Çingeneler

Çingeneler

OSMAN CEMAL KAYGILI

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2022 328 s.

 

Hem erken hem de başarılı bir örnek olan Çingeneler romanında Osman Cemal Kaygılı, bir aşk öyküsüne paralel olarak, bilindiği zannedilen ama eksik, yanlış tanınan bu insanları tüm yönleriyle anlatır. İlk olarak 1935’te Haber gazetesinde tefrika edilen, 1939 yılında da kitap olarak basılan roman iki bölümden oluşuyor. Yaşananlar ilk bölümde yazarın ağzından anlatılıyor, ikinci bölümde ise romanın başkahramanı İrfan’ın günlüğünden naklediliyor.

AHMET EKEN

Son yıllarda kullanılan isimleriyle Romanların yaşamı, Ahmet Mithad Efendi’den bu yana zaman zaman edebi eserlere de konu olmuş, tarih boyunca dışlanan bu insanların şu veya bu halleri, çevreleriyle ilişkileri anlatılmıştır. Bu eserlerin içerisinde hem erken hem de başarılı bir örnek olan Çingeneler romanında Osman Cemal Kaygılı, bir aşk öyküsüne paralel olarak, bilindiği zannedilen ama eksik, yanlış tanınan bu insanları tüm yönleriyle anlatır.

Osman Cemal Kaygılı (1890-1945), eserlerinde özellikle eski İstanbul’un dış mahallelerindeki yoksul ve dışlanmış insanları, yaşamlarını konu edinmiştir. Romanları, öyküleri ve gazetelerde yayınlanan köşe yazılarıyla tanınan Osman Cemal Kaygılı’nın yayınlanmış kitaplarından bazıları; Çingeneler, Köşe Bucak İstanbul, Aygır Fatma, Akşamcılar-Bir Akşamcının Defterinden’dir.

İlk olarak 1935’te Haber gazetesinde tefrika edilen, 1939 yılında da kitap olarak basılan roman iki bölümden oluşuyor. Yaşananlar ilk bölümde yazarın ağzından anlatılıyor, ikinci bölümde ise romanın başkahramanı İrfan’ın günlüğünden naklediliyor. Olaylar, bir yaz gecesi yazarın ve arkadaşının İstanbul Topçular’da yaptıkları bir kır gezintisinde yaşadıklarıyla başlıyor. Bir ara harmanlara yakın bir yerde mola veren iki arkadaş doğanın seslerini dinlerken, bir anda Tepebaşı’nda Carmen çalmaya başlar, müzik giderek hareketlenir. İki arkadaş ıslıkla Carmen’e eşlik etmeye çalışırken, biraz ötelerine kurulmuş olan Çingene çadırlarından bir kadın çıkar ve biraz ötedeki harman yığınlarından birine yaslanıp müziği dinlemeye başlar. Arada bir ah çekerek parçayı sonuna kadar dinledikten sonra da çadırına geri döner. Ancak bir süre sonra çadırdan önce bir ağlama sesi gelir, ardından da Çingenece içli bir ninni. Müzisyen olan İrfan ninniden çok etkilenir. Eve dönerken besteyi tekrarlar, gelince de notaya döker ve ertesi gün arkadaşına ağız mızıkasıyla çalar.

Osman Cemal Kaygılı

İrfan bir süredir Çingene müziğinden yola çıkarak bir parça bestelemeyi düşünüyor ve bu nedenle Çingeneleri yakından tanımak istiyordur. Bu olaydan sonra oba Çingenelerini ziyaret etmeye başlar. Harçlık isteyen arsız çocuklarla, falcı kadınlarla, harmancılarla, içlerindeki az sayıdaki biraz müzik bilgisi olanlarla ve günlerden bir gün topluluğun önderi gibi olan Ethem ile tanışır, yazar da başlarda bu ziyaretlerde ona eşlik eder, ama bir süre sonra İrfan’ı yalnız bırakır.

Ethem onlara yaralı bilgiler verir, öncelikle harmancıların müzik bilgisinin çok az olduğunu, bu işin Ayvansaraylılara özgün olduğunu söyler. Araları iyi olmasa da onları metheder. Bu arada İrfan o gece ninnisini duyduğu Nazlı ile tanışır, kadın tek çocuğuyla dul kalmış, akrabası Ethem ve ailesinin yanında yaşamakta ve harmancılık yapmaktadır. Ancak diğerleri gibi onun da müzik bilgisi kısıtlıdır. Lakin bu İrfan’ın kadına olan ilgisini azaltmaz. Ziyaretler, sohbetler, eğlenceler birbirini izler… Çingenecesi hayli ilerler. Ethem’le sohbetleri de devam etmektedir. Ethem ona merak ettiği konularda ilginç bilgiler verir. Örneğin bir sohbetlerinde ona, oba Çingeneleri ile çoğunluğu Sulukule ve Ayvansaray’da yaşayan müzisyen Çingeneler hakkında şunları söyler:

(Oba Çingeneleri) kimi te gördüğün gibi sepetçi, kimi demirci, kimi deyirmen, tarak tamiratçısı, kimi orakçı, kimi harmancı, kimi falcı, kimi de ayıcı, maymuncu, şebekci, kuklacı (…) Bizim bütün Çingenelerin adı Rom’dur. Ne yana gitseniz Çingenelerin hepçiğine birden Rom denir. Çingenece adı sonradan uydurmadır. Kendi aramızda biz böyle biliriz (…) Konuştuğumuz dil de Romcadır.”

Ethem daha sonra Sulukulelilerin de Rom olduğunu, ancak şimdi şehirli olup Romca bilmediklerini ama meşhur pek çok müzisyenin oradan geldiğini ifade eder. İstanbul’un şurasına burasına yerleşmiş, oturmuş olan çalgıcı Çingeneler, Çingenece bilmemektedir. Yalnız onların kendi aralarında, birçoğu da düğünlerde derneklerde parola yerine bazı tabirler, ıstılahlar vardır ki, onların arasında da pek az, binde bir gerçek Çingenece kelime ya vardır ya yoktur. Onların kullandıkları bu tabirlerin çoğu argodur, “kerizci” (âlemci) argosudur. Bunları yalnız Çingeneler değil, karagözcüler, ortaoyuncuları, tuluatçılar ve argo konuşan herkes kullanır.

Romanın tefrikasından sayfalar. Kaygılı'nın o sıralarda soyadı olarak Kaygısız'ı kullandığı görülüyor. Daha sonra "ben kaygılı biriyim" diyerek soyadını değiştirecektir...

İrfan ziyaretleriyle, arada bir yaptığı küçük yardımlarla topluluğun bir parçası haline gelir, ama bir gün gittiğinde Nazlı’nın oradan ayrıldığını öğrenir. Kimse nereye gittiğini bilmemektedir ve bundan dolayı da kimse şaşkın değildir. Çünkü yakınlarının deyişiyle “mangaptut” (kara sevdalı) Nazlı arada bir obadan kaçmakta, izini kaybettirmektedir. İrfan kadını bulmak amacıyla ertesi gün Çingenelerin konakladığı yerlerden biri olan Vidos’a (Güngören) gitmeye karar verir. Bunu Kaygılı’ya da açar ve onun da gelmesini ister ama olumsuz bir cevap alınca arkadaşına darılıp oradan ayrılır.

Bundan sonra İrfan arkadaşıyla görüşmese de, Nazlı’yı bulmak, Çingenelerin yaşamlarını biraz daha yakından görmek için onların çadırlarını kurdukları yerlerde dolaşmayı, onlarla ahbaplık etmeyi sürdürür. Hayalini kurduğu besteden de vazgeçmiş değildir, “koltuğunda kemanla her uğradığı çadırda bir iki ninni, türkü söyletip onu birkaç defa tekrar eder ve sonra cebindeki defteri çıkarıp o nağmeleri notaya alır ve bunları yaptıkça mutlu olup bu motiflerle, ilerde hazırlayacağı bir operanın, bir senfoninin hülyalarını kurar”. Ama acil mesele Nazlı’yı bulmaktır.

1950’li yıllarda Sulukule müzisyenleri.

Zorlu bir uğraştan sonra İrfan bir rastlantı sonucu Küçük Çamlıca yakınlarında Nazlı’yı bulur. Nazlı’nın buraya, baba tarafından akrabalarının yanına gelmesinin nedeni denildiği gibi “mangaput” oluşundan falan değil, Ethem’dir. Ethem son zamanlarda kadına sarkıntılık etmeye başlamış, bu nedenle karısıyla da kavga etmiş ve karısı da “Nazlı’yla saç saça baş başa gelerek onu Topçular’dan buraya kaçırmıştır”. İrfan onu evine gelmeye ikna eder, ısrar üzerine İrfan ve annesinin beraber yaşadığı eve gelen Nazlı bir süre sonra sıkılmaya başlar ve çocuğunu görmek istediğini söyleyerek gider ve dönmez!

İrfan yeniden Nazlı’yı aramaya başlar, ancak bir sonuç alamaz. Bir ara aklına eski hayali, bir eser bestelemek gelir. Bütün yaşadıklarını “nota şeklinde kâğıtlara tespit” edecek ve ortaya özgün bir eser koyacaktır. Fakat bu güzel hayal bir türlü gerçekleşmez. Onun yerini kışı Topkapı, Balat, Fener, Langa gazinolarında ve meyhanelerinde veya Sulukule’den, Ayvansaray’dan getirilen çalgı takımlarıyla dost meclislerinde geçirmeye başlar! Yeni arkadaşlar edinir, yeni yerler öğrenir. Bu arada annesiyle birlikte Topçular’dan Yenikapı’ya taşınırlar.

İrfan eğlence akşamlarından birinde Sulukuleli Çakır Emine adlı sarışın bir kızla tanışır. Emine tanınmış bir okuyucudur ve genç adamın ilgisini çeker. Sık sık âlemlerde karşılaşırlar, genç kız da İrfan’la daha çok ilgilenmeye başlar. Çevrelerindekiler bunun farkına vararak arada bir İrfan’a takılmaya başlarlar. Emine’nin bazı akşamlar söylediği hüzünlü veya neşeli şarkılar bile farklı yorumlara yol açacaktır!

Sonunda İrfan, Emine’yi annesiyle tanıştırır ve kız şehirli yanlarıyla kadının beğenisini kazanır. Ancak onların bu yakınlaşması sadece Çingene olmayanların değil, Çingenelerin de tuhafına gider. Bazı Çingene kadınlar Emine ile “buldun bir sağmal ineği” diyerek alay ederler. İrfan’a gelip bu sevdadan vazgeçmesini isterler. Bir akşam işler ciddileşir, hiç tanımadığı birileri gelip onu açıkça tehdit eder ve hakaretler savurarak giderler. Bu olayı çıkaran Çakır Emine’nin âşıklarından Feridun’dur. Kız tarafından reddedilen Feridun, İrfan’dan öç almak istemektedir. İlerleyen günlerde bir kez daha karşılaşırlar ve Feridun yine kavga çıkarır, İrfan kendini savunurken Feridun’u öldürür.

İrfan’ın istemeden işlediği cinayetin bedeli çok ağır olur, bir yıl sonra annesi ölür, malı mülkü satılır ve on iki yıl sonra perişan bir adam halinde hapishaneden çıkar. Tanıdıklarını arar, Nazlı, “mangaput” Nazlı akıl hastanesinde ölmüştür. Ethem de öyle… Emine birkaç defa hapishaneye ziyaretine gelmiş ama sonra ayağını kesmiştir. Sulukule’ye geldiğinde onu üç çocuk anası, kart sesli bir kadın olarak bulur ve surların kavuklarında yaşamaya başlar. Sulukuleliler ona “İrfan Baba” adını takarlar ve ara sıra da kemanı koltuğunda, peşlerine takıp eğlentilere götürürler. Bu sayede beş on para kazanır.

Sonra bir gün yazarla buluşan İrfan, “koynundan eski püskü, soluk gazete kâğıtlarına sarılı koca bir paket çıkartıp” ona verir ve gider. Arkadaşının hatırasını teslim alan yazar, uzun zaman sonra ortak bir arkadaşlarından onun sokakta ölü bulunduğunu öğrenir. O yıl kış, sokaklarda yaşayan birinin dayanamayacağı kadar sert geçmiştir...

•