27 Nisan 2024

Küften kibir, entipüften isyan!

Kibir, hiddet, hızlı kazanç, kayırma kayırılma, diploma, tehdit ve benzerleri açısından “çikolata reyonu”nda buluşan bir toplum, öncekileri saymasak bile, neredeyse çeyrek asırdır bu “hasletler”le yönetildiği halde en iyi ihtimalle ikiye bölünmüştü

Şikâyet edilen küflü çikolata

“Çikolatacı CEO” küflü ürününü teşhir eden tüketiciye kibrini hiddetle kusarak Türkiye’de de “turnusol” tadında bir etki yarattı. Asit bizim bembeyaz kağıdımıza temas etti ve…

İstisnalar dışında, “duyarlı” bir toplumun birlik ve beraberliğini sağladı.

Çünkü;

1. Aşırı kibir vardı ve bunun bir kısmı boş, bir kısmı abartılı eski örnekleri de hemen ortaya çıktı.

2. Tepeden bakış, aşağılama vardı ve sosyal medyada şikayetçi olan tüketiciyi azarladı hatta “hukuki” tehdit savurdu.

3. Yalan vardı, tamam mühendis çıkmıştı ama başka bir eğitim için söylediği tutmuyordu.

4. Yükselme, servet birikimi, köşe dönme vardı tamam, ama çok kısa sürede ve nasıl olduğu belirsiz biçimde.

5. Sermaye ve kazançta  çok hızlı artış vardı; vergi ise komik ötesiydi.

6. Bütün zaafları, kibri ve hırsı sosyal medyada bütün çıplaklığıyla vardı;  herkes tarafından kolayca anlaşıldı, yakalandı!

7. “Başarılı kadınlar” için kötü örnek vardı; kadınlar da tepki duydu, erkekler de, kadın başarısına zaten önyargılı olanlar da, bu düzenin ve milletin “başarısız” saydıkları da.

Çünkü;

1.Aşırı kibirli ve bunun bir kısmı boş ve abartılı insanlardan toplumca hoşlanmazdık.

2. Tepeden bakan, aşağılayan, tehdit savurana tepkimiz büyüktü.

3. Yalana tahammül edemezdik: hele diploma ve benzeri şeyler söz konusu olunca.

4. Kısa sürede, belirsiz biçimde yükselen ve kazanç sağlayanların aramızda yeri yoktu.

5. Sermaye ve kazancı hızla artıp vergi kaçıran, kaçınanların iki yakasındaydı elimiz.

6. Bütün zaafları, kibri ve hırsıyla kendini yıllardır her türlü “açık” edenleri, aramızda olanları, tepemize binenleri hemen yakalardık!

7. “Başarı” kriterimiz her zaman adalet, hakkaniyet, fırsat eşitliği, toplumsal cinsiyet eşitliği üzerinde şekilleniyordu. Bazen de kimlik tabii!

Görüldüğü gibi ilk maddelerin var olmasının objektif şartı ikincilerin de olmasıydı!

Oysa ilk madde grubu ne kadar doğruysa, ikinci madde grubu da o kadar şüpheli!

Kibir, hiddet, hızlı kazanç, kayırma kayırılma, diploma, tehdit ve benzerleri açısından “çikolata reyonu”nda buluşan bir toplum, öncekileri saymasak bile, neredeyse çeyrek asırdır bu “hasletler”le yönetildiği halde en iyi ihtimalle ikiye bölünmüştü.

“En iyi ihtimal” diyorum, çünkü mesele sadece seçimlerdeki oy oranları filan değil; mesele muktedir kibrine karşı kimi muhalefet biçimleri veya kimi muhalif insanlar arasında da “karşı kibir”in de köklü biçimde varlığı.

“Muhafazakâr iktidar”ın hiddet dolu kibrinden nefret eden kimi paşanın, kimi patronun, kimi gazetecinin kibri gibi mesela.

Kibre karşı tevazuu, yalana karşı doğruyu, haksız ve hızlı kazanca karşı adaleti, küfe karşı temizliği, küfre karşı terbiyeyi, adaletsizliklere karşı adaleti cidden, yürekten, esastan talep eden, bunda ısrar eden bir toplum olabilseydik…

Bu hem doğru tarih bilgisiyle, hem adil bir vicdanla, hem haksızlıklara ısrarlı isyanla, hem de her kibir, hiddet, nefret ve şiddet mağdurunun yanında saf tutmamızla kendini kanıtlar durur; kibir imparator ve imparatoriçelerini püskürtürdü.

“Turnusol” kibirli, hırslı bir insanın; arsızlıkların asidini bazını hemen ayırdı. Lakin bizi de aldı, ikiyüzlülüğümüzün anıt vakalarından biri olarak yarın hızla unutulacaklar tarihinin sayfalarına ekledi.

Çocukları süt içemeyen, milyonlarca çalışanı, emeklisi eve et bir yana, ekmek getirmekte zorlanan ama hala ciddi çoğunluğu bunun sebeplerini idrakte zorlanan bir toplumsanız…

Muktedir kibrin bir gün muhaliflere, bir gün itiraz edene, bir gün kimi gence, çocuğa, kadına, LGBTİ artı bireylerine hiddet ve şiddet kustuğu bir ülkedeyseniz…

Karakol kayıplarının kemiği dahi bulunamayan çocuklarına, deprem enkazının DNA’sı bile kayıp evlatlarına duyarlılığı gelişmemiş insanlarsak…

Kin ve intikam mahkumu kimse için topluca tavır alamayanlarsak…

Ailede, mahallede, okulda, işyerlerinde, askeriyede evlatları ezilen, tüketilen, hiddete, sınıfsal, etnik, statü ve rütbeye dayanan veya cinsiyetçi ayrımcılıklara  maruz çocuklarınız var ve buna isyan bir yana, bu konuda izan ve insaf bile şüpheliyse…

Bu ülkede haksız, adaletsiz, hızlı, gaspçı, soyguncu, hatta kanlı servet birikimine dair bilginiz bir yana, sorunuz bile pek yoksa…

“Çikolata” sadece küflü kibrin değil, küfürden düzenimizin ve hayatımızın da turnusolü.

Bir de ürünü raflarından hemen kaldıran “duyarlı” piyasa azmanı, etiket uzmanı, kuruş kuruş cüzdan kemirme üstadı, çalışanını zincirleyen veya hemen sepetleyen o market zincirleri yok mu! (Bir de kahve haraççısı zincirler!)

Tanrım, böyle nefis bir duyarlılık, böyle çikolata tadında bir dürüstlük, böyle paket paket adalet duygusu da raflarında indirime girmiş olabilir mi ki, esasında pek ihtiyacımız olmasa bile sepete atıversek, amma da ucuzlamış diye!

Kendimizi kandırmak ve sınıfsal veya vicdani olarak gösteremediğimiz tüm uykulu, uyuşmuş öfkelerimizi dürtüp (sonra uykuya yatana kadar) uyarmak, uyandırmak için “Çikolatacı CEO” hoş geldi!

Hangi düzenin, hangi iktidar biçimlerinin, hangi kibir toplumunun, hangi küflü düzenin, hangi yalan cehenneminin bir ısırıklık minik eşantiyonu olduğunu görmemiz şart değil.

Öfke kusarken bile kendimize bir iki soru sormamız hiç şart değil!

Birey ve toplum olarak boy aynasına gelemeyiz; ara sıra hep birlikte taşlayacak cam çerçeve yeter de artar bile.

Not: Şahsınıza almayın, olur mu? Öyle genel bir yazı işte!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aklı ve duyguları esir düşürmemek!

Bu dayatmalara, bu esaret zincirine, bu zihinsel ve duygusal işgale karşı, gerçekten ülkeleri ve çocukları için özgür, adil, hakkaniyetli, bilime ve eleştirel düşünceye dayalı bir gelecek isteyen aileler "evde eğitim"e de önem vermeli. Ne yapıp edip önce öğrenerek belki; zaman ayırarak sıkılmadan

Av avlayanın, Kemer bağlayanın!

Bu 1 Mayıs'ın en büyük kazanımı, yüzlerce polisin kemer önündeki "selfie"si oldu. Böylece bütün dünya, küçücük kalmış polislerin üzerinde heybetiyle yükselen, sessizce asırları devirmiş, imparatorların, imparatorlukların düşüşüne tanık olmuş Bozdoğan ya da Valens Kemeri'yle tanıştı. Tarihe bir "Game of Thrones" sahnesi bırakmış oldu devletimiz

Siz yokken de 1 Mayıs vardı!

1 Mayıs sonsuz rakamların ilk sayısıdır; sonsuz imkanların, sonsuz hayallerin, sonsuz umutların, sonsuz dayanışmaların, sonsuz mücadelelerin, sonsuz devrimlerin! 1 Mayıs, yılbaşı değilse bile, Umutbaşı'dır