştirildiğine, FETÖ veya benzeri suçlamalarla görevden alınıp kovuşturmaya uğratıldıklarına şahit oluyoruz. Hele de meslek yaşamına şu son on yılda girmiş genç yargıçlar, savcılar, aldıkları çok yetersiz eğitim kadar, dönemin zehirli iklimini solumak ve bu iklime uyum göstermekle de maluller. Geleceklerini düşünerek, kendilerini koruma adına vicdanlarını ve hukuku feda edebiliyorlar. İlkelerde direnç ve ahlâki tutarlılık herkesten beklenemez. Hele de böylesine kötücülleşmiş, vicdansızlaşmış, ahlâk normlarını yitirmiş; kişinin bekasını iktidara yaranmakta, muktedirin eteğine yapışmakta gördüğü hastalıklı bir toplumda…

Hak ve özgürlüklerde hiç olmadığımız kadar rahatmışız  

AKP lideri Erdoğan, insan hakları haftası münasebetiyle salona hınca hınç doldurulmuş partili amigolara yaptığı konuşmada aynen şunları söyledi: “ Türkiye bugün hak ve özgürlüklerde hiç olmadığı kadar rahat.”

Hapishanelerinde yer kalmadığından yüzlerce yeni cezaevinin yapımının gündemde olduğu, suçsuz insanların onlarca, yüzlerce yıl hapis istemiyle veya kararıyla içerlerde yattığı, onbinlerce insanın bir yalan ihbar, bir şüphe, bir imza yüzünden mesleklerinden atıldıkları, işsizliğe, açlığa mahkûm edildiği, bizzat Erdoğan’ın mahkemelerden önce hüküm kestiği, her satırımızı yazarken bugün beni de alırlar mı içeri diye düşündüğümüz, OHAL bahanesiyle bütün hak ve özgürlüklere kısıtlama, yasak, ceza getirildiği bir ülkede söylendi bu sözler. Artık Erdoğan’ın sözlerine şaşırmıyorum ama acaba aynı ülkede, aynı yerde mi yaşıyoruz, yoksa paralel dünyalarda mıyız, diye sürekli soruyorum kendime.

İşte o zaman başa dönüyorum: Yargıçlar, savcılar ve de muktedirler! Bir insanın ömründen, değil sonsuzluğa kadar (müebbed) birkaç dakika bile çalmanın bedelinin ne olduğunu, bir insanı işsiz, mesleksiz, aç bırakmanın ne olduğunu, bir insanı neden suçlandığını bile bilmeden aylarca, yıllarca zindanda tutmanın ne olduğunu; ve de hak ve özgürlüklerin ne olduğunu ya bilmiyorsunuz, ya da acısını hiç çekmemiş, bedelini hiç ödememiş, hiç dayak yememişsiniz. İktidarın başı ve sizler bu dönemde hiç olmadığınız kadar rahatsınız belki ama bizler; bu ülkenin hak, adalet, özgürlük talep eden suçsuz günahsız insanları rahat değiliz.

Korku, kula biat, muktedire teslimiyet ahlâkı da vicdanı da karartır, yok eder. Ve eninde sonunda iktidarlar, muktedirler değişir,  sizler de ahlâkınızdan, vicdanınızdan, kişiliğinizden olduğunuzla kalırsınız.


(X) Aman ha… Deyimdir, mecazi anlamda söylenmiştir. Hak, adalet ve özgürlüklerin şu en rahat (!) döneminde bundan da nem kapıp başıma iş açmaya kalkışmayın.

Yazarın Diğer Yazıları

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır

Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık

Özgür Özel'in genel başkan olarak, Ekrem İmamoğlu'nun da en büyük ve en önemli belediyenin başkanı olarak heyetleriyle birlikte acilen Van'a gitmelerini, sadece kendi adıma değil ama asıl, hafızalarda hâlâ diri olan kötü yaşanmışlıklar, yetmedi son genel seçimlerde CHP'nin genel başkanı olan Kılıçdaroğlu'nun ırkçı faşist kimliklerle yaptığı gizli protokoller ve benzer uygulamalar yüzünden güvenleri sarsılmış Kürt halkı adına rica ve talep ediyorum

Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na

İstanbul Büyük Şehir'de İmamoğlu'na verilmemiş her oy Cumhur İttifakı'na, özünde Erdoğan'a gidecek