24 Kasım 2016

Seninki zaferse, bana kalan utançtır...

Yapan erkek, cezayı kesen erkek, kanunları yazan erkek, suçlayan erkek, mazeretlere sığınan erkek...

"Sen karanlığı istiyorsun biz ateşi kısıyoruz.
Hazırım tanrım.
Geliyorum.
Hazırım tanrım...
Hazırım..."

Böyle veda etti bize Cohen "amca."

Adamım...

Mucizelerin peşine takılmayı, hep bir mucize beklemeyi ondan öğrendim.

"Benimsin" demeye alışmış erkek topluluğuna "Seninim" demeyi o anımsattı...

Gideli günler oldu.

Ulu çınarlar tüm doğaya saçtı yapraklarını. Sarıya, turuncuya boyandı 

İda'nın her yanı.

Yaprakların hışırtısı, kuş sesleri, kulağımda Leonard Cohen...

"Waiting For The Miracle..."

Kalabalıklar kentlerine çekilmiş, Kazdağları yalnızlığı, huzuru yaşıyordu...

O da huzuru kalabalıklardan uzakta bulmuş, yaşamının büyük bölümünü kendi kendine, bazen inzivada, şiirle, yazıyla, müzikle, hüzünle geçirmişti. Hayatı içinde yaşatmış, içindekilerle bizi sarmalamıştı.

Kazdağları huzuru yaşayıp huzuru yaşatırken, ülke derin ama çok derin bir yarayı konuşuyordu, tartışıyordu, her kafadan bir ses çıkıyor, ama "bam teli"ne dokunmaya kimseler yanaşmıyordu:

Tecavüz...

Sanki bir yerlerde kötü adamlar vardı. Kötü şeyleri onlar yapıyordu. Sanki o iğrenç yaratıklarden kurtulduğumuzda her şey süt liman olacakmış gibi sözüm ona tartışılıyordu bu içler burkan hayatımız...

Oysa uzun, çok uzun yıllardır yok saydığımız, görmezden geldiğimiz, içimize sindirdiğimiz, evlerde sakladığımız, olmamış gibi, yokmuş gibi yaşadığımız bu yara, cerahat toplaya toplaya bugünlere kadar gelmiş, bütün pislikler ortaya dökülmüştü.

Okumaya cesaret edemediğimiz, küçücük çocukların insanı delirten, zıvanadan çıkartan, erkekliğinden utandıran "hayatları" her yeri kaplamıştı. 

Televizyonlarda baş köşeye kurulmuş erkekler, yetkililer ve etkililer,kadına dair ahkam kesiyorlardı.

Meclis'e sunulan akıllara durgunluk veren önerge, sonra geri çekilmiş, sanki kalabalıkların gazı alınmış, kaybedilen eşek bulunmuş, ortalığı zafer naraları kaplamıştı.

Ensest vakalarının belki de çok küçük bir bölümünü bilebiliyorduk. 

Türkiye Ensest Atlasını çıkaran, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu(TKFD) Başkanı Canan Güllü'nün CNN TÜRK Muhabiri Büşra Sanay'a tam beş yıl önce anlattığı ensest olaylarından yalnızca biri bile ne kadar vahim durumda olduğumuzu gösteriyor.

Sizinle birini bile paylaşmaya ne yüreğim, ne beynim, ne ruhum ne de midem elveriyor...

Evlerden, yurtlardan, ıslah evlerinden yükselen çığlıklar tüm ülkeyi kaplıyordu.

Hele sığınılan bir "çare" var ki, insanı delirtmeye yetiyordu.

Analar babalar "evet" dediyse sorun yokmuş...

Sorunun "ağababası" bu...

Tecavüzcülere ne yapacağımıza boğulurken, "aman namusumuzu kurtaralım," "aman bu işten kurtulalım" diyerek ya da belli menfaatler karşılığında küçücük, minnacık çocuklarını onulmaz hayatlara, intiharlara atan analar, babalar ne zaman sorgulanacak.

Bence buradan başlanmalı.

Anaları, babalarınca "vatan kurtaran şaban" olarak yetiştirilen erkek çocuklarına, aslında bir halt olmadıklarını öğretmenin, içselleştirmenin yollarını aramalı.

Evlerin içinde yaşanan inanılması zor olaylara, korkudan ya da ekonomik yetersizlikten ses çıkaramayan kadınların arkasında bir destek olduğunu gösterecek korunma mekanizmaları yaratılmalı.

Erkekler, yaşanılan utançların hepimizin utancı olduğunu, "benimsin" dedikleri kadınların hiç kimsenin "malı" olmadığını artık kafalarına yerleştirmeli.

İstenilmeyen hiçbir şeye dokunulamayacağını, "hayır"a karşı direnilemeyeceğini öğrenmenin zamanı gelmedi mi?

Size çok uçuk gelebilecek bir şey söylesem...

Bir kadın kocasının kendine tecavüz ettiğini belirtip şikayetçi olsa, bu ülkede kaç kişi gülmez çok merak ediyorum.

Tam da buradan başlamalı.

Yapan erkek, cezayı kesen erkek, kanunları yazan erkek, suçlayan erkek, mazeretlere sığınan erkek...

Giderayak ne güzel söylemiş Cohen "amcam." Tam bu günlere göre, tam da biz göre:

"Eli sen dağıtıyorsan ben yokum.
Sen şifacıysan ben sakatım.
Seninki zaferse bana kalan utançtır."

Yazarın Diğer Yazıları

"Sözlerim varsa, var demeksin"

Eğer dokunamıyorsak, içine akamıyorsak, anlaşılmadığımızı sanıyorsak, anlayamıyorsak, iletişim kurmayı başaramıyorsak sözcüklerimizi yeniden gözden geçirmeye, daha derinlere inmeye ihtiyacımız var demektir

Şifreli aşklar...

Kafelerde iki sevgili oturuyor. Siz öyle görüyorsunuz. Aslında onlar çok kalabalık. İki sevgili de ellerindeki "sevgiliye" gömülmüş. Yani masada gezinen yığınla insan, yığınla söz var. İki sevgilinin sözleri arada kim vurduya gidiyor. Gözler zaten birbirini görmüyor

Yarım kaldık, sakat kaldık...

Hayallerimin orasını burasını didikleyip öykülere çeviriyordum. Güzel bir film izlemeye hazırlanıyordum. Ta ki, Birhan Keskin'le burun buruna gelinceye kadar