15 Şubat 2012

Nataşa Sendromu

Bir gün hepimiz birbirimizi önyargısız ve koşulsuz sevebilecek miyiz yoksa Freud amcanın yolunda garantici, kendimizi korumaya almak için saçmalamaya devam mı edeceğiz?

İnsanoğlu, aklının sınırlarıyla deneyimlerini tekrar etme korkuları ve şartlanmışlıklarıyla birçok konuda belli bir kanı ile yaşar. Bu kanı, bazen doğru olmakla beraber çoğu zamanda yanlış çıkabilmektedir. Önyargıdan bahsetmek istiyorum. Adı "ön"le başlayan bu sözün pratiği hep arkadan olur.

Beynimizin arkasından ve hakkında konuşulanın da yüzüne değil arkasından yapılır. Öteki şahıs ve gruplara hoşgörüsüz, haksız ve ayrımcı tutumlardır.

Önyargı, dogmatik kanaatleri de içerdiğinden değiştirilmesi zordur.

Nedenleri psikolojik, tarihsel, ekonomik, durumsal ve birçok sosyo kültürel faktörlerdir. Gerçekten, akıl öncesidir önyargı. Rasyonel bir teste tabi tutmadan yaptığımız tercihtir, sezgiler ve içgüdüler belirler bu yargıları. 

Freudyen bakış, "Önyargı, önemli sayıda insanı sevgide birleştirme kapasitesine sahiptir. Önyargı bize verilmiş hayatı koruma işi görür, bireylerin ve sosyal hayatın savunma mekanizmalarından biridir. Bozulma ve dağılmayı engeller" diyor. 

Freud'un kişilik teorisinin etkisinde kalan Adorno'ya göre ise önyargı bilinçaltı ihtiyaçların, çatışmaların ve savunma mekanizmalarının ifadesidir. Kişiliğin bir boyutudur. Önyargılı kişiler diğer insanlarla, onların kişisel niteliklerinden ziyade onların sosyal rollerine ve etnik gruplarına belirleyici hazır klişelerle bakarlar. 

Prothro, "Amerikan açmazı" olarak değerlendirir önyargıyı. Aileden öğretmenlere, arkadaşlar ve çevreden öğrenilmiş davranışlardır. Önyargıyı, öğrenmenin bir süreci olarak görmek gerek der. 

Çocuk, konuşmaya başladığında etnik ve dini grup üyeliğine göre cevap verir. Grup etiketlerimiz vardır hepimizin. Aklımızın ambargoları var, öylesine keskin aşılmaz ki en liberalinden muhafazakârına kadar hepimizde görmek mümkün. 

"Bütün bunları neden yazdım" klişesi vardır birçok yazıda. Bu söz girizgâhtan sonra mutlaka bulunur. Ben de denenmiş, yapılmıştan yola çıkarak bu cümleyi kuruyorum. İşte bu da bir önyargı ama. 

Geçen akşam İngiltere'deki ablam aradığında, çok üzgün ve ağlamaklıydı. Telaşlandım, acaba bir şey mi oldu diye. Ablam iyi bir eğitim almış, yazdığı birçok kitabı olan, üniversitede akademisyenlik yapan, kendini geliştirmiş bir insan. Yeğenim de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nü iyi dereceyle bitirdi, mastırını çok iyi bir okulda yaptı ve şu an İngiltere'de iyi bir üniversitede doktora yapıyor. Sevgili yeğenim, Belarus'tan bir kızla başını belaya sokmuş. Nikâhı ailesinin onayı olmadan basmış. Ablam ağlıyor.

Farklı kültür olduğundan, cinselliğin onlar için ışığı kapatıp açmak kadar basit görüldüğünden  tutun, başka şeylere kadar; yani hepimizin kafasındaki toplumsal önyargıları siz de sıralayabilirsiniz benden önce. Baltacı ile Katerina hikayelerinden başlayıp istersin duj (dolar) verirsin, yüz kuruştan devam edip "Bizim bir arkadaş karısını Rus'la aldattığı için boşandı" dan nerelere kadar gider, tahmin edersiniz. Ablamı teselli etmeye çalışıyorum, nafile. Çok üzgün. Ona yıllar önce enişteme ailemiz karşıyken, "Biz kızımızı sana vermeyiz" dediklerinde farklı argümanları vardı. Felaket kavgalar oldu ama eniştemin evimizin en merhametli en tatlı damadı çıktığını bunun önyargı olduğunu söyledim.

Bırak, belki boşanır. Üzme kendini. Sen oğlunun yanında ol, kıza da sıcak davran, gerisini zamana bırak bile dedim. Annem bir saat sonra arıyor sanki kıyamet kopmuş gibi. "Ah kızım nasıl olur" diye. Kardeşlerim ha keza. Eniştem de "Aynı benim kaderim" deyip duruyor... Ona hiç kıyamam hiç dilini bilmediği, inatla da öğrenmek istemediği bir ülkede sadece ablamın üniversite hocalığı ve çocuklarının eğitimi için kalan, ablama üniversiteyi okutan, her zaman yanında olan çok tatlı bir insan. O da bir erkek.

Gazetelerin üçüncü sayfalarına konu olan erkekler de var tabii, işte bu da yine hepimizin kafasındaki erkek tipinden değil. Düğün yapamam memlekette diyor, üzülüyor. 

Ben de "Valla gelirim, düğünde çiftetelli oynar, göbek atar, halay da çekerim. Düğünü üç gün üç gece yaparım"  Ertesi gün yeğenimi aradım. Hani bana "Yemin ederim teyze, manitam yok" diyordun kerata. Niye söylemedin?

Hayırlı olsun, tebrik ederim. Ver bakalım, yengemizle konuşayım, dedim. Güldü. Meğer yenge de Türkoloji okumuş Belarus'ta. Türkçe biliyormuş ve Türkiye'de tanışmışlar. Yeğenim doktoraya gidince yenge de mastır için oraya gitmiş. Şeref listesinde falan yani. Onları anlıyorum.

Hepimiz kendimizi korumaya alırız, hele yabancı bir ülkede, çocukların savrulmaması, aile bağları, gelenekler, kaybetme korkusu. Akademisyen olmasına ragmen bu kadar üzülmesini anlıyorum. Nazım'ın sözünü andım: Biz çocuklarımızdan geri, babamızdan ileriyiz. Bazen ileri de olamıyoruz galiba.

Aynı babamın tepkileri. Hayat ne kadar kısa ve herkesin bir hayatı var. Buna koyduğumuz sınırlar, engeller ne kadar tatsızlaştırıyor yaşamı. Oysa bu toplum Hürrem sultanları seviyor, Muhteşem Yüzyıl'ı izliyor. Geçenlerde okuduğum bir haber doğruysa Alanya'da 30 bin Rus'un 18 bini gelinmiş. Bir bakanımız demiş ya kültür aynı diye biz sahipleniyoruz Rus gelinleri. Aynı olmasına da gerek yok. Zaten insan ve değerleri olmak, sevgi önemli diye düşünüyorum. 

Her şey gözümün önünden geçiyor, Kuyruklu Kürt, Ermeni dölü, gavur İzmir, kızıl baş mısın sen, pis Çingene, Yahudi tüccar; daha neler neler. 

Hayatım önyargılarla savaşmakla geçti. Hâlâ bırakın Kürtçeyi, tek bir Türkçe şarkımın bile radyolarda çalınmayışı, tv kanallarının ambargoları, bu yaşadığım acı önyargı ve düşmanca bakışın ürünü değil mi? Bir gün hepimiz birbirimizi önyargısız ve koşulsuz sevebilecek miyiz yoksa Freud amcanın yolunda garantici, kendimizi korumaya almak için saçmalamaya devam mı edeceğiz? Umut ediyorum, bu değişecek. 

Yazımın sonunda bu konudaki geyiklerden bahsetmek istiyorum. Bir kız arkadaşım sporda diyor ki "Yahu bu Ruslar yüzünden evde kaldık. Gerçi 40 yaşında çöküyorlar ama reytingleri var. Zaten erkeklerin çoğu da gay oldu, kaybettik. Geri kalanı Ruslarla evlendi. Biz avucumuzu yaladık (Bunu diyen de müthiş güzel bir kız). Deme öyle, onlar bizim tarihsel yengelerimiz, dedim. Ayrıca kategorine göre birini seçersin. Eğitimsizini ister misin dünyadan bihaber boş biriyle olur musun? Hayır, o halde dert etme. 

İkinci espri, beni güldürebilen tek adam Cem Yılmaz, zekâsıyla döktürmüş yine. Çok yaşlı bir adam Rusya'ya vizenin kalkmasına sevinmiş. " oh be vize kalktı" falan demiş.

Cem Yılmaz'ın, "Yahu bu amca vize kalkınca her şey kalkacak zannetti" esprisine çok gülmüştüm.  

Hepimizin güleceği zamanları çoğalsın.