Ütopik-Hikâyeler

Ütopik Hikâyeler

ETHEM NEJAT

haz. Bilgin Güngör, Nilgün Büyüker Güngör Kırmızı Kedi Yayınları Mayıs 2022 88 s.

Ethem Nejat’ın edebiyatçı yönü yakın zamanlara kadar edebiyat tarihinin sisli sayfaları arasında kalmış, az bilinen bir konuydu. Ancak son yıllarda yayınlanan araştırmalar gösteriyor ki, Ethem Nejat'ın “Türkçü” kimliğine sahip bir aydın olarak yazdığı çeşitli hikâyeler var. "Milli ütopya" diye adlandırılan hikayeler bunlar...

AHMET EKEN

Her ne kadar siyasi kişiliği, bu nedenle arkadaşlarıyla birlikte 28 Ocak 1921’de Karadeniz’de katledilişi, hatta eğitim tarihiyle ilgilenenlerin yabancısı olmadığı eğitimci yanıyla bilinse de, Ethem Nejat’ın (1882?-1921) edebiyatçı yönü yakın zamanlara kadar edebiyat tarihinin sisli sayfaları arasında kalmış, az bilinen bir konuydu. Ancak son yıllarda yayınlanan araştırmalar gösteriyor ki, Ethem Nejat 1913-1918 arasında “Türkçü” kimliğine sahip bir aydın olarak çeşitli hikâyeler de yazıyor ve bunlardan ikisini de kitaplaştırıyor.

1913 yılında kitaplaştırılan bu hikâyeler geçtiğimiz aylarda birleştirilerek Ütopik Hikâyeler adıyla bir kez daha kitap olarak okuyucunun karşısına çıktı. Kitabı yayına hazırlayan Bilgin Güngör ve Nilgün Büyüker Güngör, kitapta yer alan giriş yazısında yazarı bize şöyle tanıtıyor:

Meşrutiyet dönemi aydınlarından Ethem Nejat Üsküdar’da (…) kimilerine göre 1882’de, kimilerine göre ise 1887’de dünyaya gelmiştir. Okuma-yazmayı annesinden öğrenmiş, sırasıyla Üsküdar İdadisi’nden ve Ticaret Mekteb-i Âlisi’nden mezun olmuştur. Basın hayatına II. Abdülhamid döneminde Osmanlı Ziraat ve Ticaret Gazetesi’nde yayımladığı yazılarla başlayan Ethem Nejat, aynı dönemde kendi milliyetçi fikirlerine uygun bir yapılanma olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile irtibat kurmuştur.

Ancak bu ilişki tehlikeli hale gelmeye başlar ve Ethem Nejat ülkeyi terk ederek bir süre Amerika’da ve Fransa’da yaşar! Çalışmada bu ülkelerde edindiği izlenimlerin, eğitim ve ziraat üzerine ilerleyen dönemlerde (Meşrutiyet yıllarında) öne süreceği tezlere büyük ölçüde temel teşkil ettiği belirtilmekte.

Ethem Nejat, Meşrutiyet’in ilanından sonra Türkiye’ye döner ve bir müddet sonra da Manastır Dârülmuallîmi’ne tayin edilir. Burada müdür olarak görev yaparken eğitim açısından bazı yeni ve önemli projeleri hayata geçirir. Örneğin, okula bağlı bir rasathane ve izci birlikleri kurar, fenni gezintiler ve yürüyüş geleneğini başlatır. Dârülmuallîm Kongresi’ni toplar… Bu faaliyetleri “Onun Türkçü bir rota izlediği eğitim alanında zihni olana neredeyse eş bir şekilde fiziki olanı da öncelediğinin birer göstergesidir. Daha sonraki görev yerlerinde de benzer uygulamalara öncülük edecektir”.

Bu sıralarda arkadaşı Ferid ile beraber Manastır’da Terbiyeyi Yeni Fikir ve Toprak adlarında iki dergi çıkartır. Bu dergilerde modern eğitim usulleri ve ziraat hakkında çeşitli yazılar yayınlanır. 1912-1913 yılları arasında yaşanan Balkan Savaşları sırasında Manastır Sırp Kuvvetleri’nin eline geçer ve burada kısa süren bir esir hayatı yaşar. Ancak İstanbul’a kaçmayı başarır. Daha sonra Bursa ve İzmir Dârülmuallîmi’ne müdür olarak atanan, Çanakkale Savaşı’nın başlaması üzerine 60 öğrencisi ve bazı öğretmen arkadaşlarıyla birlikte bu savaşa gönüllü olarak katılan Ethem Nejat, savaş dönüşünde, 1915 yılında Eskişehir’de maarif müdürü olarak görev yapar. Burada da hem eğitim hem de kültür açısından birtakım yeniliklere öncülük eder. Bazı okulları yeniler, köy okullarını güçlendirir, yeni bir kütüphane açar ve Eskişehir’in ilk yerel gazetesi olan Karacahisar’ın çıkarılmasına önayak olur.

1918 yılına kadar çeşitli illerde maarif müdürü olarak görev yaptıktan sonra, aynı yıl “Türk Ocakları”nın desteğiyle Almanya’ya gider. Burada, “O sıralarda Almanya’daki siyaset sahnesinde yükselişte bulunan Spartakistler ile birlikte Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası adıyla bir partinin kurulmasına öncülük eder ve bu partinin yayın organı olarak Kurtuluş dergisini çıkarmaya başlar”.

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri Ethem Nejat

1919’da Türkiye’ye dönen Ethem Nejat, “benimsediği yeni ideolojinin yarattığı/yaratacağı toplumsal rahatsızlıktan çekindiği için kısa bir süre sonra Rusya’ya gider”. Burada Komünist Partisi’ni kurmaya çalışan Mustafa Suphi ve arkadaşlarına katılır. Bu grupla birlikte, Bakü’de 1-7 Eylül 1920’de I. Doğu Halkları Kurultayı’nda yer alır. 1921’de ise Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın kongresinin toplanmasına öncülük eder. Parti Türkiye’ye dönme kararı alınca Mustafa Suphi ile beraber Türkiye’ye gelirler.

Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin ilk genel başkanı Mustafa Suphi, ilk genel sekreteri ve partinin kurucu lider kadrosunda yer alan on iki komünistle beraber Trabzon’da, 28 Ocak 1921’de gece yarısı bir tekneyle Bakü’ye geri gönderilmek üzere yola çıkarılır. Sürmene açıklarında on beş komünist katledilir. Olay resmî kayıtlara “deniz kazası” olarak geçer!

Ethem Nejat hayli faal geçen kısa yaşamı içerisinde edebiyata da ilgi duymuş, 1913-1918 yılları arasında çeşitli hikâyeler kaleme almış bir kişidir. “Milli Edebiyat” görüşüyle yazılmış bu hikâyeler az sayıda oldukları ve “estetik yetkinlik bağlamında düşünülebilecek niteliklere sahip olmadıkları” için edebiyat tarihçileri tarafından kale alınmamış ve Latin harflerine aktarılmamıştır. Ancak yakın tarihimizin aktivistlerinden birinin böylesi bir çabasının da olduğunun bilinmesi şüphesiz daha doğru olacaktır.

Kitapta yer alan ilk öyküde, 1930’larda ziraatı, sanayisi ve insan kaynakları gelişmiş Anadolu’da yaşanan bir olay anlatılıyor. Yeniliklerden habersiz babasından kendisine bir çiftlik kalan Turhan Efendi gelişmelere, yeniliklere açık bir adamdır. Demiryoluna ortak olup arkadaşlarıyla birlikte bir banka kurar, ama babasından kalan çiftliği de modern usullerle işletip geliştirmek istemektedir. Bunun için ziraat öğrenimi görmüş bir müdür aramaya başlar. O günlerde öğrenim görmüş bir müdür kolay kolay bulunmamaktadır. Çünkü çiftçiler bilinçlendikleri için, ziraat mektebi mezunları hemen işin başına geçirilmektedir. Nihayet ikinci kez verdiği ilana bir genç müracaat eder ve Turhan Bey onu işe alır.

Beyazıd Ferid, yeni işine başladıktan sonra arkadaşı Tukuz’a bir mektup yazarak yolculuğunu ve ilk çiftlik izlenimlerini anlatır. Buraya gelmek için Anadolu şimendiferine binmiş, Sarayburnu-Üsküdar köprüsünü geçtikten sonra inanılmaz manzaralarla karşılaşmıştır. Her yer yemyeşildir:

“Bahtiyar çiftçiler bahçede yemiş ağaçları arasında mağrurane dolaşmakta, arkasına sakız gibi elbiseler giymiş, önüne al bir önlük takmış, başını renkli bir örtüyle saklamış olan uzun ve iri Türk kızları yemiş toplamaktadır (…) Tren hep böyle sevimli levhalar içinden geçer”.

Beyazıd Ferid’in bu ilk yolculuğu değildir. Otuz yıl önce de babasıyla buralardan geçmiş ve sadece çıplak, sessiz topraklar, gamlı ve elemli istasyonlar görmüştür. Tüm bu manzaralar artık geride kalmış, onların yerini hareketli, güler yüzlü insanlar almıştır.

Çiftlik müdürü bu durumun nedenini şöyle açıklar:

Hepimizi sevindiren zindelik, şenlik şüphesiz ki büyük milli uyanışın yadigârıdır. (…) Balkan Harbi, yaşamak isteyen bir millette hâsıl olan arzuları, emelleri bizde yükseltti, milli emeller, gayeler arkasında dendi ki: bir yurt ancak ziraatı, iktisadiyatı sayesinde yükselir… Gençler çiftçi oldular, ziraat mektepleri doldu, Avrupa ziraat mekteplerine talebeler yağdı (…) Anadolu köylerini, çiftliklerini ilimle, fenle uğraşan gençler doldurdu. Köylüler makineleri hayretle karşıladılar, yaratılış açısından pek genç ve terakkiperver olan Türk köylüleri (…) gençlerin pek kıymetli yol göstericiliğini, yeni çiftçi alet ve makinelerini memnuniyetle kabul ettiler.

Tam yetkiyle göreve başlayan Beyazıd Ferit hemen işe başlar. Gördüğü çiftlikten memnundur, ancak yeni projelerle onu daha da geliştirmek istemektedir. “Gözü açık ve ekserisi okumuş yazmış” çiftçilerle hafta boyu çalıştıktan sonra cuma günleri tatil yaparlar. En büyük eğlenceleri ise cuma akşamları meydanda toplanıp milli şarkılar okumak, bağlama çalmak, milli danslar yapmaktır. Genç adam bir itirafta bulunur: “Türklüğün saf ve müstesna hayatını ancak burada öğrenebildim… ben şimdi.”

Büyük ölçüde mektuplaşmalara dayanan hikâyede yer alan bir başka mektupta, Beyazıd Ferit’in arkadaşlarının da kendisi gibi modern ziraatla ilgili işlerde çalıştıklarını ve onun da arkadaşlarının yaptığı yeniliklerden yararlanarak çiftliğini modernleştirdiğini okuyoruz. Örneğin, bir arkadaşının ürettiği yeni pullukların büyük yararını görmekte, başka bir arkadaşının yaptığı, Amerikan orak makinelerinden çok daha iyi olan makineyi kullanmakta, bağcılıktan elde ettiği ürünleri ticaretle uğraşan bir arkadaşının İstanbul’daki mağazasında satışa sunmaktadır. Yakın dostu Tukuz ise babasından devraldığı Çiftçi Gazetesi’ni geliştirmiş, modern çiftçilik hakkında en yeni haberleri, çalışmaları yayınlayan ve “Osmanlı yurdunun ve Türklük âleminin büyük merkezlerinde” çıktığı gün bulunabilen bir yayın haline getirmiştir. Artık Yemen’den Selanik’e kadar çiftçilik yapan tüm mektep arkadaşları gazetesini okuyabilmektedir.

Bilgisi, yeni gelişmeleri izlemesi ve çalışmaları sonucu çiftliği örnek bir çiftlik haline getiren Beyazıd Ferid beşinci senesinin sonunda çiftlik sahibine verilmek üzere bir rapor hazırlar. Raporda “vatanın ancak her şahsın vazifesini ifa etmesiyle yükselebileceği” ilkesiyle çalıştığını ifade ettikten sonra yaptıklarını sıralar: Öncelikle çiftlikteki yabancı yapımı makineleri satmış, yerlerine çok daha mükemmel olan yerli malı makineler almıştır. Önceleri ilkel makineler ve hayvan gücüyle yapılan işler artık modern makineler ve elektrik gücüyle yapılmaktadır. Aydınlanmada da elektrikten yararlanılmaktadır. Çiftlikte bir soğuk hava deposu ve konserve fabrikası kurulmuştur. Tarıma müsait olmayan topraklar ağaçlandırılarak bir orman oluşturulmuş, çiftlik binalarının tümü “Türk tarz-ı bediası”na uygun şekilde yenilenmiştir… Çiftçi çocuklarını okutmak için bir okul inşa edilmiş, en iyi öğretmenler getirtilmiştir. Burada çocuklar fenni bahçıvanlık, sütçülük, konservecilik, makinecilik, elektrikçilik, arıcılık öğrenmekte, milletperver yetişmektedirler.

Esasen birçoğunu bildiği raporu okuyan çiftlik sahibi birkaç gün sonra Beyazıd Ferid Bey’e kısa bir mektup yazar ve çiftliğin hasılasının yüzde otuz beşini ona vereceğini bildirir. İdealist müdür bu paranın önemli bir kısmıyla çeşitli ülkelerden kitaplar getirtir ve Ziraat Mektebi Kütüphanesi’ne bağışlar. Kalanını da “fukara köylü çocuklarının ziraat tahsil etmeleri için cemiyete bırakır”.

Ethem Nejat okuduğumuz ikinci öyküsünde de ütopyasını anlatmayı sürdürüyor. Üç bölümden oluşan “Yiğit Türkler”in ilk bölümünde, Anadolu’nun ortasındaki hayalî bir kentte düzenlenen “Yiğitler Günü” etkinlikleri anlatılıyor. İmparatorluğun her yerinden ve çeşitli yabancı ülkelerden insanların seyretmek için elektrikli trenlerle geldiği kentte padişah huzurunda yapılan yarışlar genellikle Türk sporcuların başarılarıyla sonuçlanır, ancak cirit müsabakasının en son iki sporcusu bir türlü birbirini yenemezler. Bunun üzerine hakem karşılaşmayı sonlandırır ve ikisini de kutlar. Yenişemeyen sporculardan biri Türk Gücü Derneği mensubu Tüfekçioğlu Oğuz Bey, diğeri ise Yiğit Türkler Derneği’nden Günseli Hanım’dır. Ve bu iki sporcunun babaları tanışmakta, çocuklarının evlenmelerini istemektedirler…

İkinci bölümde yenişemeyen iki sporcunun bu evliliğe kadar geçen süreci ve yetişmelerini okuyoruz. Oğuz Bey babasının çiftliğinde bir yandan tarım işleriyle uğraşarak, diğer yandan da kitap okuyarak büyür. Çiftçi yetiştiren bir mektebe gider, çok sayıda yurtiçi ve dışı seyahatler yapar. Günseli Hanım da benzer şekilde yetişmiş, karma bir okulda vatanperver, sporcu, bilgili bir kız olmuştur. Oğuz Bey gibi o da “insaniyet İslamiyet ve Türklük düşmanlarından” intikam almak istemektedir. Ve bu iki genç sonunda evlenirler.

Günseli Hanım’la Oğuz Bey’in bu evlilikten Turgut ve Nilüfer isimli iki çocukları olur. Fakat aile mesut yaşarken, “büyük ve katil düşman, turan ülkesine” saldırır. Bir saldırı karşısında sessiz kalamayan Osmanlılar harekete geçer ve savaşa girerler. Oğuz Bey ve Günseli Hanım ilk ayağa kalkanlardır, bağlı oldukları dernekler aracılığıyla savaşa katılırlar. Her ikisi de fedakârca, kahramanca görevlerini yaparlar, ancak Oğuz Bey, Günseli Hanım’ın aksine sağ salim eve dönemez. Savaş sonrası Günseli Hanım çiftliğin başına geçer ve çocuklarını babalarına layık bir evlat olarak yetiştirir…

Türkiye Komünist Partisi kurucuları: Mustafa Suphi (sağ) ve genel sekreter Ethem Nejat (orta) ve İsmail Hakkı (sol)

Bu neredeyse mizah hikâyesi tadı veren çocuksu “milli ütopya” örnekleri, 1900’lerin başında bir Osmanlı entelektüelinin zihinsel uğraklarını göstermesi bakımından ilginç… Nâzım Hikmet’in de çok gençken kaleme aldığı şiirlerde milliyetçilik esintileri olduğunu hatırlarsak, Karadeniz’de katledilmeseydi Ethem Nejat’ın bambaşka eserler verebileceğini tahmin edebiliriz… Acaba o zaman da hikâyelerdeki dünya bu kadar naif mi olurdu?