05 Temmuz 2016

Kadıköy’ün hali, memleketin hali

Kadıköy perişan, Kadıköylü huzursuz ve endişeli

Kadıköylü olup da Kadıköy’ün içinde bulunduğu halden şikâyetçi olmayan kimseyi bulamazsınız son zamanlarda.

Kentsel dönüşüm adının muazzam bir rantın bahanesi olduğuna şüphe duyan kalmadı.

Hafriyat kamyonları, beton mikserleri yolları tıkıyor, trafik duruyor.

Yine kamyonların, mikserlerin, vinçlerin yol açtığı gerek mala gerek cana zarar veren kazalar oluyor.

Gürültüden evlerde oturulmuyor, tozdan dumandan sokaklarda yürünmüyor.

Çoğunluğu nevzuhur, müteahhitlerin mağdur ettiği mülk sahipleri bir yanda, yıkım kararı alınan binalarda oturan kiracıların karşılaştığı sorunlar öte yanda.

Artan kiralar sebebiyle yıllarca yaşadıkları muhitten ayrılmak zorunda kalan kiracılar…  Arsa paylarının kuşa dönmesi bir tarafa, eski daireleri yerine teslim aldıkları daracık konutlara sığışmaya çalışan, kara kara zamlı aidatları, vergileri nasıl ödeyeceklerini düşünen mal sahipleri.

Fırlayan kiralar, azalan müşteri sayısı dolayısıyla birbiri ardına boşalan dükkanlar.

Uzmanlar, yıkım esnasında ortaya çıkan, etrafa yayılan asbeste bağlı olarak kanser dahil ciddi akciğer hastalıklarının patlama yapacağını öngörüyor.

Astımı ve alerjisi olanlar halihazırda büyük sıkıntı çekiyor zaten, bir kısmı taşınmak, evini barkını bu yüzden terk etmek zorunda kalıyor.

Ne zaman iki Kadıköylü biraraya gelse bunları konuşuyor işte; kentsel dönüşümün esas ve gizli amacının Kadıköy’de yerleşik nüfus profilini değiştirmek olduğunu…

AKP tarafından yaratılan yeni orta sınıflar ile yeni zenginlerin bölgenin bundan sonraki sakinlerini oluşturacağını…

Pek yakında,  boşalanların yerinde tesettür giyim mağazalarının açılacağını…

Kadıköy’ün çehresinin tamamen farklılaşacağını…

Böylelikle AKP’nin hiçbir belediye seçimini kazanamadığı Kadıköy’ü ele geçireceğini, baştan beri büyük planın bu olduğunu.

Kısacası Kadıköy perişan, Kadıköylü huzursuz ve endişeli.

Peki Kadıköylü olarak yakınmaktan başka ne yapıyoruz derseniz…

Söyleyeyim:

Kat maliki olduğumuz binaların yıkılıp yeniden yapılması için müteahhitlerin peşinde koşuyoruz.

Kiralarına fahiş zamlar yaparak, dükkanlarımızdaki kiracılarımızı kaçırıyoruz.

Sesimizi çıkarmayıp; benim konutum da yeniden yapılıp değerlensin, satıp “güneyde” bir yerine iki daire yahut müstakil ev veya arsa alıp, yatırım yapıp rahatıma bakarım bekleyişine giriyoruz.

Kimimiz kurtuluşu Ege’deki sahil kentlerine ve kasabalarına göç etmekte buluyoruz. Sanki gün gelip oralarda da aynı akıbete uğramayacağımız kesinmiş gibi.

En kabadayımız,” bu yüksek binalar beklenen depremde yıkılsın, görün gününüzü” diye kimseye faydası olmayacak beddualar ediyor ancak.

AKP’ye bu kadar karşı olup, onun politikasına, üstelik hangi gayeye hizmet ettiğini bilerek, bunca gönüllü destek vermek nasıl açıklanabilir peki…

Yıkım kararı için depreme dayanıklı ve sağlam binalara da istenirse mutlaka çürük raporu alındığını çocuklar bile biliyor örneğin.

Bu hal bana fena halde Türkiye’nin halini hatırlatıyor.

Büyük çoğunluk şikâyetçi fakat işte o kadar, hepsi sözde kalıyor.

Menfaat söz konusu oldu mu ne hak tanıyan var ne hukuk.

Hemen göz ardı ediliyor tehlikenin aslı.

Daha muhataralısı, gazetecisinden hukukçusuna, akademisyeninden ilahiyatçısına bazılarının mesleki önceliklerini unutması.

Herkes endişeli güya, herkes korkuyor ama gerçekten elini taşın altına koyanlar şayet kendi görüşlerinden kendi taraflarından değilse, yakınmacıların bütün hiddetleri, nefretleri onlara yöneliyor

Mücadelenin hedefine değil, mücadelecinin kimliğine göre pozisyon alınıyor.

Tıpkı sevmediği veya çıkarının çatıştığı komşusuna karşı,  yapsatçının yanında konumlanan mesken sahiplerine benziyor davranışları.

Hepimiz güvenli ve rahat yaşayalım yerine, ben ayrıcalıklı konumda olayım zihniyetine teslim olmanın her düzlemde ortaya çıkan görüntüsü bu.

Bize uzak bir yerler yakılıp yıkıldığında neredeyse sevinenler bir yanda, çareyi memleketi bırakıp gitmekten umanlar diğer yanda.

Yalnızca yakınıp durmak, bedduadan medet ummak bir işe yaramıyor, yaramayacak oysa.

Haklar, özgürlükler ve adalet anlayışında birleşmedikçe…

Bu yolda mücadele edenlere elden geldiğince destek vermedikçe…

Kişisel çıkarları bir yana koyup sahteciliğin, kayırmacılığın, çıkarcılığın her türlüsünün önlenmesi için çalışanları gayretlendirmedikçe…

Ne kadar söylenirsek söylenelim…

Kazandık zannettiklerimizin bize ne büyük kayıplara mal olduğunu göreceğiz kuşkusuz.

İşte Kadıköy,  işte Türkiye.

Ne yazık ki budur hal-i pür melalimiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan’ın dünya turu ve Nobel

Ahmet Altan cezaevindeki hücresinde anılarını yazarken “Ben sizi unutacağım ama siz beni hatırlayacaksınız” demiş...

Yazar, hayal gücü ve dünyayı dolaşmak

Ben bu defa müjdeler getiren bir eylül bekliyorum

Ahmet Altan’dan bir armağan

Washington Post’un 2017nin En Önemli 50 Kurgusu listesinde Ahmet Altan’ın ABD’de Endgame adıyla yayımlanan romanı da var