Kültür-Sanat

Türkan Elçi, ilk romanıyla okurun karşısına çıkıyor: “Haksızlığa uğrama hissi, yazma sürecimi derinleştirdi”

17 Temmuz 2022 00:00

"…günde beş kez öfkelenen dut ağacım büyüdü/dalları avluma sığmıyor artık /kalbim şahit, yüreğimden atlar geçiyor"

Bu dizelerin yazarı edebiyat eğitimi aldıktan sonra uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yapan, başladığı hukuk eğitimini Diyarbakır Barosu Başkanı, eşi Tahir Elçi’nin öldürülmesinden sonra tamamlayarak avukatlığa başlayan Türkan Elçi.

Türkiye, Türkan Elçi’yi eşinin Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’nin altında öldürülmesinden sonra verdiği mücadele ile tanıdı. Soruşturmanın davaya dönüşmesi için Diyarbakır Barosu avukatları ve Tahir Elçi’nin dostları ile birlikte büyük bir mücadele verdi. Büyük mücadelesini, soru işaretleri ile dolu yargılama sürecinde de sürdürüyor.

Ancak bununla yetinmedi Türkan Elçi, Tahir Elçi adına bir vakıf kurdu ve halen vakfın başkanlığını da yürütüyor. Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı, hukuk ve insan hakları kültürü konularındaki çalışmalarının yanında düzenli olarak “Kırık Saat” adlı edebiyat ve düşünce dergisini yayımlıyor. Türkan Elçi, yaşananların, iyileşme ve adaleti arama çabalarının edebiyat üzerinden anlatılmasına baştan bu yana büyük önem veriyor. Bu nedenle Kırık Saat, tıpkı Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı gibi, benzerlerinden oldukça farklı, edebiyatı ve sanatı insan hakları mücadelesinin temeline oturtan bir dergi.

Türkan Elçi, tüm bunların yanında sessiz sedasız ilk romanını da bitirdi. Yazma macerası oldukça eskiye dayanıyor Elçi’nin. Öğrenciliğinden bu yana şiir, öykü, deneme gibi alanlarda yayımlanmamış üretimleri var. “İlk okurum” diye nitelendirdiği Tahir Elçi, bu çalışmalarının tanığıydı.

Son yıllarda özellikle şiire odaklanan Türkan Elçi, çevresini de şaşırtarak, “Mavi Karga” adını verdiği romanla okur karşısına çıkmayı tercih etti. Doğan Kitap tarafından basılan roman, önümüzdeki günlerde raflarda olacak.

Elçi, toplumcu gerçekçi biçime dayanan romanında ele aldığı konuyu, kuşlar üzerinden anlatıyor. Ancak kuşların dünyası insanlardan çok da farklı değil. “Yaşadığım haksızlığa uğrama hissi yazma sürecimi daha da derinleştirdi, anlayacağınız edebiyat dünyasına olan yolculuğumun devamını sağladı” sözleriyle anlatıyor romanı yazma sürecini. Ancak o haksızlığa uğrama hissinin herkese ait olduğunu bilerek, merkeze kendisini değil, ortaklaşılan acıları, deneyimleri ve mücadeleyi koyarak kaleme alınmış bir roman Mavi Karga.

Türkan Elçi ile yazma macerasını, yaşamının bu macerayı nasıl etkilediğini ve Mavi Karga’yı konuştuk. Sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

“İlk okurum okuyamayacak”

- Edebiyat eğitimi görmüş, uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yapmış, Tahir Elçi'nin öldürülmesinin ardından, önceden başladığı hukuk fakültesini bitirip avukat olmuş bir Türkan Elçi var. Şimdi de edebiyatçı olarak karşımıza çıkıyor. Yazma deneyiminizin yeni olmadığını tahmin ediyorum, ne zaman yazmaya başladınız, kitap neden bugünü bekledi? 

Evet, yazma deneyimim çok eskilere dayanıyor. Öğretmenlik yıllarımda kısa öykü çalışmalarım oldu, fırsat buldukça atölyelere katılırdım. Fakat önceliklerim farklıydı o zamanlar. Önceliğim eşim ve çocuklarımdı. Yazdıklarımı ilk okuyan eşimdi, derli toplu bir dosya oluşturamamıştım, zaman ayıramadığım için hep eksik kalırdı. Bugün romanı bitirdim, başka şeylerin eksikliğini hissediyorum, mesela ilk okurum bu romanı okuyamayacak. 

“Çoğunluğun beklentisi şiirdi”

- Mavi Karga projesi nasıl doğdu, yazma macerası nasıl gelişti? Sadece roman üzerine mi çalışıyordunuz yoksa şiir, öykü, deneme yazılarınız da var mı?

Mavi Karga'yı bana Aydos'taki kargalar yazdırdı. Eşimi kaybettikten sonra İstanbul Anadolu yakasında Yakacık'a yerleşmiştim. Herkese Yakacık'ta doğdum, derim. Aydos'un hemen dibinde meydana yakın bir kafe vardı. Hukuk fakültesinde okuduğum için sabahın erken saatlerinde kafeye gider ders çalışmaya çalışırdım, kendimi yalnız hissettiğim dünyama  kargalar iner, daha sonra Aydos'a doğru yükselirlerdi. Saatlerce onları seyrederdim. Yerin yüzünde yaşadığım acının gerçekliğinden beni çekip göğe yükselten kargalar. Romanım Yakacık’ta doğdu anlayacağınız. Diğer yandan şiirlerim kendini biriktiriyordu, şiirlerimin dizelerinde de çoğunlukla kuşlar uçar. Önce roman mı şiir kitabı mı bitecek kestiremedim. Özellikle pandemi döneminde roman kendini yazdırarak yarışı kazandı. Kitabımın çıkacağını duyanların ilk sorusu "Mavi Karga şiir kitabı değil mi?" oluyor, demek ki çoğunun beklentisi şiirmiş.

- Mavi Karga, ağırlıklı olarak kuşların “Kutsal Mezbelesinde” geçen metafor ağırlıklı bir roman? Belki yaşadığımız koşulları, belki başka coğrafyalarda başka insanların yaşadığı koşulları, kuşlar, özellikle de kargalar üzerinden anlatıyor. Merkezde neden kargalar var?

Kargaları seçmemin birden fazla nedeni var. Mesela bunlardan birini söyleyeyim. Yaşadığım acı bana insan evladının kibrinin şiddetini öğretti. Canlıları öldürebilme hakkını kendinde gören kibrini. İnsan evladı birbirine yaptığı zulmün farkına varmadan hayvanları kendinden aşağı görür, öfkelendiklerinde birbirlerine "hayvan" diye tepki gösterir. Mesela beğenmediği kılavuza karganın kılavuzluğunu örnek verir. Bu minvalde atasözleri uydurur. Oysa toprağa terk edilmiş çıplak bir kadına merhamet eden, ölmemesi için onu besleyen deyim yerindeyse insanlık gösteren karga bu kibri biraz da ters yüz etti diyebilirim.Cesetlerin üst üste istiflendiği bir sahne karşısında "Bu insanlar biz hayvanlardan daha da beter. Ne yapmışlar birbirlerine böyle, ne yapmışlar?" şaşkınlığıyla öttü karga. Belki de içinde olduğumuz vahşeti, kılavuzluğunu ve aklını beğenmediğimiz bir hayvanın bizlere hatırlatması gerekiyordu.

“Boğulacak gibi olduğumuz atmosferden çıktılar”

- Aynı zamanda romandaki karakterler de ilgi çekici. Şeşe kardeşler, Kargabaş, Dişikargabaş, Hezar, mavi karga olan Özgür Telek... Karakterleri nasıl oluşturdunuz?

Oluşturduğum karakterler imgeseldir.  Bu karakterleri oluştururken hiç zorlanmadım, çünkü yakınımızda yaşayanlara benzer karakterlerdi. İfade özgürlüğüne tahdidin, tehdidin hüküm sürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Adaletten ve vicdandan uzaklaşmış hercü merç bir coğrafyadan  zorba karakterler ve adalet talep eden özgürlükçü karakterler oluşturmak zor olmadı benim için. Her gün soluduğumuzda boğulacak gibi olduğumuz bir atmosferin içinden çıktılar diyebilirim.

 - Romanın açılışında doğada ölüme terk edilmiş bir kadın karşılıyor bizi ancak hikaye onun üzerinden değil, kargaların ülkesi, aşkları, isyanları üzerinden akıyor. İnsan unsuru da yine onlar üzerinden devreye giriyor. Burada gösterilen insanla, ana karakter olan karga arasında bir benzeşim de kuruluyor mu?

Toprağın üzerinde ölüme terk edilmiş kadın ile yanı başına zaman zaman konan karga arasında her ne kadar diyalog gibi görülse de aslında geriye dönüş monologlarıyla  her ikisini de tanıma fırsatını yakalayabiliyoruz. Karganın anlatımından ikisinin yolunun bir zamanlar kesiştiğini anlıyoruz. Kadın ile karganın otoriteler tarafından mağduriyet yaşamış olmaları benzeştikleri önemli noktalardan biri.

Katı düzene itaatsizlik

- Yine kargalar üzerinden duygular tartışılıyor. Değişikliğe yol açan, yeniden doğmaya neden olan ya da yeniden doğmayı sağlayan duygular. Aşkı tanımlarken, "Uzun olan kedermiş" diyorsunuz, diğer taraftan iyiliğin dostluk için gerektiğini, aşk için fazlasının lazım olduğunu... Farklı türler arasındaki aşka işaret ediyor, buna olan tahammülsüzlüğü vurguluyorsunuz? Bütün bu duygular kargalar üzerinden aktarılıyor. Karakterleri tüm bu duygular nasıl etkiliyor, hakikaten olduğundan farklı bir varlığa dönüşmeyi sağlar mı bütün bu duygular?

Aşk ve acı. Hayatın olmazsa olmazları ve canlıları yeniden doğurma kabiliyetine sahip, kimya değiştiren iki önemli kavram. Aralarındaki en önemli fark, aşkın kısa süreli; acının, kederin uzun süreli oluşudur. Bunu karganın aşktan alınan hazzın bir uçumluk kadar ömrü varmış, yakınmalı ötüşünden anlıyoruz. Ayrıca aşkın aynı türler arasında yaşanması gerektiğine inanılan mezbelede, karga ile bülbül arasındaki icazetsiz birliktelik müstehzi bir gülüşle karşılanıyor. Farklı türlerin bir araya gelişini engellemeye çalışan katı düzene itaatsizlikle değişim başlıyor. Daha sonra çekilen aşk acısı ve ölüm acısı bir kuşu tapınılan gücün mütemmim cüzü olmaktan kurtarıyor.

 - Yas, romanda uzun uzun anlatılan duygulardan. Bir anlamda yas da tartışılıyor. Neyi değiştiriyor, neyi nasıl etkiliyor yas?

Yasın kavuşulması mümkün olmayan bir ayrılık sonrasında acıyla boğuşulan bir süreç olduğunu romanda görebiliyoruz. Kaybın ardından tarifsiz yeisten mütevellit bir dünya inşaa ediliyor. Neyse ki Mavi Karga romanının kahramanı yeise bürünmüş yerle gök arasındaki boşlukta kimi zaman melankolik bir ruh haliyle karşımıza çıkıyorsa da patolojik olmaktan kendini kurtarmayı başarabiliyor. Karga " Aşk beni özgürleştirmiş, acı ise beni güçlendirmişti...Aşk bir kuşu hayata bağladığı gibi, acı da içimizdeki ölüm korkusunu yok edebiliyor...ölüm korkusundan uzaklaştığım gibi, yaşamı daha çok sevmeye başladım."

Bir kuşun kişisel yası sonrasında meydana gelen değişim, tüm kuşların özgürleşmesi için bambaşka bir mecraya evirilebiliyor. Mağduriyet kişisel iken umum için adaletin sağlanacağı barışçıl ve özgür bir dünya temennisine dönüşüyor. Diğer kuşların zihinsel dünyasında değişimlerin yaşanılmasına ön ayak olunup yaşatılan zulüm karşısında eyleme geçiliyor. Diyebiliriz ki yas kişiyi değiştirirken, kişi de bir düzeni değiştirmek için yola koyuluyor.

- Kitapta okura geniş bir düşünme alanı tanınıyor. Ancak sizin zihninizde mağara, balina karnı, mezbele ne anlama geliyor? 

Romanda mağara, balinanın karnı ve mezbele gibi mekanlar metaforik çağrışımlı mekanlardır. Mağara metaforu, ana rahmi ile özdeşleştirilen yeniden varoluşun sağlandığı mistik, mit mekan olarak teolojik ve mitolojik metinlerde de sıkça geçer. Tinsel arınma amacıyla  değişime uğrayan kahramanların doğuş yeri olarak anılır. Balinanın karnı da aynı mağara metaforunda olduğu gibi değişim ve dönüşümün gerçekleştiği bir mekan olarak romandaki yerini alır. Kargalardaki değişim balinanın karnına benzeyen mağarada vuku bulur. Leşlerle yükselen mezbeleye atfedilen kutsallık aynı zamanda  ölümün kutsanmasını çağrıştıracağı için  kötücül dünyayı işaret eder.  Adaletsizlik, zorbalık, sömürü ölümün kutsallığının olduğu yerde kendini muhkem kılar romanda.

- Az sayıda insan var romanda. Mehmet Işık hoca onlardan biri? Neyi anlatıyor ve simgeliyor. Bu hikayelerin sizin için özel bir anlamı var mıydı?

Joseph Campbell “Vaizler konuşarak insanları inanmaya ikna etmeye çalışarak hata yapıyor, kendi keşiflerinin ışığını açığa salsalar daha iyi ederler.” derken bunu Mehmet Işık hoca için söylemiş gibidir. Romanda Mehmet Işık hocadan başka onunla aynı konumda bir hocanın daha adı geçer. Bunlar birbirlerine benzemezler. İlkinin bir inancı dile getiriliş biçimi korku üzerine şekillenmişken Mehmet Işık hoca ise köylülere tanrıyı sevdirebilen, insanları tanrının kulları olmalarından ötürü sevebilen kimseyi yargılamayan açık görüşlü, gerçek bir mütedeyyindir. Romanın ana temalarından biri yaratılan formun, koyulan kuralların dışına çıkanların cezalandırılacağı mevzusunun bir parçasıdır Mehmet Işık hoca.

“Suya sabuna dokunmayan bir roman beklenemezdi benden”

- Her ne kadar kuşlar alemi üzerinden kurulmuş olsa da güncel politik bir romandan söz ediyoruz. İlk romanda Türkiye'de son yıllarda fazla ilgi de gösterilmeyen bu başlığı seçmenizin sebebi yaşadıklarınız mı hepimizin yaşadıkları mı? 

Yaşadığım acıdan, mekandan, zamandan, olaylardan münezzeh, suya sabuna dokunmayan bir roman beklenemezdi benden, ben de kendimden beklemedim. Sizin de değindiğiniz gibi son zamanlarda fazla ilgiyle karşılanmıyor, fakat hatırlatmakta fayda var. Bizim yetmişli seksenli yılların politik atmosferini başarıyla anlatan romancılarımız var, örneğin Adalet Ağaoğlu. Başka toplumlar yaşadıkları tarihsel olayları, savaşları, toplumsal değişimleri sanatlarına yansıtmaktan geri kalmadılar. Yaşananları sanat vasıtasıyla ileriki zamanlara ulaştırmayı başarıp bir nevi toplumsal hafızayı canlı tutmayı başarabildiler. Biz derdimizi sanatımızla neden anlatmayalım?

- Kitaptaki duygularla sizin yaşadıklarınız arasında benzeşim kurmamak olanaksız. Ancak bir yandan da bunun kurulmaması için özel bir çaba harcadığınız anlaşılıyor? Bir yandan politik bir roman yazıyor diğer yandan bu hepimizin hikayesi, benim değil demeye çabalıyor gibisiniz. Yazarken bu kaygıları hissettiniz mi?

Evet tespitiniz doğru. Romanda yer yer benden yansımalara rastlansa da yazdıklarım her yönüyle beni anlatamazdı, öyle olsa otobiyografik bir roman yazmam gerekecekti.

Gelelim “bu hepimizin hikayesi, benim değil” meselesine.  Kargalar aleminde yaşanan adaletsizlik, hukuksuzluk, sömürü düzeni veya  kuşun  durmaksızın üzerinde uçtuğu savaş sonrasındaki yıkık şehrin manzarasını sadece bir coğrafyaya özgüleme yanılgısına düşmemek gerekir. Bugün, dünya düzeninin giderek otoriterleşmeye doğru gittiğine, hak ihlallerinin yaşandığına, savaş sonrası yıkılmış kentlerin manzaralarına tanıklık ettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Romanda anlatılan haksızlıklar, adaletsizlikler, yıkımlar evrensel ölçekli problemlerdir, sadece bana aitmiş gibi dile getirmem doğru olmayacaktı.

- Romandaki baskın kuş karakterler, insan karakter arasında hem şiddete başvurmadan sivil itaatsizlik eylemlerini tercih etmeleri hem de buna karşılık şiddetle sürekli karşılaşmaları gibi bir benzeşim var. Barışçıl bir çağrı yapıyor roman, bunu tercih etmenizin özel bir nedeni var mı? Yaşadıklarınız düşünüldüğünde belki daha öfkeli olmanız, belki hikayeyi farklı kurmanız da beklenebilirdi?

Az önce dediğim gibi kahramanlar ile aramda benzerlikler var. Kargalar karşılaştıkları zulüm karşısında şiddete başvurma ihtiyacı duymadan, hukuka inanarak, verdikleri mücadelelerinde yer almayan üçüncü kişilerin can güvenliğini de düşünerek hareket ediyorlar. Onlar için yaşam hakkı kutsaldır, kendilerine eziyet edenlere günün birinde ellerine fırsat geçtiğinde aynı şekilde muamele etmeyi düşünmüyorlar, inandıkları biricik  şey adil bir dünyanın tesis edilmesi için verilmesi gereken  mücadeledir. Öfkeli olup olmadığım konusunda bana sürekli soru soruldu geçen zaman zarfında. Çoğu zaman içimizdekilerden biz de haberdar değiliz. Ben de kendimi yazdıklarımla tanımaya başladım. "günde beş kez öfkelenen dut ağacım büyüdü/dalları avluma sığmıyor artık /kalbim şahit yüreğimden atlar geçiyor" satırlarını yazarken içimdeki öfkeyle tanıştım. Fakat bu beni yaşadığımız haksızlıkların çözümü için vereceğimiz mücadelenin biçimini değiştirmeye sevk etmiyor. İşin doğrusu savruk bir öfke beni tedirgin ediyor, bizim gibi haksızlığa uğramışların aleyhine işleyen bir yöne evirilmesinden yana kaygı taşımışımdır her zaman. Ben zarar gördüm, başkası umurumda değil, bencilliğini asla yaşamadım. İnsan yaşadığı kaybın acısıyla kendi ölümlülüğüyle de tanışma fırsatı yakalıyor ve neticede vicdani bir sorumluluk yüklenerek başkalarını da düşünme gibi  ahlaki tercihten başka seçeneği kalmıyor. Acı içimizdeki vicdanı uyandırıyor.

- Yeni çalışmalar var mı? Tahir Elçi cinayeti davası, vakıf çalışmaları, yürüttüğünüz mücadele yazma sürecinizi nasıl etkiliyor?

Şiir dosyamın üzerinde çalışıyorum bir aksilik çıkmazsa yakın zamanda bitirmeye çalışacağım. Saydıklarınız arasından özellikle dava dosyasına değineyim. İçimdeki öfkeyle ilk kez mahkeme salonunda karşılaştım. Dıştan bakılınca görülen bir öfke türü değildi. Yeni bir kayıpla karşılaşmış gibiydim, özellikle ilk duruşmada. Yaşadığım haksızlığa uğrama hissi yazma sürecimi daha da derinleştirdi, anlayacağınız edebiyat dünyasına olan yolculuğumun devamını sağladı.