25 Mayıs 2017

Bu sefer vicdanı tutukladınız!

Ne istiyorsunuz, ekmeğinin peşine düşmüş bunun için canlarını ortaya koymuş bu iki insandan?

Doğrusu bu kadarını kimse beklemiyordu, hepimiz iki canın derdine düşmüştük, yediğimiz içtiğimiz boğazımızdan gitmez olmuştu. Nuriye ve Semih’in sağlık durumları giderek bozuluyordu. Ah, daha da kötüleşmeden bir şeyler olsa, bir adım atılsa, bu iki insan açlık grevine son verip yeniden işlerine normal hayatlarına dönebilseler diyorduk.

Doğrusu kimse, aylardır “işimi geri istiyorum” diyerek sokakta olan bu insanların açlık grevlerinin 76. gününde sağlıkları giderek bozuluyorken, gece yarısı evlerinin basılacağını sürüklenerek gözaltına alınacaklarını beklemiyordu, hele ki tutuklanacaklarını…  Hiç ! Ne akıl ne vicdan bu kadarını kabul edebilir çünkü.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça kendilerine yapılmış açık bir haksızlığa karşı aylardır sokaktalar, toplantı ve gösteri yapma haklarını kullanıyorlar, yine kimsenin bir şey diyemeyeceği, uluslararası sözleşmelerle bir hak olarak kabul edilmiş açlık grevi yapıyorlar, 76. gününe gelmişler. Bu insanların sesine kulak vermek yerine devletimiz hayır yapamazsınız diyor, türlü yollarla engellemeye çalışıyor, olmadı hapse gönderiyor.

İşlerine geri dönebilmek için kendi canlarını ortaya koymuş bu insanları tutuklamak da ne demek?
Bu artık vicdanın tutuklanmasıdır.
Ne istiyorsunuz bu iki insandan?
Sizi korkutuyorlar mı?
Neden korkuyorsunuz?
Bunu hukuk adına mı yaptığınızı düşünüyorsunuz? Bu hiç inandırıcı değil.

Biz hukuktan çoktan umudu kestik, onun işleyişi kendince net, “hukuksal” olma gibi bir kaygısı bile kalmadı artık. Kafka’nın karanlık mahkeme koridorlarının yerinde aydınlık “adalet sarayları” var sadece, sistem aynı işliyor. Eğer muhalifsen ne yaptığının, ne istediğinin, nasıl istediğinin bir önemi yok; polis evini basıyor, savcı tutuklama istiyor, mahkeme de tutukluyor. Senin cezaevinde olman gerekiyorsa orda olmalısın. Bunları biliyor ve yaşıyoruz, tutuklamalar artık “hukuken” yapılan bir işlemden çok, birilerinin içerde tutulması (hem muhalefetinin engellenmesi hem de cezalandırılması için) şekline dönüştü.

Mahkemenin tutuklama gerekçesi sanırım hukuk tarihine geçecek örnek cümlelerle dolu. Bunu anlamak için hukukçu olmaya gerek de yok. Ne demek “tutuklanmamaları adaletin işleyişine zarar vereceğinden…” Bu hukuksal bir gerekçe olabilir mi? Yani bir insana “senin özgürlüğün devletin adaletinin işleyişini bozuyor, sen hapiste olmalısın” diyorsunuz. Bu gerekçeyi herkes için söylemek mümkün. Neden bozuyor, nasıl bozuyor, adaletin işleyişi benim özgür ya da tutsak olmama mı kaldı? Tabi bu soruların cevabı yok. Hukuksal gerekçe kaygısı olmayınca da karar metni adeta “üfür gitsin” olmuş: Eylemlerinde ısrar etmeleri konusundan “Terör örgütü” üyeliği suçlamasına, internetten paylaşılan fotoğraf ve görüntülerden de “üzerlerine atılan suçları işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin var olduğu” sonucuna ulaşılmış.

Şimdi haksız hukuksuz yere ellerinden alınan işlerini yeniden kazanmak için canlarını ortaya koyup 76 gündür açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yı tutuklayan bu mahkeme kararının diline, mantığına, yasalara uygunluğuna, adaletine AKP trollerinden başka kim inanır?  Sorgulama sırasında sorulan şu sorular nedir? "Ölüm orucu eylemi yapmanız konusunda size ne tür menfaatler sunulmaktadır? Yaptığınız eylemlerle hak arayışından uzak halkta kin ve nefret uyandıran eylem tarzı yapmanızın amacı nedir? Ülkemiz genelinde eylem birlikteliği yaparak ülkemizde gezi türü olaylar mı başlatmak istiyorsunuz?" Bu sosyal medyada at koşturan trollerin diline ne çok benziyor değil mi, bir şunu sormadığı kalmış “aslında siz gizli gizli yemek yiyorsunuz değil mi?”

Hukuk filan hikaye, bu siyasi bir karar; iktidarın korkularının, mahkeme sonucuna dönüşmesinden ibaret.
Hukuk adına, insaniyet adına, uygarlık adına utanç verici bir karar.
Bu sefer vicdanı tutukladınız çünkü.
Bu öfkenizin, bu nefretinizin, bu vicdansızlığınızın bir sınırı var mı?
Ne istiyorsunuz?
Kimsenin sesi çıkmasın mı?
Siz “terör” bahanesiyle KHK’lerle ülkeyi yönetin, ortada hak hukuk kalmasın, on binlerce insanı gerekçe göstermeden işten atın, hapishaneleri tıka basa doldurun, ama kimse size “Neden?” diye sormasın.
Ne istiyorsunuz, ekmeğinin peşine düşmüş bunun için canlarını ortaya koymuş bu iki insandan?
Şimdi ne elde etmeyi umuyorsunuz?
Onların yokluğunda delil mi toplayacaksınız?
Adaletiniz işleyişi artık güvende mi?
Eylemlerinden vazgeçirmeyi mi düşünüyorsunuz?
Bunu nasıl yapacaksınız, ikna mı edeceksiniz?
Bu insanlara zorla yemek mi yedireceksiniz?
“Hayata mı döndüreceksiniz?”
 

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti