02 Haziran 2018

Seçimlere doğru

Halkımız büyük bir göreve hazırlanıyor. Unutmayalım ki, 25 Haziran ve sonrasında birlikte yaşayacağız!

Önümüzdeki dördüncü Pazar, 18’inci kez çok partili rejim içinde oy vereceğiz. Ben, 1950’deki ilki hariç bu seçimlerin hepsinde oyumu kullandım. Bunları halkımızın seçim deneyimine sahip olduğunu hatırlatmak için yazıyorum.  

Genellik, eşitlik, serbestlik, gizli oy açık tasnif ve yargı denetimi olarak özetlenebilecek seçim ilkeleri Anayasamızda ve kanunlarımızda yazılıdır. Anayasamızda bir de, “Seçim işleri, seçim kurullarınca yürütülür” genel kuralı bulunmaktadır.

İlkelerin yasalarımızda yazılı olması kadar, onların halk tarafından içselleştirilmesi de önemlidir. İlke ve genel kurallar yasalarda yazmadığı zaman her yerde aynı uygulanmaz, kişisel yorumlarla asıl amacından uzaklaşılır. Yasalarda yazıp, toplumca benimsenmediği durumda da, her yerde uygulanmaz, ters davranışlar içine girilebilir ve yasalara ilkelere ters kuralların konulması kolaylaşır.

2011 yılından başlayarak, düne kadar; 2011 ve 2015 milletvekili seçimlerinde, 2014 yerel seçimlerinde, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 2017 Anayasa Halkoylamasında seçimlerin temel ilkeleri, yargı denetimi, seçim işlerinin seçim kurullarınca yürütülmesi ve kanunlardaki diğer temel kuralları; bazen Anayasa’ya açıkça aykırı yasalarla; bir o kadar da devlet yöneticilerinin ve diğer siyaset adamlarının bizzat fiil ve sözleriyle, adım adım görmezliğe gelinmiş ve törpülenmiştir. 

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)’in nasıl adlandırdığını ve yöneticilerimize ne dediklerini bilmiyoruz, ancak seçim sistemimizin birçok sorunları olduğu açıktır.

Bunlara bazı örnekler vermek istiyorum:

Eşitlik ilkesi örneği iç acıtıcıdır:   

2011 yılından sonraki seçimlerde televizyon yayınlarının eşitlik ve adalet içinde yapılmasına dair Yüksek Seçim Kurulu'nun ilke kararı, adı konulmadan ve hiç söz konusu edilmeden görmezliğe gelinmiş, uygulanmamıştır. TRT Kurulu YSK’nın kararları üzerine hiçbir uygulama yapmamıştır.

Bir hafta kadar oluyor, bir gün saydım, Cumhurbaşkanının ve Başbakanın sıfatlarının gereği olmayan toplantılarda yaptıkları propaganda amacı açık konuşmaları baştan sona, sayabildiğim onüç kanalda canlı olarak ve gün boyunca dörder kez yayınlandı. TRT için, özel kanalların sahipleri için, kanalların idare merkezlerinin bulunduğu yerin seçim kurulları için, savcıları için, bunları bırakın 56 milyon seçmen için, “ayıp” denilebilecek bu durumda “eşitlik” ilkesinden bahsedilebilir mi? 

İlk yıllarda eşitliğin olmamasının örnekleri gazete haberleri arasında yer alırdı; günümüzde “halk değerlendirir” anlayışıyla gülüp geçiliyor.

Halkın ilgilenmediği önemli bir hukuk dışılık örneği de vermek istiyorum:

2014’de Cumhurbaşkanı, başbakan ve parti başkanlığı bir kişide birleşmiştir. Oysa Anayasa’nın 68’inci maddesinde, Cumhurbaşkanı seçilenin “partisiyle ilişkisinin kesilmesi” ve milletvekili ise “milletvekilliğinin sona ermesi” hükmü yer almaktaydı. Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları açıklandıktan sonra, anayasanın görevi biten Cumhurbaşkanı'na, Meclis Başkanı'na, cumhuriyet başsavcısına verdiği görevler yok sayılmıştır. Seçim sonuçlarının açıklanmasıyla ant içme arasında geçen 15 gün karışıklığa terk edilmiştir.

Son yedi yıl içinde, Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunundan başlayarak, seçim kanunlarında yapılan birçok değişiklik ile, seçim ilkelerine aykırı kanunlar Meclisten geçmiştir. Bunların son örneği, geçen Mart ayındaki 7102 nolu Kanundur. 

Bu Kanun; sandık kurullarını ve ilçe seçim kurullarının yapısını değiştirmiştir.

Ayrıca, sandık mührü bulunmayan zarfların geçerli kabul edilmesi hükmü, ayrı bir sorun yaratmıştır. YSK’nın hazırlayıp ilçe seçim kurullarına ilettiği zarfların, sandık kurullarında mühürlenerek, o sandık seçmen listesinde adı olanların o zarfa oylarını koymaları ayrıntı gibi görülecek çok önemli bir kural idi. Bu ayrıntının kaldırılması, içinde oy pusulası bulunan zarfların dışarıdan getirilip, sandığa atılmasını mümkün kılmıştır. Bu durum seçim ve oy güvenliğini bütünüyle tehlikeye atmıştır. 

Kanuna konulan yeni hükümlerle polis ve jandarma, sandık başında olay çıkaranları, sandık alanında propaganda yapanları ve broşür taşıyanları, sandık kurullarının isteği veya haberi olmaksızın sandık başından uzaklaştırabilecektir. 

Sadece bu hüküm, sandık ve dolayısıyla seçim güvenliğinin idareye bırakılması sonucunu verir.

Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimleri oy pusulalarının aynı zarfa konulması da tek kelimeyle anayasaya aykırıdır. Farklı iki seçimde seçmenin iki oy pusulasını birlikte hazırlayıp aynı zarfa konulması ilk kez yasallaştırılmıştır; bu, seçmen iradesini değiştirme girişimidir. 

Bu Kanun valilerin isteği üzerine, YSK’nın, bazı mahallelerin seçmen listesinde yazılı seçmenlerin, başka mahalle listelerine taşınmasına imkan vermişti.

Bu imkanla YSK geçen hafta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun 18 ilinde, valilerin talebi üzerine, 144 bin seçmenin uzak yakın demeden başka mahallelerin seçmen kütüğüne taşınmasına karar vermiştir. Bu illerin çoğunda il seçim kurulunun görüşü dahi alınmamıştır.

YSK’nın biri başkan vekili olmak üzere üç üyesinin karşı oy yazıları, bu kararın seçim kanununa aykırılığını açık biçimde göstermektedir: “… seçmen sayısı ve taşınmasına karar verilen yere olan uzaklığı nazara alındığında, hakkın kullanımının özünü ortadan kaldırabilecek şekilde olduğu dikkate alınmalıdır. Bu nedenlerle 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri ile 16 Nisan 2017 Halkoylamasında sandık kurulan mahallerde bu kez sandık kurulmamasını haklı kılacak özel sebepler ortaya konulmaması karşısında sandıkların taşınması ve birleştirilmesine ilişkin sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.”

Bu Kanun değişikliğinin yarattığı kanunsuzluktan daha çok, habercisi olduğu kanun değişiklikleri tehlikelidir. 

Bu hükümler, bu güne kadar söz konusu olmayan “seçim güvenliği anlayışı” getirmiştir.

Nitekim geçen ay İçişleri Bakanlığında bakan ve memurlardan “Seçim Güvenliği Komisyonu” oluşturulmuş, bütün ülkeyi kapsayan genel ve yerel kararlar alınmış ve uygulamaya konulmuştur.

Seçim Güvenliği Komisyonu’nun kararları yayımlanmamış; kararları YSK’ye herhalde bildirilmemiştir. 

Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, bazı valiler, hatta İktidar Partisi üst ve alt yöneticileri, “seçim güvenliği” bahanesiyle “seçim işlerini” düzenleyen görüş ve kararlarını fütursuz açıklamakta, idari birimler de bu kararları uygulamaktadırlar.

Özetle, 24 Haziran’a seçim ilkelerinin hepsini ufalamış veya yaralamış olarak gidiyoruz.

Halkımız büyük bir göreve hazırlanıyor.

Unutmayalım ki, 25 Haziran ve sonrasında birlikte yaşayacağız!

Yazarın Diğer Yazıları

CHP'nin tarihi görevi

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, CHP’nin önüne demokratikleşme devrimi sorumluluğunu bir kez daha getirmiştir

Ne ararsak onu buluruz…

Türkiye’de demokratik bir parti yoktur!

Adalar'daki atların özgürlüğü!

Demokratik sistem de, dikta da sonuçta yönetim ister; yerinden yönetime geçilmeden bir ülke yönetilemez