04 Ekim 2017

Aşk gibi aydınlık, ölüm gibi karanlık

Aşk gibi aydınlık günleri özlüyoruz

Yasak bir alfabeyle yazıyorum şiirlerimi.
Anarşist çiçekler kokluyorum.
Devlet sınırlarını ihlal eden kuşlara yardım ve yataklık yapıyorum.
Umudun propagandacısıyım.
Bütün sözcükleri örgütlüyorum.
Artık halkların değil, aşkın şarabın ve sevginin ayaklanması var.
İlk eylemde sınır dışı oluyorum.
Bana gözlerini yurt eyle.
Mültecin olayım.
Kendi adına bir kimlik çıkart.
Ben biraz da sen olayım…
Üç Renk Yasak / Mehmed Uzun

Tekerlekli sandalyesinde genç bir adam. Oflaya poflaya hastane kapısına doğru yol almaktadır. Tatvan’dan yola çıkmış, türlü zorlukları aşarak Diyarbakır’daki hastaneye ulaşmıştır. Hastaneye gelişi, bir sağlık sorunundan kaynaklı değildir. Amacı bir hastayı ziyaret etmektir. Salt bunun için onca yolu tepmiş, bunca zahmete katlanmış, hastane kapısına dayanmıştır. Üstelik o gün, ziyaretçi günü de değildir.

Ziyaret edecekleri hasta ise kemoterapi almış, yorgundur. Dinlenmesi gerekmektedir. Ziyaretçi kabul edecek durumda hiç değildir. Oysaki o, çok uzun yoldan, sadece bir hastayı ziyaret için gelmiştir.

Bir sağlık görevlisiyle rica, minnet içeri haber salar. Bir süre sonra hastane koridorlarını heyecanla geçip, üçüncü kata vardıklarında kalbi duracak gibidir. Odanın kapısını çalar. Gözlerini ışıl ışıl dolduran bir sevinçle ürkek, heyecanlı, sessizce içeri süzülür.

Hasta yatağında onu, dünyayı kucaklar gibi gülüşüyle karşılayan ünlü Kürt yazarı Mehmed Uzun’dur.

Bir kanser hastası olarak yaşadığı İsveç’ten kalkıp memleketine gelmiş, son günlerini kendi toprağında yaşamak istemiştir. Sanki ölüm onu çağırmıştır. Bunu hissetmiş gibidir yazar. Yaşamının geri kalanını, kendi ülkesinin tabiplerine emanet etmiştir.

Ölüm gibi karanlık bir dehlizden geçiyoruz

Ölüm gibi karanlık bir dehlizden geçiyoruz. Yaşama ait ne varsa sökülüp alınmak isteniyor. Ülkenin her yanı yaralar içinde, kanıyor. Her gün yeni acılar karşılıyor bizi.

Seçilmişlerin hükmü kalmamış, her şey kara bir mizaha dönüşmüş durumda. Diyarbakır’ın seçilmiş belediye başkanı Gülten Kışanak bir yıla yakındır cezaevinde. Yerine, Diyarbakır’a kayyım atanmış. Kayyım seçilmemiş, atanmıştır! Diyarbakır’a atanan kayyımın Kürt’ün diline, kültürüne, okuluna, sanatçısına ve aydınına tahammülü yok gibidir. Bir gün Roboski anıtını yıkmış, başka bir gün kadın kurumlarını kapatmış, sonrasında çok dilli tabelaları ve Cegerxwîn ismini kaldırarak, Tahir Elçi’nin adını bir parktaki kazımıştır.

Önceki günse, ünlü Kürt yazarı Mehmed Uzun’un bir parka verilmiş isminin yazılı olduğu tabela, ölüm yıl dönümüne yerinden indirilmiştir!

Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nde

On yıllarca kendi dilinde yasaklı, eserleri onlarca dile çevrilmiş, dünya şairi Nazım Hikmet Bursa Cezaevi'nde yatmaktadır. Günleri okumak, yazmakla, diğer mahkûmlara ders vermekle geçer. Cezaevi yönetimiyle de arası iyidir. Onlara kimi konularda yardım bile etmektedir.

Bilinen bir anlatıdır. Bir gün cezaevi denetimi için Adalet Bakanlığı'ndan bir müfettiş çıkagelir. Denetimlerini tamamladıktan sonra cezaevi müdürüne;

Nazım da buradaymış galiba, çağır da görelim” der, “nasıl biridir?”  

Nazım'ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım'ı tepeden tırnağa küçümseyen gözlerle süzer, “Demek Nazım sizsiniz,” der.

Nazım'a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşmadan sonra, “gidebilirsiniz,” der. 

Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe döner, “Ömer Hayyam adını duydunuz mu?” diye sorar.

Müfettiş hemen atılır, “Kim bilmez ki Hayyam'i” diye yanıt verir.

Nazım bu sefer, “Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?” diye sorar.

Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür, “görüyorsunuz” der, “sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı'nı ve sizi kimse anımsamayacak,” der ve çıkar gider. 

Bu anlatıyı dinleyenler “Sahi kimdi o dönemin adalet bakanı?” diye birbirine sorarlar. Ne müfettişi, ne de adalet bakanının adını kimse anımsamaz ama Nazım’ı bütün dünya tanır.

Yasaklı bir dilin yazarı

Eserlerini Kürtçe, Türkçe ve İsveççe kaleme alan yazarın, ölümünün 10.yılında Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesinde bir parka verilen adı, tabelasıyla birlikte kayyım tarafından indirilmiştir. İsveç Yazarlar Birliği Yönetim Kurulu üyeliği yapmış, İsveç ve Uluslararası Pen Kulüplerinin çalışmalarına aktif olarak katılmış, Dünya Yazarlar Birliği’nin üyeliğine seçilmiş, roman ve denemeleri yirmiye yakın dilde yayınlanmış yazarı dünya el üstünde tutmaktadır. Ülkesi ise ne acıdır ki, çeşitli ulusal ve uluslararası ödülleri almış yazarın izlerini silmekle meşguldür.

Mehmed Uzun.

Yasaklı bir dilin yazarı. Tıpkı, onlarca yıl eserleri kendi dilinde yasaklanan Nazım Hikmet gibi. Uzun yıllar birinin dili, diğerinin ise kendi dilinde eserleri yasaklanmıştır. Lakin düşünce ve edebiyat yasak tanımamış, her ikisinin de onlarca dile çevrilmiştir eserleri.

Aşk gibi aydınlık günleri özlüyoruz.

Atanmışlar, çoğu kez seçimle gelmişlerden güçlüdürler. Gücünü, onları atamış erkten almışlardır, bu yüzden muktedirlerdir.

Bir gece, bombalarla öldürülen 34 Kürt köylüsü için dikilen bir anıtı, yine bir gecede yıkabilir, kadın merkezlerini kapatabilir, kadim halkların dillerine mühür vurup tabelalardan söküp atabilirler.

Validirler, kaymakamdırlar, kayyımdırlar. Yasaları vardır onların, bir gecede torba torba çıkarılan. İki satırlık kanun hükmünde emirleri vardır. Türlü türlü sıfatları vardır cümlesinin; müsteşardır, bakandır, başbakandır; sonuçta kanunu yapandırlar onlar!

Aydınları, sanatçıları, akademisyenleri görevden alabilir, bir gece de ekmeklerinden edebilirler; yazardır, Kürt’tür, Alevi’dir diye hor görebilir, adını anıtlardan, parklardan silebilirler!

Peki ya, bir yazarın yazdıklarını? Onları da silebilirler mi? Eserleri birçok dile çevrilmiş; on romanı, antolojileri, incelemeleri, deneme ve destanları; tüm bunları toplayıp yakabilirler mi?

Gün gelir belki yasaklar bile koyabilirler, lakin nasıl yok edebilirler bir yazarın eserlerini? Onu, halkın gönlünde yer ettiği, o muhteşem tahtından indirebilirler mi?

Yıllar sonra bu günler elbette konuşulur ve Mehmed Uzun’un adı daima anımsanır. Tıpkı Nazım Hikmet gibi…

Peki ya onun adını bir parktan indirenler? Onları kim anımsar? Sahi Diyarbakır’ın kayyımı kimdi, bu adamı kimler atamıştı diye sormazlar mı?

“Korkuyorlar Robeson”

Adı Azad’tı onun. Yani Özgür demek… Mehmed Uzun’u Diyarbakır’daki hastanede ziyaretine gitmişti. Yıllar sonra, Tatvan’ın yoksun koşullarında, bedenine yıllar önce musallat olmuş hastalık nedeniyle nefessiz kalır.

Ona nefes olacak şey Diyarbakır’daki tam teşekküllü hastaneye yetişmektir. Ne var ki, ölümle pençeleşen Azad, yıllar önce Mehmed Uzun’u görmek için gittiği Diyarbakır’daki hastaneye bu sefer yetişemez.

Ölüm karanlıktır. Çoğu zaman da acımasız. Çekip alır onu, henüz doyamadığı bir yaşamın kucağından. Bedenini tutsak eden hastalığın esaretinden kurtulan Azad, artık sonsuzluğa dek özgürlüğüne kavuşur…

Geride Nazım’ın Kürtçe’ye çevirdiği, basılmayı bekleyen şiirlerini bırakır Azad. Bunlardan birinde Nazım’ın dilinden şöyle seslenir:

“Korkuyorlar Robeson
şafaktan korkuyorlar
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten” (**)

Azad’ın bir de kardeşi vardır Tatvan’da.
Çok istediği halde Mehmed Uzun’u ziyarete gidememiştir. Tekerlekli sandalyeli iki kişinin o uzun yolu aşması zor olacağından bunu yapamamışlardır.

Hâlâ hayatta olan kardeşi, yazara bugün yapılan aşağılamayı görerek kahrolur. Dünyanın bütün acılarının yüreğine zerk edildiğini hisseder. Mehmed Uzun ölüm döşeğindeyken, Azad’ın deklanşörüyle kendilerine armağan ettiği o fotoğrafı anımsar. “Yasaklı dilin yazarı”, beyaz giysileri içinde insanlığı kucaklar gibi gülmektedir.

Ölüm gibi karanlık” bir dünyada, “aşk gibi aydınlık” tır yüzü.


*  Başlık:   Mehmed Uzun’un romanın adı
**  Şirin Kürtçesi :

“Ditirsin Robeson
Ji spêdeyê ditirsin
Ji dîtinê, ji bihîstinê, ji hingavtinê (ji destdanê) ditirsin
ji giriya wek xwe şûştina çîptazî a di (li) ber baranê de
ji kena wek bi şidyayî gezkirina bihokek ditirsin
ji hezkirinê ditirsin, ji hezkirina weke Ferhadê me”

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Masumluğumuzun yüzü şehirler

Liseli yıllarımın, masumluğumuzun yüzü Ardahan'dan, 45 yıl sonra masumluğunu yitirmiş bir ülkeye...

Kikuyu dilinde imza

İnsan evrimine adanan bir ömür...

Emeklinin ölüm yılı

Nasıl olsa örgütsüzler, üretim dışı kalmışlar; nasıl olsa din sosuna batırılmış vaatlerle çoktan dumura uğratılmış düşleri, kolayca gözden çıkarılabilirler. Nasıl olsa vicdanı yok sayıların, istatistikler iki dudak arasına sıkışmışlar