06 Ağustos 2018

Zorunlu askerlik, bedelli askerlik, askerlik…

"Çocukluğumda da kazanma ve kaybetmeye dayalı, güçlü olmak üzerine kurulu oyunlardan hep uzak durdum, sevmedim, oynamadım"

Savaşı, savaşmayı, savaşarak kazanmayı, savaşarak bir şeyler elde etmeyi, savaş oyunlarını oldum olası hiç sevmedim.
Askerliği, asker kıyafetlerini, askerlerin ellerinde tuttukları silahlarını da sevmedim. Tanklar, tüfekler, savaş uçakları hep ürkütücü geldi bana.

Çocukluğumda da kazanma ve kaybetmeye dayalı, güçlü olmak üzerine kurulu oyunlardan hep uzak durdum, sevmedim, oynamadım.

“Savaşı kimse sevmez ama kendini korumak, savunmak zorundasın, dünyanın düzeni böyle, ayakta kalabilmek için silahların olmalı ve güçlü olmalısın. Üstelik silahlarının, askerlerinin olması ille de savaşıp öldüreceksin anlamına gelmez, bütün bunlar barışı sağlamak için de gereklidir” şeklindeki açıklamalar beni hiçbir zaman ikna etmedi. Bütün silahlar öldürmek için vardılar benim gözümde, barış zamanlarında yapılan askerlik, günün birinde savaşmak, cansız hedeflere yapılan atışlar ise canlı hedefleri daha iyi vurabilmek içindi.

Askerlik zamanım geldiğinde asker kaçağı oldum. Askerlik için aranıyorken vicdani ret diye bir şeyin olduğunu öğrendim. Vicdani ret kararı bildirerek askere gitmeyi, asker olmayı reddeden birkaç insanın başına gelmeyen kalmıyordu. Vicdani ret, benim hissettiklerimin tam karşılığıydı,  aklım, ruhum bana bunu söylüyordu, fakat bunu dile getirmek ve başıma geleceklere göğüs gerebilecek gücüm yoktu. Korktum. Küçük bir oğlum vardı ve olası kötülükleri göze alamadım.

Sanırım 1993 yılıydı, bedelli askerlik yasası çıktı. Bu aslında yurt dışında çalışanlar için zaten var olan bir yasaydı. Hükümet yasayı, belli bir yaşa gelmiş fakat çeşitli nedenlerle askerliğini yapmamış tüm vatandaşlar için bir seferliğine genişletme kararı almıştı. 5000 Mark(o zamanın Alman parası) ödeme ve iki ay temel eğitim alma koşuluyla askerliğimizi parayla yapma şansını yakalamış oldum. Askerlik sorunu aşılmaz bir duvar gibi önümde duruyorken bedelli askerlik iyi bir “fırsat” oldu benim için, bulup buluşturup 5000 Mark karşılığı Türk lirasını yatırdım.

Temmuz- Ağustos döneminde iki aylık temel eğitim için Burdur’daki birliğime teslim oldum. İki ay da nedir, çabucak geçip gider diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Ömrümden çalınmış, saçma sapan geçirilmiş bir 62 gün olarak kaldı o günler hafızamda.
Ne yaptık bu “temel eğitim” verileceği söylenen iki ay boyunca: Asker elbisesi, postalı giydik, 60 kişilik koğuşlarda uyuduk, sabah altıda kalkıp, sayıma çıkmayı, sağdan saymayı, sağa sola dönmeyi öğrendik. Çay içebilmek için kantinlerde savaş verdik, her gün izmarit topladık, tuvalet kapısında ve başka lüzumsuz yerlerde nöbetler tuttuk. Bağırıp, çağırmalı, rütbeli azarlamalar işittik. Boş tüfeklerle yürüyüş yaptık, birer kere kartondan hedefe ateş ettirildik (bir demlik çay karşılığı bu hakkımı seve seve arkadaşıma verdim) Sanırım hepsi bu kadar, bunlar dışında da “temel eğitim” adına hiçbir şey almadık.

Rutin program şuydu, sabah 6 da içtima için toplanma, biraz sabah sporu, mıntıka temizliği ve sonra açık ya da kapalı bir alanda eğitim almak için toplanıp bekleme. Sadece bekleme, sonra öğlen yemeği ve sonrasında akşam sayımına kadar yeniden bekleme. Salonlarda ya sesi ya da görüntüsü olmayan televizyonlar önünde, saat dolana kadar bitmeyen beklemeler. Beklerken aramızda konuşup tartıştığımız temel konu bir ayın kaç gün olduğuydu. Bizim askerliğimiz için iki ay denmişti, iki aylık askerlik için 30 ar günden 60 gün mü askerlik yapacaktık, yoksa temmuz ve ağustos ayları 31 gün oldukları için 62 gün mü?

Geceleri tek aydınlık yer olan yatakhane koridorunda sabahlara kadar kitap okuyup, gündüzleri sayımda, yürüyüşte, yemek kuyruğunda, ses ya da görüntü beklediğimiz eğitimlerde depresif bir şekilde uyukladım. Ruh gibiydim adeta. Birer gün fazla çeken temmuz ve ağustos ayları yüzünden 62 gün olan iki ay böylece geçip gitti ömrümden.

O zamandan şimdiye çok sayıda bedelli askerlik yasası çıkarıldı. İktidarlar belli dönemlerde vatan, millet, Mehmetçik edebiyatıyla gürleyip, seçim dönemlerinde bedelli askerlik vadettiler. Vatan, millet, şehit edebiyatını en çok kullananlar ise askerlik bedelini ödemek için hep ön sırada oldular. En tepeden başlayan ikiyüzlülük toplumun bütün katmanlarına yayılırken, zorunlu askerlik, parası olmayan ve askere gitmek istemeyenler için zorunlu bir mahkûmiyet olarak yerinde durmaya devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta resmi gazetede yayınlanıp yürürlüğe giren yeni yasayla, askere gitmek istemeyen 25 yaşını doldurmuş kişiler 15.000 TL ödeyerek ve 21 günlük temel eğitim alarak askerlik yapmış sayılacaklar. Anlaşılan günü kurtarmaya yarayan bu düzenlemeler 5-6 yılda bir tekrarlanacak gibi.

Şimdi oğlum yeni yasadan yararlanıp “bedelli askerlik” yapmaya hazırlanıyor, üç yaşında beni ziyarete geldiğinde gözlerinde gördüğüm şaşkınlığı hiç unutamadım, bu sahneyi hiç görmeseydi diye çok geçirdim içimden. Yakında 21 günlük temel eğitimi sırasında ben onu ziyarete gideceğim. Aradan geçen bunca yılda değişen sadece, benim aldığım 62 günlük temel eğitimin şimdi 21 güne düşmüş olması, o kadar.

Ortada askerliği ihtiyaçlara göre, insan haklarına uygun bir şekilde düzenleyen bir yasa hala yok. Askerliği bir yandan her Türk erkeği için zorunlu tutuyorsun, ona olmadık kutsiyetler yüklüyorsun, sonra da “parası olan askere gitmeyebilir” diyorsun. Parası olmayanlar için her türlü şiddeti kullanarak asker elbisesi giydiriyor, binlerce genci asker kaçağı olarak yaşamaya ya da olmadık hileler yapmaya zorluyorsun.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından temel bir hak olarak kabul edilen vicdani ret bizim devletimiz için büyük bir tabu. Türkiye vicdani reddi tanımayan az sayıda ülkeden biri durumunda. Askerliğin zorunlu olduğu birçok ülkede vicdani retçiler askerlik yerine belli kamu hizmetlerinde çalıştırılarak askerlik hizmetini yapmış kabul edilmekte. Bizde askerlik zorunlu ama vicdani ret hakkımız yok, oysa insan duyguları, düşünceleri, inançları nedeniyle askerlik yapmayı istemeyebilir. Böyle bir insanı askerliğe zorlamak temel insan haklarına aykırı, bir tür zulümdür. Vicdani gerekçelerle askerliği reddeden insanı bunun yerine para vermeye zorlamak da durumu değiştirmez.

Yazımızı Vicdani Ret Derneğinin konuyla ilgili yaptığı açıklamadan cümlelerle bitirelim: “…Elindeki malvarlıklarını ucuza elden çıkarmakla banka kredisi arasında sıkıştırılan gençlerin var olduğu bu topraklarda tekrarlıyoruz: “Yapmak istemiyorsanız, parasını ödeyin kurtulun” diyen iktidara inat, orduya ne bir saniye hizmet etmeyi ne de bir kuruş ödemeyi reddetmeyi sürdürüyoruz. Devletin zorunlu askerlik hizmetiyle, banka kredisiyle gasp etmeye niyetlendiği yaşamlarımız için direnmeye, reddetmeye devam ediyoruz.
Ölmeye, öldürmeye, zorunlu askerlik hizmetini öğrenmeye ne bir saniye ne de bir kuruş"

Açıklamanın tamamı için: http://vicdaniret.org/vr-der-yine-yeni-yeniden-bedelli-askerlik/

Yazarın Diğer Yazıları

Bergama Tiyatro Festivali’nde “Zaman, Zemin, Zuhur”

İzmir’de sıcaktan bunaldığımız günlerde Bergama’da olmak, her taraftan tarih fışkıran sokaklarında yürümek, rüzgârlı akşamlarında hafif bir ürpertiyle antik tiyatroda oyun izlemek düşüncesi hep çekiciydi benim için. “Zaman, Zemin, Zuhur”la tiyatro izlemeyi ve oyun metinleri okumayı seven biri olarak aslında geç tanıştım sayılır. 2006’da ilk baskısı, 2016’da ikinci baskısı yapılan kitap, bu yıl Kolektif Kitap tarafından yeniden yayımlanmıştı

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti