01 Kasım 2023

Cumhuriyet'in 100. yılı dersleri

Cumhuriyet, her şeyden önce tahakküm ilişkilerinin sona erdirilmesi demek

Cumhuriyet’in ikinci 100. Yılına girdiğimizde gördüğümüz tablo şu: Cumhuriyet ile barışık olmadığı için Cumhuriyet’in 100. yılını gibi önemli bir olayı kutlamak istemeyen ama bunu kamuoyu baskısıyla göstermemeye çalışan, çareyi Cumhuriyet’i olanağı kadar küçülterek kutluyormuş gibi yapan bir iktidar Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetiyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan 100 yıl sonra geldiğimiz nokta budur.

Bereket versin Cumhuriyet’e halk sahip çıktı. Cumhuriyet’in yaşadığını göstermek bakımından bu çok önemli. Ancak kutlama mesajları daha çok Kurtuluş Savaşı kahramanlıkları, Atatürk’ün yaşamı ve başardığı işler, Cumhuriyet’in kurulmasıyla övünmek gibi geçmişe ait. Cumhuriyet’in günümüzde geldiği noktaya eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşan pek yok. Oysa Cumhuriyet’in 100. yılı bize kendi kendimizle hesaplaşma olanağı sağlıyor. 100 yıl içinde yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı gözden geçirmek, buradan çıkaracağımız derslerle Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında neler yapmamız gerektiğini düşünmek fırsatını veriyor. 

Cumhuriyet, yani egemenliğin halka ait olması ne demek?

Cumhuriyet, her şeyden önce tahakküm ilişkilerinin sona erdirilmesi demek. Çoğunluğun azınlık üzerinde, bir etnik ya da dinsel grubun, başka bir etnik ya da dinsel grubun üzerinde, erkeğin, kadın üzerinde, heteroseksüelin eşcinsel üzerinde, ebeveynin çocuk üzerinde, zenginin yoksul üzerinde, sermayenin emekçi üzerinde, iktidarın muhalefet üzerinde tahakküm kurmaması demek.

Tahakkümden söz etmek için bir kişinin ya da grubun başka bir kişiye müdahale etme kapasitesine sahip olması yeterli. Bu müdahalelerin fiilen gerçekleşmesi gerekmez. Tahakküm, bir kişi ya da grubun kendi tercihlerini kontrolü altındaki kişi ya da grubun tercihleri yerine geçirmesi. Bunu keyfi bir biçimde yapabilmesi. 

Cumhuriyet döneminde tahakküm ilişkilerinin sona erdirildiğini söyleyebilir miyiz? Cumhuriyet, tarihi ezen ve ezilenlerin tarihidir. Ezenlerden değil, ezilenlerden yana bir Cumhuriyet kurduğumuzu iddia edebilir miyiz? Ezilenlerin tahakküme karşı mücadele vermesi ve bu mücadelenin başarıya ulaşması, demokratik bir toplum olup olmamaya bağlı: Ancak demokratik toplumlarda toplumun en zayıf, en marjinal katmanlarının hak taleplerini ileri sürmesi, muktedirleşmesi olanağı vardır. Geçtiğimiz yüzyılın hiçbir döneminde Cumhuriyet, bu noktaya gelmedi. Cumhuriyet’in hiçbir döneminde de içinde bulunduğumuz dönemde olduğu kadar tahakküm ilişkileri topluma egemen olmadı.

Cumhuriyet, eşitlik ve özgürlük demek. Eşitlik, bütün haklar arasında bağlantı kurar. Özgürlük, eşitlikle birlikte değilse, tahakküme yol açabilir. O nedenle bir demokrasi hareketinde ya da devrimci bir harekette eşitlik ve özgürlüğün kaynaşması gerekir. Eşitlik, çoğulculukla birlikte ele alınmalıdır. Önemli olan farklılıkları ortadan kaldırarak eşitliği sağlamak değil. Amaç, farklılıkların korunduğu ve karşılıklı olarak tanındığı, birlikte var olduğu bir toplum yaratmak, eşitliği renklendirmek olmalı.

Günümüz Türkiyesi’nin eşit ve özgür bir toplum olmadığı ortada. Özgürlük Evi (Freedom House) sınıflandırmasına göre, Türkiye, “özgür olmayan ülkeler” kategorisine giriyor. Oysa bunda birkaç yıl önce “yarı özgür ülkeler” kategorisindeydi.

Öte yandan neo-liberalizm, Türkiye’de uygulandığı biçimiyle büyük eşitsizliklere yok açtı. Ekonomik krizin gelmesi, insanların alım gücünün düşmesiyle eşitsizlikler derinleşti. Bu dönemde toplumsal ilişkilerin tümü sermaye piyasasının güdümüne girdi. Kitlesel bir yoksullaşma, prekaryalaşma sürecine girdik. Emek ile sermaye arasındaki denge bozuldu. Emek yanlısı politikalardan uzaklaşıldı. Özelleştirmelerle devlet kamu yararını gözeten bir aygıt olmaktan çıkıp sermaye ile doğrudan ilişki içine giren, kendisine sadık özel şirketlerin çıkarlarını kollayan bir kuruma dönüştü. Özel şirketlerin çıkarlarının kamu yararının önüne yerleştirilmesinin sonucu ekolojik bir felaket oldu. Ormanlar, nehirler, bağlar, bahçeler, özel şirketlere devredildi. Binlerce yıllık uygarlıklar su altında kaldı. Ulusal değerler yok edildi. Cumhuriyet, ülkenin değerleri, doğası özel şirketlere devredilsin diye mi kuruldu?

Demokrasi ile Cumhuriyet arasında yakın bir ilişki var. Demokrasi azınlığın korunması, tahakkümün sona erdirilmesi, eşit yurttaşlık, katılımcılık, kamu çıkarı, anayasacılık gibi temel cumhuriyetçi ilkelere dayanarak ayakta durur. Neoliberalizm Türkiye’de bu temel cumhuriyetçi ilkelerin altını oyarak demokrasiyle cumhuriyet arasındaki bağı kopardı. Türkiye, AKP döneminde demokrasi olmayan bir Cumhuriyet oldu.

Öte yandan demokrasi, Cumhuriyet’in niteliğini belirler. Tüm iktidarın, egemenliğin tek elde toplandığı bir Cumhuriyette, egemenliğin halka ait olmasının bir anlamı var mı?

Cumhuriyet’in içini demokrasiyle dolduramadık. İçi boş bir Cumhuriyet yarattık. Bu boşluğu AKP iktidarı otoriter, baskıcı bir tek adam rejimiyle doldurdu. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı en temel ilke laikliktir. Laiklik, demokrasiyi, insan haklarını, hukuk devletini güvence altına alan bir ilke. Laik bir devlette devletin dini yoktur. Devlet bütün dinlere eşit uzaklıktadır. Devletin toplumsal, siyasal, hukuk düzeni dinden soyutlanmıştır. Devletin örgütlenmesi, işlemesi üzerinde dinin etkisi yoktur. Laik devlet, aynı zamanda kamusal alanın tarafsızlığını sağlamakla yükümlüdür. Laiklik inanç ya da inanmama özgürlüğünü korur. Yurttaşlar arasında eşitliği sağlar. 

Türkiye Cumhuriyeti günümüzde, Anayasası’nda yazmasına karşın, laik bir devlet değildir. Giderek artan bir biçimde eğitimin dinsel niteliğe bürünmesiyle, ilkokullara din adamlarının atanmasıyla, Diyanet İşleri Başkanı’nın kamusal alanda işlevler üstlenmesiyle, Devlet Başkanı’nın ikide bir devlet işlerinin yürütülmesinde dinsel kavramlara yer vermesiyle (Faiz nas’tır gibi.), Türkiye Cumhuriyet’i laiklikten uzaklaştı. Siyasal iktidar, sadece devlete değil, topluma da dinsel bir kimlik giydirmek istemektedir. 

Cumhuriyet, yurttaşların aktif olarak siyasete katılmasını gerektirir. Cumhuriyetçi yurttaşın toplumun, ülkesinin çıkarlarını kendi bireysel çıkarlarının önünde gören bir bilince sahip olması önem taşır. Atatürk’ün gençliğe seslenmesinde, Cumhuriyet’in “muhafaza ve müdafaa” görevini gençliğe vermesi, “Bu ahval ve şerait altında dahi, vazifen Türk istiklal ve Cumhuriyet’ini kurtarmaktır” demesi bu anlayışın ifadesi. Cumhuriyet, aktif yurttaşlık ister. Aktif yurttaşlık da yurttaşların kamusal özne olarak, karar mekanizmalarına katılımı kadar, anti demokratik bir siyasete, insan hakları ihlallerine karşı koyma kapasitesini de içerir. 

Cumhuriyet döneminde aktif yurttaşlar yetiştiremedik. Onun yerine lidere kayıtsız şartsız biat eden insanlar, “dindar ve kindar” kuşaklar yetiştirdik: Halktan kendisiyle ilgili kararlara katılmak gibi bir talep yükselmedi. Siyasal iktidar halkın katılımını seçimden seçime oy vermekle sınırlı tuttu. Siyasetin alanı daraldı. Siyaset siyasetsizleştirildi. Seçmeni yurttaş yapamadık.

Savaşlarda her şeyini yitirmiş bir halkla yeni bir devlet kurmak, bu halka Cumhuriyet elbisesini giydirmek, İstiklal Savaşı’nı kazanmak kadar büyük bir işti. Atatürk bunu başardı. Cumhuriyet ve onu izleyen reformlarla Türkiye çağ atladı. Yeni bir devlet, yeni bir toplum yaratıldı. Ancak sonraki yıllarda dünyadaki ilerlemelere paralel bir cumhuriyet düşüncesi geliştirilemedi. Cumhuriyet’in içi demokrasi, insan hakları, hukuk devletiyle doldurulamadı. Cumhuriyet 1930’lı yıllarda dondu. Cumhuriyet yıllarında demokrasiyi ilerletemediğimiz için AKP döneminde geriledi, otoriter bir tek adam rejimine dönüştü. Demokrasi ve insan haklarında statüko yoktur. Ya ilerlersiniz ya da gerilersiniz. Biz Cumhuriyet’in içini demokrasi ve insan haklarıyla doldurarak ilerlemediğimiz için şimdi iyice geriledik. Cumhuriyetin temel ilkelerinden uzaklaştık.

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, Cumhuriyet’in birinci yüzyılı ile bir hesaplaşmaya ve yeni bir Cumhuriyet inşa etmeye gereksinim var. Bunu gerçekleştiremezsek, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı, AKP’nin “ Türkiye  Yüzyılı” projesinin çizdiği, otoriter, din referanslı, tek kişinin hegemonyasına dayanan bir Türkiye’ye sahne olur.

Bunun için Cumhuriyeti demokratikleştiren bir projenin halka sunulması gerekir. Bu demokrasi katılımcı, müzakereci bir demokrasi olmalı. Dışlanan, ezilen, grupların siyasete girmesine, hak taleplerinde bulunmalarına olanak tanımalı. Cumhuriyet’in yeniden inşasına Kürtler de katılmalı. Demokratikleşme Kürt sorununun barışçı çözümünü de içermeli. 

Tahakküm sona erdirilmeli. Kimse kimsenin efendisi olmamalı. Eşitlik ve özgürlük birlikte gerçekleştirilmeli. Toplumsal ilişkiler, sermayenin koyduğu piyasa kurallarına göre değil, insan onuruna gözeten kurallarla düzenlenmeli. Emek,sermaye karşısında güçlendirilmeli. 

Cumhuriyet’in demokratik olabilmesinin, laik olmasına bağlı olduğunu görmek gerekir. 

Kamu öznesi olan aktif yurttaşlık bilinci yerleştirilmeli. Siyasete, parti liderlerinin tercihleri değil, karar verme mekanizmalarına katılan yurttaşların tercihleri yön vermeli. Ülkenin sorunlarına toplumla etkileşim süreci içinde, aktif yurttaşlar topluluklarının görüşleri çerçevesinde çözüm aranmalı.

Böyle bir projeye dayanan Cumhuriyet, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in çağdaşlaşmış şeklidir. Birinci yüzyılın derslerinin ışığında, 1930’lardaki Cumhuriyet nostaljisine sarılarak Cumhuriyet’i kurtarmaya çalışmanın, ikinci yüzyılı AKP’nin Cumhuriyet projesine terk etmek sonucunu vereceğini görmek gerekir. 

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Taksim hukuksuzluk meydanı

Sorun yalnızca 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na getirilen yasakla sınırlı değil. Barışçı gösterilerin yasaklanması, kolluk güçlerinin barışçı toplantı ve gösterileri engellemek için orantısız güç kullanmaları, ölümcül tehlikesi olan göz yaşartıcı fişekleri kalabalığın üstüne sıkmaları, toplantıya katılanları hırpalayarak gözaltına almaları ve bunu izleyen cezasızlık ülkemizde sık görülen manzaralar

Yaşlı Kadınlar İklim Koruma Derneği ve insan hakları

İsviçre Dışişleri Bakanlığı “Bu karar AİHM’in saygınlığına gölge düşürmüştür” yolunda açıklamalar yapmadı...

Yerel seçimler ve ötesi

HP kendi oyun alanını çizen, geçmişiyle gurur duyan ama ileriye bakan, halka anlatacak bir Türkiye projesi bulunan, bir sosyal demokrat parti olma yolunda. Bu görünüşüyle halka güven verdiğini 31 Mart seçimleri gösterdi. Bu değişimde Özgür Özel’in büyük payı var