23 Nisan 2022

Ferdi Tayfur inkar tazminatını bilseydi itiraz eder miydi?

Borcu inkar ettiğinde, eğer haksız çıkarsa, yüzde 15 oranında fazladan ‘inkar tazminatı’ ödemek zorunda olacağını bilseydi, belki de hiç itiraz etmezdi

HUKUK OMBUDSMANI

Haber, Ferdi Tayfur’un Sarıyer’deki villasının istinat duvarını yenileyen müteahhit  firmaya borcunu ödememesi ve icra takibi sonunda ödemeye mahkum edilmesi ile ilgiliydi.

Bu kadar kısa ve net yazdığıma bakıp, haberin de çok şeffaf ve anlaşılır olduğunu sanmayın.

Karmaşık dili ve içinde birbirini tutmayan rakamlarla doluydu. Haberde, esas mesele olarak 'borcun ödenmemiş olması' dışında bir şey söylemiyor. Oysa, haberin çalakalem düzenleme yerine, konuya her düzeyde insanın anlayabileceği bir dile ihtiyacı vardı.

Vahim olanı ise haberin, bu haliyle, neredeyse virgülüne kadar aynı olmak üzere Akşam, Milliyet, Yeniçağ, Hürriyet, Sabah, Sözcü, sondakika.com, Memurlar.net’de yer almış olmasıydı.

Her bir yayın organına saygımız sonsuz, hepsinin kendine göre okur kitlesi var ve bu nedenle de her biri değerli. Fakat bazı haberlerde öylesine özensiz davranabiliyorlar ki, şaşırmak/üzülmek/kızmak arası duygu karmaşasına düşülebiliyor.

Sözünü ettiğim özensizlik, daha çok hukuksal olaylarla ilgili haberlerde gözleniyor.

Sanki haberi yazan da "Ne kadar sıkıcı konular böyle, ne bu mahkeme, duruşma, haciz, maciz, fenalık geldi valla" şeklinde tiksinme veya en hafifi hali ile bıkkın bir ruh hali içinde, mecburiyetten yapmak zorun kalmış gibi izlenim veriyor.

Eskiden adliye muhabirleri yapardı hukukla ilgili haberleri ve olup biteni tane tane anlatırlardı. Şimdilerde eline bilgi notları verilen herkes yazabiliyor gibi görünüyor. Bu tür haberlerin ortalama düzeyde yargılama bilgisi olan veya bu alanın özel terimlerine en azından aşina olan muhabirler tarafından düzenlenmesi gerekiyor.

Ayrıca haberde, üzerinde anlaşmazlığa düşülen müteahhitlik işinin ne olduğu bile belli değil? 'İstinat duvarının kesimi' derken, ‘yıkım’dan söz edilmek isteniyor olabilir mi?

İcra inkar tazminatının ne olduğunu kısacık da olsa haberin içine yedirmek gerekmez miydi?

Ferdi Tayfur bile, borca itiraz ederken, böyle bir tazminatla karşılaşacağından, habersiz olabilirdi. Borcu inkar ettiğinde, eğer haksız çıkarsa, yüzde 15 oranında fazladan ‘inkar tazminatı’ ödemek zorunda olacağını bilseydi, belki de hiç itiraz etmezdi. Hatta Tayfur, bu konuda kendisini uyarmadığı için avukatlarına sitem etmiş bile olabilir.

Diyeceğim, özellikle hukuksal içerik taşıyan haberlerin, daha özenli derlenmeye şiddetli ihtiyacı var.

Gün gelir o da olur, ben de burada gazeteci arkadaşlarımın nezdinde ‘huysuz abi’ konumuna düşmem.

***

İmkansız bir davanın peşinde 20 yıl

Sadece haberle ilgili başlıkları okumak bile, insanın içinin burkulmasına yetiyordu. Cumhuriyet "Kazada sakat kalıp ölen kızı için mücadele eden Alican Demirpolat'a yargıdan darbe" şeklinde vermişti, Habertürk ise "5 yaşında araba çarpan ve 4 yıl önce yaşamını yitiren Hediye 18 yıl sonra suçlu bulundu!"

Her okuyanda "Böyle adalet olmaz olsun" dedirten bu başlıklara konu olan olay şöyleydi.

2001 yılında Aydın Buharkent’te arkadaşlarıyla evinin önünde oynayan 5 yaşındaki Hediye Demirpolat’a, H.Y.’nin kullandığı otomobil çarpmıştı.

Ağır yaralanan ve sonraki süreçte felç geçiren kız çocuğu yüzde 97 engelli hale gelmişti.

Baba Alican Demirpolat, kızının bedensel ve zihinsel engelli kalmasına yol açtığı  iddiasıyla, otomobil sürücüsü H.Y.’ye 200 bin liralık tazminat davası açtı.

20 yıl süren dava süresi içinde, dosya dört kez Adli Tıp Kurumu’na gitti, bu arada 25 yargıç ve dört savcı değişti. Röntgen sonucunun kaybolduğu davalarda baba Demirpolat, engelli kızını 122 duruşmaya sırtında getirip götürdü. Ve Hediye Demirpolat, 2015 yılına gelindiğinde, 20 yaşında vefat etti.

Ve 20 yıl sonra dava sonuçlandı, mahkeme babaya sadece  210 TL maddi, 1000 TL de manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

Habere göre davanın özü böyleydi.

Ancak bir kahır mektubu okurcasına insanı yaralayan bu haber, sonlara doğru geldikçe gerçekliğini yitirip, fantastik bir kurgu olma şüphesini de taşımaya başlamıştı.

Mesela, babanın, zorunlu olmadığı halde, 122 kez kızını adliyeye sırtında taşıma ısrarını da anlamak zordu. Mahkeme heyetini 'kızını sırtında taşıyan cefakar baba' görüntüsü ile etkileme, yol boyunca kendini izleyen insanlara acındırma gayreti içinde olması, tazminat elde etmek için ihtiyacı olan bir yöntem değildi.

Aslında çok basit bir dava olması gerekirdi. Eğer teşhis ve tedavi de bir kusur var ise, bilirkişi raporu ile hemen ortaya çıkması gerekirdi. Davanın 20 yıl sürmesi, mahkemenin takılıp kaldığı ve aşamadığı bir sorunu işaret ediyor olabilirdi. Haberi yazan muhabirler, bu ihtimal üzerinde hiç durmamış, sadece babanın anlattıklarına odaklanmıştı.

Alican Demirpolat’ın avukatına ulaştım (Adının yazılmasını istemedi). Kendisi Ankara’da avukatlık yapıyordu ve hiçbir ücret almadan Nazilli’de devam eden davayı ilkesel bir inatla takip ediyordu.

Avukatın dava ile ilgili anlattıkları kuşkularımı doğruluyordu. Kendisi sonradan ailenin avukatı olmuştu ve ama süreç içinde neler olup bittiğini biliyordu.

Sözünü ettiğim haberde yer alan bilgilerin eksik veya çarpıtılmış olabileceğini söyledi.

Kızı Hediye Canpolat trafik kazasına uğradığında hastaneye kaldırılmıştı,  anormal hiçbir bulguya rastlanmamış ve doktorlar tarafından aynı gün evine gönderilmişti.

Kızı, kazanın hemen sonrasında değil, ilerleyen değişik zamanlarda çeşitli semptomlar nedeniyle hastaneye götürülerek tedavi görmüştü. Yıllar ilerledikçe durumu kötüye gitmiş, yüzde 97 engelli hale gelmesi ile sonuçlanmıştı.

Baba Canpolat, kızının  tüm yaşadıklarının, trafik kazası nedeniyle olabileceği ihtimali ile aracın sürücüsüne tazminat davası açmıştı.

Ancak elinde bu iddiasını kanıtlayacak hiç belge yoktu. Kızının geçirdiği onca rahatsızlıklarla ilgili yaptırılmış tek bir MR testi bulunmuyordu.

Bu nedenle doktorlar,  kızının yüzde 97 engelli durumuna getiren sürecin, yıllar önce gerçekleşmiş trafik kazası ile arasında bir nedensellik bağı kuramıyorlardı.

Mahkeme yine de, babanın acısını anlıyor, bilirkişi raporlarına karşı tüm itirazlarını değerlendiriyordu. Adli Tıp heyetinin tüm raporları "Kaza ile illiyet bağı kurulamamıştır, röntgen ve MR filmleri olmadan karar veremeyiz" notu ile sonuçlanıyordu.

Bu nedenle mahkeme bu imkansız sürece son vermiş, kızının geçirdiği kaza sırasındaki hastane masrafların karşılığı olan 210 TL’yi maddi tazminat ve 1000 TL’de sembolik manevi tazminat olarak, karara bağlamıştı.

Yazının başındaki verdiğimiz gazete başlıklarına dönecek olursak, tahmin ettiğimiz gibi, galiba haberi yazan muhabirler, babanın anlattığı her şeyi hiç sorgulamadan, araştırmadan, duruşma tutanaklarını incelemeden, ne söylüyorsa, yazıya dökmüşlerdi.

Ve bir babanın tazminat takıntısı nedeniyle, hem kendisinin, hem başkalarının onca emek ve zamanın heba oluyordu, imkansız olan tüm davalarda olduğu gibi.

Kafamda deli sorular

·Sakıncalı şarkı sözleri- Şarkılarında uyuşturucu kullanımını özendirdiği gerekçesiyle, Murda lakaplı şarkıcı Mehmet Önder Doğan’a  4 yıl 2 ay hapis cezasına verildi. Haber neredeyse tüm medyada yer aldı ama, hiç birinde bu özendirici şarkı sözlerinin ne olduğu yer almadı.

·Trafikten men abartısı-İstanbul'da ücret nedeniyle tartıştığı Fransız kadına şiddet uygulayan Ercan Yılmaz’ göz altına alındı. Taksi de ‘trafikten men’ edilmiş. Olayın vahşiliği ortada. Yine de bu, trafikten men gibi haksız bir kararı meşru kılmıyor. Trafikten men, sadece araçtaki teknik eksiklikler nedeniyle verilen bir cezadır.

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü