15 Aralık 2023

On altı

Seninle yan yana yürürken istesem de istemesem de çokluk senin hakkında, ikimiz hakkında düşünürüm. Türlü şeyler anlatırım sana, bazen sesli olarak, bazen içimden. Gözüne güzel manzaralar ilişsin, kulağına hoş-avaz kuşların nağmeleri dolsun isterim. Dünyayı beğendirmeye çalışır, sanki sana "bak bu da var!" der gibi ilginç şeyleri işaret ederim

Bir arkadaşım yan yana yürümenin konuşmak için ideal bir durum olduğunu söyledi. İki taraf da dikey durumda, uzağa, ufka doğru bakıyor. Sessizlik herhangi bir sorun yaratmıyor, çünkü zeminde zaten yürüme eylemi var, boşluğu yumuşakça dolduruyor. Karşı karşıya konuşurken olduğunun aksine bakışların yorucu baskısı yok, biriyle berabersin ama bir parça kendi halinde, kendi dünyanda hissetme imkânın var. Konuşmak asıl niyet edilen iş değilse, ihtiyari ise, yürürken müzik dinlemek kabilinden ilave bir hoşluksa, derli toplu olması da gerekmez. Serbestçe yürürken serbestçe konuşulabilir.

İnsanın unutmadığı ama hatırlayamadığı o eski zamanlarda yitirdiği bir his var. Ruhsal bakımdan bir başkası ile tam anlamıyla hemhal olmak, bir olmak hissi. Büyümek, bu birliği bırakmaya mecbur kalmak, artık kimse tarafından tam anlamıyla anlaşılamıyor olmak ve bunu fark etmek demek. Ama bu kayıpla birlikte kazanılan bir şey de var, kendine ait ve kendisi için bir kişi olmak. Bir bakıma insanın kaderi olan tek başınalığa dayanabilmek için, kayba karşılık elde edilen bu müstakil olma hazzına ihtiyacımız var.

Eser: David Altmejd / Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi (Fotoğraf: Aylin Kaplan)

* * *

Seninle yan yana yürürken istesem de istemesem de çokluk senin hakkında, ikimiz hakkında düşünürüm. Türlü şeyler anlatırım sana, bazen sesli olarak, bazen içimden. Gözüne güzel manzaralar ilişsin, kulağına hoş-avaz kuşların nağmeleri dolsun isterim. Dünyayı beğendirmeye çalışır, sanki sana "bak bu da var!" der gibi ilginç şeyleri işaret ederim. Bazen sadece bir gölge olmak gelir içimden, o kadar fazla gibidir varlığım.

Hayalimde dans ettiğini kurar ya da bedenini iyi kullanarak yapabileceğin etkinlikleri tasavvur ederim. Bazen sana diksiyon dersleri aldırırım, bazen huşu içinde müzik dinletirim, kimi zaman hoşuna giden bir roman okuturum, nefis bir tabloya baktırırım, güzel bir ağacın gölgesinde dinlendiririm, arkadaşlarınla gülüşmeli konuşmalara daldırırım. İnsanlarda ve insan ilişkilerinde ne zenginlikler olduğunu bilmeni ister, seni sevdiğim kişilerle tanıştırırım. Bir ustanın yanında çırak eder, ondan feyz almanı dilerim.

Bazen bütün bunlar fazla gelir, kararı kaçırdığımı düşünüp korkarım. Müstakil kalman için geriye çekilmem gerektiğini hissederim, aklıma aşırının zıddına yönelebileceği fikri takılır. Ama sevginin aşırısı mı olur diye kendime itiraz ederim. Gerektiğinde ya da karşındakinin ihtiyacı olduğunda (en azından ifadesinde) kendine sınır koyamayan sevgi pekâlâ rahatsız edebilir diye çıkışırım bu itiraza.

Bazen, yürürken ikimizi de tuhaf bulurum. Geçen yıl, "şehrimizde aksak titrek dolaşan iki yoldaş" olduğumuzu yazmıştım, bu tarifin garip bir biçimde yerine oturduğunu düşünürüm. Bu halimizi sevdiğimi fark ederim, yüzümü yere eğip gizlice gülümserim. Şehrimizde muhavere ederek hoş-revan dolaşan iki müstakil, iki kafadar olmak içimi ağartır.

Yürümeye devam ederiz. Başımı çevirip sana şöyle bir bakarım, on altı olmuşsun.


TIKLAYIN | On beş

Yazarın Diğer Yazıları

Muhalif seçmen depresyonda mı yasta mı?

Depresyon bir ruhsal bozukluğa işaret ederken, yas kaybın ardından gelişen normal bir reaksiyon olarak kabul edilir. Ortada kayıp varsa, kaybı inkâr etmek ve yastan kaçınmak sağlıklı değildir

"Hiç" oldum Muvakkit

Muvakkit'in zihninin içinden süzülen şöyle bir cümle duydum: "Hayatında sadece acı varsa, hiç acı yoktur". Üstelik sormadan anladım ki, bununla acının fazlalığından kaynaklanan bir kayıtsızlık halini kastetmiyordu. Tuhaf bir fikir diye düşündüm, ama bir açıklama istemedim. Öylece kalmaya, salınmaya devam ettim. İfadeyi tersinden kursaydı, örneğin "Hayatında sadece zevk varsa, hiç zevk yoktur" deseydi, kabul etmek o kadar zor olmayacaktı sanki. Sonra, öylece kaldım ve yavaş yavaş ne demek istediğini anladım. 

Muharrem İnce ve Freud'un fıkraları

Seçimlere kısa bir süre kala bazen kendimi öylesine sıkışmış, cansız ve isteksiz bir ruh haliyle mahut günün gelmesini ve ne olacaksa olmasını bekler bir durumda buluyorum ki, ilgimi başka konulara yöneltmek ihtiyacı hissediyorum. Bu hafta sonu da gündemden birkaç saatliğine uzaklaşmak için Elliott Oring'in Sigmund Freud'un Fıkraları: Mizah ve Yahudi Kimliği Hakkında Bir Çalışma adlı kitabını okuyordum. Kitap beklediğimden hayli farklıydı ve Freud'un incelemek için seçtiği fıkralarla kendi hayat öyküsü arasında ilginç bağlantılar kuruyordu[i]. Öte yandan kitapta incelenen fıkraları okurken zihnimin bunları bir şekilde Muharrem İnce'ye bağlayıp durduğunu fark ettim. Bir iki fıkra sonra da bunu kendim için eğlenceli bir hafta sonu uğraşı haline getirdim. Derken, belki bunu bir yazıya dökebilirim diye düşündüm.