08 Ocak 2018

Devlette devamlılık esastır: Sabahattin Ali 69, Metin 22 yıl, Murat ise iki ay önce öldürüldü!

Bırakalım günün güç odaklarını, yeni bir sistem var etmeye yoğunlaşalım...

Düşünün; daha ana rahmine düştüğü andan itibaren bir evlat bir ana için ne ifade eder, iyi düşünün.

Bir anasınız evladınız veya evlatlarınız var, onları büyütüp hayata kazandırmak için varınızla yoğunuzla çalışır çabalarsınız.

Bu mücadele yolculuğunda da tamamen yalnızsınızdır.

Yalnız derken yaşayan aile fertleri dışında bir yalnızlıktan söz ediyorum. Yani çoğunlukla devlet yanınızda değildir.

Sağlık desen, eğitim desen, sosyal haklar desen, emekli maaşı desen, sigorta desen, asgari ücret desen, anne-çocuk güvenliği desen hepsi tartışmaya açık...

Hele garibansan, hele sesini soluğunu çıkartacak gücün yoksa yaşadığın bile fark edilmez.

Çocuğun haksızlığa, bir istismara mı uğradı, hastalandı mı, bir kaza bela mı geldi başına? Hepsinde yalnızsın.

Devlet filan oralarda yok.

Belki de çok ihtiyacın var elinden tutulmasına, bir konuda da kolaylık sağlanmasına, devletin bir imkân yaratmasına belki de muhtaçsın ama yalnızsın...

İşler çoğunlukla böyle yürür ülkede.

Ama ne zaman ki oğlun veya kızın gazeteci olur, düşünce insanı olur, eli kalem tutar, yüreğine doğrunun ve haklının yanında olma ateşi düşer, cevval bir foto muhabir, fişek gibi bir muhabir olur...  Dürüst bir insan olur, diyelim her şeyden önce! Bir iki dosya çıkartır ortaya, haber yapar, yazı yazar işte o gün evinizde, ailenide yeni bir karar verici vardır, o da devlettir.

Çoğunlukla 'Hanım sustur bu çocuğu' diye girer devreye.

Bunu açıkça söylemeye de hiç ihtiyacı yoktur, zira iliklerinize kadar hissettirecektir.

Anaların yüreğine önce 'eyvah bu çocuğu yakacaklar' korkusu düşer.

Sonra uykusuz geceler başlar.

En son çalan her telefondan korkmaya başlar analar..

Bu bizim ülkemizde her dönem yaşanan bir durumdur.

Bu ülkede gerçek manada gazetecilik yapan her evladın anası bu korkuyu hissetmiştir ve hissetmeye de devam edecektir.

Devirler değişir, dönemler değişir, siyasi görüşler değişir ama tek bir şey değişmez, o da bu ülkede devletin 'düşünce' karşısındaki işleyişidir.

Metin Göktepe öldürüldüğünde 28 yaşındaydı.

Gazeteciydi.

Muhalifti.

Evrensel gazetesinde çalışıyordu.

Metin Göktepe'yi gözaltına aldılar ve döve döve öldürdüler.

Polis memurlarından biri diğerine "Gazeteci bu, özel muamele" demişti ve aynı işkencecilerin elinden sağ kurtulan tanık daha sonra o anı aktaracaktı...

Cesedi teşhis eden ailesi ağır darp izlerini  görmüş, Metin'in işkenceden geçtiğini anlamıştı.

Önce gözaltına aldıklarını inkâr ettiler

Sandalyeden düşüp ölmüş, dediler.

Sonra gözaltına alınmış ama duvardan düşüp ölmüş, dediler.

Sonuçta katilleri her tür "iyi hâl"den, her tür aftan, her tür imkândan yararlandı ve sadece 1 yıl 8 ay cezaevinde kaldı...

Bilmem belki gözünüzden kaçtı, ama aralık ayında çok vahim bir haber daha düştü ajanslara. O haber Murat Araç'ın ölümüydü.

Murat Araç 19 yaşındaydı.

Yol kontrolünde gözaltına alınmıştı. 

Ailesine cesedi teslim edilmişti.

Cesedi teşhis eden aile;

Gözünde morluklar, kafasında 16 dikiş olduğunu beyan etti.

Fakat yetkililer "Burada talihsiz bir kaza yaşandı" dediler..

"Oğlunuz balkondan atladı ve öldü!.."

Biz, yani bu ülkenin insanları, "gözaltında düşmüş/atlamış ve ölmüş" dendiğinde sadece Metin Göktepe'yi hatırlarız. Tıpkı birçok farklı olayda farklı arkadaşlarımızı hatırladığımız gibi!

Takdir edersiniz ki "gözaltında kaybedilenler" konusunda da belleğimiz oldukça sağlamdır!

Bugün Metin'in öldürülüşünün 22. yılı, Murat öldürüleli ise 2 ay dahi olmadı.

Türkçenin en büyük seslerinden Sabahattin Ali'yi hatırlayın. 1948'de öldürüldüğünde 41 yaşındaydı. "Milli Emniyet" için çalıştığını açıklayan ordudan atılma inzibat başçavuşu Ali Ertekin, Sabahattin Ali'yi "milli hislerle öldürdüğünü" söyledi ve sadece 4 yıl ceza aldı. Üstelik 4 yıl da cezaevinde yatırılmadı, yargılandığı yıl çıkarılan afla salıverildi!

Devlette de, derin devlette de; Sabahattin Ali öldürüldüğünde başka kadrolar vardı, Metin öldürüldüğünde başka kadrolar, Murat öldürüldüğünde ise bambaşka...

Bizler ise hep mevcutla mücadele, mevcuda muhalefetle meşgulüz.

Oysa sorunumuz bir sistem sorunudur. İktidarlar gelip geçtiğinde de, onların kurdukları devletler, alt yapıda çalışan "derinler" değiştiğinde, yenilendiğinde de baki kalan, işleyişini sürdürebilen bir sistem.

Yeni bir sistem için mücadele etmek, yeni bir sistemin kurulmasını düşlemek gerek.

Şüphesiz ki 1940'ta Nazım Hikmet'i, 2017'de gazetecileri/yazarları tutuklayan sistem de aynı sistemdir, zihniyet de aynı zihniyettir!

1948'de Sabahattin Ali'yi, 1996'da Metin Göktepe'yi öldüren sistemle 2017'nin son ayında Murat Araç'ı öldüren sistemi de farklı değerlendiremeyiz.

O yüzden bırakalım iktidarları, bırakalım günün güç odaklarını ve yeni bir sistem var etmeye yoğunlaşalım.

Zira tek çıkış yolumuz yeni bir sistem yaratmaktır!

Yazarın Diğer Yazıları

Kobani duruşmasında umut yeşerten tek hamle "yeni CHP"den geldi!

Kobani davasının geleceğe dair umut yeşerten hamlesi, CHP’nin duruşmayı izlemek üzere bir heyet yollaması oldu. Yeni CHP, "Barış masası olacaksa kimse bu masa için Erdoğan’a mecbur değil" mesajı vermeye devam ediyor. Umarım bu tavrı tüm siyasi tutukluların davalarında da gösterirler…

Türkiye'de âdetten değildir ama, bu bir özür ve özeleştiri yazısıdır!

Politik bir tutum olarak sandığa gitmedim… Ülke insanına, sandığa topyekûn bir inanç kaybı ve küskünlük yaşadığımı anlayamamışım… Küserek hakkımı aramaktan vazgeçme noktasına savrulmuşum, bunun özeleştirisini vermekle yükümlüyüm… Ben bu seçim sonuçlarını öngörememiş olmanın özrünü değil, insanımıza dair girdiğim bu inançsızlaşma süreci için özür diliyorum… Ve evet CHP'de 'iyi çalışan' o azınlığı görmezden geldiğim için de o CHP'li azınlıktan özür diliyorum…

Gökhan Zan’ın sorumluluğu Erkan Baş’ta da değilse kimdedir?

Çevrelerinden kimseyi bir Gökhan Zan kadar beğenememiş olduklarından, adayları üstelik de böyle kritik bir kentte, bu kişi olmuş-olabilmiş… E tabii ‘Kaf Dağı’ tenha olur, şüphesiz!.. TİP’i uzun zamandır böyle açıktan konuşmak -masalarda bırakmamak-gerekiyordu aslında. Elbette hepimiz her şeyin farkındayız, belki de sizlerin vekillik kariyerlerinden uzundur buralardayız! Ama dinlemediniz, ama duymadınız, ama sözüm ona yasakladınız!