Vicdan Efe’nin komşu duvarı öyküleri

Komşu-Duvarı

Komşu Duvarı

VİCDAN EFE

Nota Bene Yayınları 2021 128 s.

"Vicdan Efe bu kitabındaki öykülerle hayatın ve insanımızın birçok yönüne öykücülük/yazarlık tepe lambasını tutmaktadır. Kimi zaman gülümseten, gülümsetirken de acıtan gerçekler sadece yazanın değil, okuyanın da burnunun direğini sızlatır."

TACİM ÇİÇEK

Öykü dalındaki pek çok yarışmada dereceye girerek ödüller alan Vicdan Efe çeşitli çocuk öyküleri seçkilerinde öyküleriyle yer aldı. İki Kız Bir Oğlan, Sevincin Rengi (Koza/2011), Kar Bulutlarının Ötesi(Koza/2012) adlı gençlik romanları yayınlandı. Sen de Topla Düşlerini (2004) ile Tambur Ağıtları (2008/2012) adlı öykü kitaplarından sonra üçüncü öykü kitabı Komşu Duvarı (NotaBene/2022) ile okurlarıyla buluştu Efe. Eskişehir doğumlu. İktisat mezunu. İzmir’de yaşıyor. Pek çok öyküsüyle çeşitli edebiyat dergilerinde yer aldı. 1992/2007 yılları arasında yayımlanan Damar dergisinde ve başka dergilerde yayımlanan öykülerinden bilirim onun sıkı bir işçilikten ve pürüzsüz bir dilden yana olduğunu. İtiraf etmem gerekirse toplu öykülerini ilk kez okuyorum. Hem dergilerden okuduklarımda hem de bu kitabında yer alan 13 öyküde aynı dil pürüzsüzlüğünü, işçiliğini gördüm.

Reddediyorum (Doğu/2019) adlı kitabımda yer alan ‘Öykü Nedir ya da Ne Değildir?’ (s. 216) başlıklı yazımda dil ve kurgu ilişkisi bakımından şöyle demiştim: “…Bir metnin canlılık ve sahicilik duygusu (ki unutmayalım, kısa ya da uzun aslında her öykü bir metindir) yani okuru saran şey, dilin kurguyla iç içe olmasıdır. Çünkü bu ikisi bir öykünün en olmazsa olmazıdır. İlki bize dil şöleni/lezzeti sunar, öteki de metni sonuna kadar ilgiyle elden bırakmamamızı sağlar. Bilinmelidir ki öykü/hikâye yazan hiçbir kimse, iyi ve gerekli bir amaç olan hikâye anlatma uğruna dil bayrağını asla yere düşürmez; düşüremez de. Düşüren ya da iyi bir hikâye bile olsa kötü bir dile (anlatım/üslup) heba eden her kişi, iyi bir öykücü/hikâyeci değildir. Aslında her öykünün dili kendisiyle birlikte kurgusunu da oluşturur demek abartı olmasa gerek...”

Vicdan Efe bunun ayrımında olan bir öykücü. Bu yüzden de içselleştirdiği konuları ‘en iyi nasıl anlatabilirim’ kaygısını taşıdığını kitabındaki öyküleriyle kanıtlıyor.

Edebiyatla bir tür kan bağı olanlar bilir, ama edebiyatın özgün bir güzelliği olan öyküyle özel ilgilenenlerse daha iyi bilir, dünya öykücülüğünde iki ana biçimin olduğunu: İlki Maupassant biçimidir. Öyküde asıl olan “olay”dır. Okuyucunun öyküyü şöyle ya da böyle yorumlamasına olanak yoktur. Çünkü öyküdeki olay mantıklı bir seyir halinde ilerler. Kişilerin portreleri özenle ve ayrıntılı olarak çizilir. Guy de Maupassant (1850-1893) daha sonra “olay öykü” olarak adlandırılacak olan bir öykü anlayışının da temellerini atar. Maupassant okura tamamlanmış bir hayat sunar. Bir durum ya da kesiti değil, tümüyle sonucu ve bütün bir hayatı aktarır. Dolaysız anlatımla öykü “son”a yönelik olarak kurgulanır. Anlatılan konular biçimsel yapının hep önündedir. Öykülerde bir “ileti” hedeflendiğinden, anlam gizlenmez, açık edilir.

Öteki de Çehov biçimidir. Öyküde asıl olan “olay” değildir. Öykü sona erdiği zaman her şey bitmiş olmaz çünkü. Öykü asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira kişiler tümüyle tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket halindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur. Çehov tarzı olarak nitelenen bu tür öykülerle birlikte klasik serim, düğüm, çözüm disiplini terk edilirken, öyküler insan ruhuna, onun ifade ettiği, edemediği alanlara da yönelir.

İşte tam da burada Vicdan Efe’nin öyküleri Çehov ile Sait Faik Abasıyanık arasında bir yerdedir demek bir abartı olmaz. İkisinin sentezi bir formda işliyor öykü konularını. Çünkü en modern ve diğer öykülerinden anlatıcısı, konusu açısından ayrılsa da Yaşam İstasyonu adlı öyküsü de yine tüm öyküler gibi klasik serim, düğüm ve çözüm disiplini içinde kurgulanmıştır. Onun üç öykü kitabında da tarzı budur. Öykülerinde dili ve kurguyu birçok öykücü gibi önemser. Çünkü dil ve kurgu öykü açısından vazgeçilmez iki öğedir bana göre de. Biri bize kolay ve tadına vara vara öyküyü okutur, öteki de sonuna kadar ilgimizi canlı tutar.

Son kitabında Vicdan Efe üç farklı anlatıcı oluşturmuş: “Fırıncı Fevzi”, “Yetiş Ya Hızır”, “Atların Yandığı Gece” ve “Taş Duvar” adlı öykülerin anlatıcıları erkek çocuklardır. “Yaşam İstasyonu” ile “Üzümsüz Bir Bağ” adlı öykülerin anlatıcıları da cinsiyetsizdir. “Ben Kuyruklu, Dişi Bir Köpeğim”, “Zülâl”, “Küflenmemek İçin”, “Evlilik Kararı”, “İçeriden Kilitli”, “Güvercin Gözlü Kadın” ve “Bayram Dayı” adlı öykülerin anlatıcıları ise kadınlardır.

Bir yazar tabii ki her öyküsü, romanı ve anlatısı için anlatıcı yaratır. Bu onun tasarrufundadır. İster kurgusal isterse yaşanmışlıktan soğursun konularını... Onlara anlattırır. Demek istediğim şu: Vicdan Efe öykülerini üç farklı anlatıcıya söyletmiş. “Yaşam İstasyonu” ile “Üzümsüz Bir Bağ” dışındaki erkek ve kadın anlatıcılar bizatihi öykülerdeki olayların/anlatıların da kişileridir. Yani olup biteni yaşayanlar, başından birtakım şeyler geçenler anlatıyor yaşadıklarını. Bunu da kabul edebiliriz ama bu üçlü anlatıcılı öykü kitabı eklektik olmuş bu yüzden.

“Yaşam İstasyonu” en özgün, en uzun ve en çarpıcı öyküsü. Gerçek bir tren yolculuğundan yola çıkarak ömür yolculuğunu metafora dönüştürmek oldukça ilginç. Bu yanıyla öteki öykülerden ayrılıyor. “Dekovil” diyebileceğimiz bir öykü. Kitaba pekâlâ isim olabilirdi. Bu öykü de dahil üç öyküde sırf duvar kelimeleri ve cümleleri geçiyor diye isim olmasını yadırgadığımı belirtmeliyim. Tanıtım yazısına rağmen denk düşmediği görüşündeyim.

“Ben Kuyruklu, Dişi Bir Köpeğim”in anlatıcı Zülâl genç yaşta ölmüş bir kadındır. Ölümünün kırkıncı gün duası için eve gelenlere dair düşüncelerini anlatırken, kendi kişisel hayat hikâyesine de ortak eder bizi.

“Üzümsüz Bir Bağ”da ise ailecek topladıkları üzümlerden elde edecekleri gelirle, hasta ve okula gitmeyen küçük oğlunun tedavisini yaptırma, istediklerini alma, üniversite için dershaneye yazılmak isteyen kızının beklentisini gerçekleştirme umudunu taşıyan kadının/annenin umuduna ‘tüccar ya parayı vermezse?’ kaygısı düşer… Çünkü bununla ilgili pek çok şey duymuştur. Oysa gerçek bambaşka çıkar karşısına…

Vicdan Efe bu kitabındaki öykülerle hayatın ve insanımızın birçok yönüne öykücülük/yazarlık tepe lambasını tutmaktadır. Kimi zaman gülümseten, gülümsetirken de acıtan gerçekler sadece yazanın değil, okuyanın da burnunun direğini sızlatır. Bu yüzden de bize düşen onun pürüzsüz ve sıcacık dilinden dökülen sözcüklerden oluşan bu öyküleri dinlemek, pardon okumaktır.

•