01 Nisan 2018

Hangi çılgın amaç uğruna bu miras yok ediliyor?

"Borges cenneti kütüphane olarak düşler; insanoğlu da dünyayı cennet haline getirmek için kurmadı mı zaten kütüphaneleri? "

2003 yılının Nisan ayında Amerikan ve İngiliz kuvvetleri Irak’a saldırmış, binlerce sivil ve askerin hayatını kaybetmesinin yanı sıra yazınsal bir soykırım gerçekleşmişti. Bağdat’taki Ulusal Kütüphane ile Musul’daki Üniversite Kütüphanesi toz duman olmuştu. Robert Fisk, kitapların yakıldığı o günü satırlara döktüğünde kağıtların o berbat bahçe içinde nasıl uçuştuğunu anlatır ve yeisle ekler: ‘Hangi çılgın amaç uğruna bu miras yok ediliyor?’

Ateşe verilen Dini Bağışlar Bakanlığı’na bağlı Kuran Kitaplığının, Ulusal Arşivlerin ve Arkeoloji Müzesi’ndeki elyazmalarının, Osmanlı dökümanlarının simsiyah külleri Irak semalarına yükseliyordu.

25 Ağustos 1992’de Saraybosna’daki Vijevnica Kütüphanesi’ne ise yangın bombaları atılmıştı. Bir milyondan fazla kitabın yok oluşunu seyreden Kütüphane müdürü Kemal Bakarsic sayfaların eline alır almaz toz haline geldiğinden bahsetmişti, hafızasından silinmeyen o vahşeti anlatırken.

Bükreş Üniversite Kütüphanesi, Aralık 1929’daki ihtilal sırasında yakıldığında 500.000 eser kül olmuştu.

Pekin 1900’de kuşatılmış, akabindeki Boxer İsyanı nedeniyle Hanlin Akademisi Kütüphanesi yıkılmış, 36.000 ciltten geriye neredeyse hiçbir iz kalmamıştı.

Belgrad Ulusal Kütüphanesi ise İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman bombalarının hedefi olmuş, telef olan binlerce eser arasında Slav alfabesiyle yazılmış 1.300 elyazması da vardı.

Raczyfskick Kütüphanesi’nde ise Varşova İsyanı sırasında yanıp kül olmadan önce 300.000 eser mevcuttu.

Tarih boyunca savaşlar, isyanlar esnasında kasten yakılan kütüphanelerin yanı sıra ihmalden kaynaklanan yangınlar ve tedbir alınması mümkün olmayan depremler nedeniyle de pek çok kütüphane yerle bir oldu ya da telafisi imkansız derecede büyük hasarlar aldı. Sayısız elyazması, kil tablet, cilt ve koleksiyonun yok olmasıyla toplumsal hafıza karanlığa gömüldü ve kültürel miras yitip gitti. Yanıp kül olan kütüphaneler birer kitap mezarlığı idi artık.

Eski Mezopotamya’dan günümüze kütüphanelerin planı, tablet ve kitapların yerleştirilme biçimi, koleksiyonların sergilenmesi, arşivlerin düzenlenmesi ve korunması çeşitlilik göstermiş. Tarihte kitap topladığı bilinen ilk kişinin, okumaya doyamayan Aristo olduğu fikrinde pek çok tarihçi hemfikir. Şahsi kütüphanesini oluştururken işe filozofların görüşlerini, tartışmalarını ve koleksiyonlarını kopya etmekle başlamış Aristo. Johann F.H. Panzer, 1797’de kaleme aldığı bir yazısında ‘özel kütüphanelerin ömrünün bir anlık olduğunu, koleksiyoncularıyla birlikte öldüğünü’ belirtse de Aristo’nun Kütüphanesine dair iki rivayet var. Birincisi kütüphanesini Theophrastus’a miras bıraktığı yönünde, ancak Aristo, dönemin biyografi yazarı Diogenes Laertius’un bulduğu söylenen vasiyetnamesinde kütüphanesi hakkında tek kelime etmemektedir. İkinci rivayete göre, Theophrastus, Aristo’nun Atina’yı zorunlu terk etmesinden sonra kitaplara el koymuş. Aristo’nun kayıp kütüphanesine yakın zamanlı bir örnek de Oscar Wilde’ın akıbeti bilinmeyen kütüphanesidir. Eşcinsellik suçlamasıyla tutuklandıktan sonra kayıplara karışan kitaplarından 5 tanesi 2009 yılında bulunsa da, binlerce kitabının nerede olduğu hâlâ bilinmemektedir.

Yangın ve depremler nedeniyle yıkılan kütüphanelerin, yani kayıp kütüphanelerin yanı sıra hiç keşfedilmemiş, tahrip edilmiş, birbirinin yerini almış ve erişimi devlet eliyle yasaklanmış kütüphaneler de var.

Kaybolan aslında nedir o kül kokan sayfalarda? Kütüphaneler tarih boyunca o veya bu sebepten yok olmasaydı insanlık günümüzde nerede olurdu? Kapısında ‘Bilim bizi Tanrıların gazabından kurtarır’ yazan İskenderiye Kütüphanesi, Sezar’ın Mısır’ı kuşatmasının ardından yakılmasaydı, insan insanı bu denli gazaba uğratmazdı bugün belki.

Pek çok kütüphane tarih sahnesinden silindiği gibi, insanoğlu yeni kütüphaneler inşa etmekten hiç vazgeçmedi. 1776’de Avusturya’da açılan Admonnt Abbey, dünyanın en büyük manastır kütüphanesi. 700.000 kitap bulunan kütüphane kimilerine göre dünyanın 8. harikası.

Gong Dong’un Andrew Wyeth’in bir tablosundan esinlenerek Çin’de deniz kenarına inşa ettiği Kıyı Kütüphanesi ise son dönemin ilginç örneklerinden biri. Çinlilerin yaratıcı tasarımlara sahip kütüphaneleri bununla bitmiyor elbette.

Türkiye’de ise Artvin Çoruh Üniversitesi, üst üste duran üç kitap şeklindeki altı katlı bir kütüphane açtı geçtiğimiz sene.

1884’te Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Beyazıt Külliyesi’nin imaret kısmında kurulan Beyazıt Devlet Kütüphanesi geçen seneden beri yirmi dört saat hizmet veriyor.

2016 yılı verilerine bakılırsa, ülkemizde 28 bin 970 kütüphane var. Milli Kütüphane’deki kitap sayısı 1 milyon 298 bin 952. Milli Kütüphaneler’den yararlanan kişi sayısının önceki yıllara nazaran yüzde 21,4 arttığı söyleniyor.

***

Sırtını geçmişe dayamış, yüzünü geleceğe dönmüş mabetlerdir kütüphaneler. Hem geçmişin, hem geleceğin, hem de şimdiki zamanın izlerini taşıyan göksel mekânlardır.

Umberto Eco’nun deyişiyle, ileride okuyacağımız kitapları beklettiğimiz yerler midir, yoksa Benjamin’in dediği gibi anıların nefes alıp verdiği tutku ve kaos mekanları mı?

Yazar, kitap ya da yayınevi adına, belki basım sırasına ya da türüne göre oluşturduğumuz kütüphaneler kimliğimizin en sahici aynası değil midir? Kitapları neye göre sıralarsak sıralayalım sonsuz bir dizilim imkânı buluruz; okunan, bekletilen, vazgeçilen kitaplar arasında sürekli sil baştan inşa ettiğimiz hayatımızın ta kendisidir aslında. Yeni bir eve taşınırken geride bıraktığımız kitaplar, yükünü taşımak istemediğimiz hatıralarımızdır belki. Başucumuzdan ayırmadığımız ve gözden çıkardığımız kitaplar arasında gelip geçer hayat. Yirmili yaşlarda hayatımızın anlamı olan bir kitap ellili yaşlara merdiven dayadığımızda mevkisini kaybedebilir gözümüzde. İlk başta burun kıvırdığımız bir kitap ise yıllar sonra bir çırpıda şölen hazzı yaşatabilir. Ve belki bir gün kütüphanenize bakarken, artık görüşmediğimiz bir arkadaşınızda kalan kitabı arar gözleriniz; kimbilir belki eksikliğini hissettiğiniz kitaptan ziyade arkadaşınızdır, birlikte yeniden o kitaba tutunma ihtimalinizdir. O kitabın görünmez bir yeri vardır hâlâ kütüphanenizde; hatta kalbinizde.

Woody Allen’ın dediği gibi, hayatta kalmak için okumak zorundayız. Başka bir varoluş mümkün değil artık. Google’ın algoritmasına göre, 170 ülkedeki 72 bin kütüphaneden alınan verilere bakılırsa dünyada aşağı yukarı 130 milyon kitap bulunmaktaymış. Ya sizin biricik dünyanızda kaç kitap var? Kaç kitapla anlam buldunuz, kaçının ferah gölgesine sığındınız, kaçının kanatlarıyla yeni âlemlere giden o uzun yola gönüllü revan oldunuz?

Kütüphanenizde kaç kitabın bulunduğunun önemi yoktur aslında; aslolan kaçının sayfalarından geçtiğiniz, kaçının hayatınızda iz bıraktığıdır. İnsan kitapları kadardır bir bakıma.

Borges cenneti kütüphane olarak düşler; insanoğlu da dünyayı cennet haline getirmek için kurmadı mı zaten kütüphaneleri? Kitaplar yaşadıkça büyü devam edecek, yaşamın her şeye rağmen güzel olduğuna dair o eski büyü…

Yazarın Diğer Yazıları

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!

"Büyük Aileye" zarar verenler LGBTİ+'lar mı? Ailelere zarar verenler 'küçük çocuğun rızası vardı, bir kereden bir şey olmaz, üvey evlatla nikah olur, çocukken alıp kendilerine uygun eş yapılır vs.' diyenlerdir"

Barış siyaseti, kadınların huzuru ve üvey olmak

Muhalifleri tek tek cezalandırmak, her seçim sonrası şiddette el arttırmak, hak ihlallerini norm haline getirmek suretiyle düşman hukuku uygulayan iktidarın gelecek planlarında telafisi gittikçe zorlaşan bir yıkım stratejisi, tektipleşerek birbirine yabancılaşmış itaatkâr bir halk tahayyülü, bir dahaki seçimde yenilme ihtimaline karşı giderayak cebini iyice doldurma gayreti var