24 Haziran 2022

Pınar Gültekin davasından ne anladık, 'haksız tahrik' hakkında ne biliyoruz?

Ben bu davayla ilgili olarak kamuoyu gibi düşünmüyorum. Bence burada ceza indiriminde belirleyici olan, sanığın cesedi yakmış ve üzerine beton dökmek suretiyle cinayeti hunharca işlemiş olması değil, bizatihi cinayetin ilk işleniş hali ile ilgilidir. Kaldı ki, onu da kabul etmiyorum.

Kararı önceki gün açıklanan Pınar Gültekin davasıyla ilgili olarak, bir hukukçunun şu anda yapmaması gereken tek şey sanıklara verilen veya verilmeyen cezaları yorumlamak için acele etmemek olmalı.

Ancak, medyada ve sosyal platformlarda yer alış biçimiyle git gide davanın özünden kopan, sadece sanığa haksız indirim uygulanması ve aldığı hapis cezasının az bulunmuş olmasına odaklanılmış görülüyor.

Bu nedenle, gerekçeli kararı henüz yayınlanmamış davayı değil de, kamuoyu ve medya yansımaları ölçeğinde, abartılı, yanlış veya eksik noktalar üzerine bir şeyler söylemekle yetinmek gerekiyor.

Önce, Pınar Gültekin davasından bağımsız, toplum olarak ceza yargılamalarına genel bakışımız, ve mahkemelerin vereceği kararlardan beklentimiz konusunda (istisnaları ve müstesna kişileri ayırarak) bir değerlendirme yapma zorunluğu var gibi görünüyor..

Haksız tahrikin ne olduğu kamuoyunda biliniyor mu? 

Haksız tahrikin ne olduğu, sadece sanığa verilen cezada indirim sağlamış olması nedeniyle, tepki şeklinde ilgileniliyor. Bu sebeple de, bir davada haksız tahrik uygulanmış olması, kamuoyunu tahrik etmeye yetebiliyor.

Toplum ceza davalarından ne bekliyor? 

Normal koşullarda bir ceza davasından beklenilen, sanığın tüm haklarından yararlandırılarak, eşit ve adil olarak yargılanmış olmasıdır.

Bizim toplumumuzda ise bir yargılamanın adil olup olmadığına, sanığa verilen cezanın ağırlığına göre, adil olup olmadığı düşünülür.

Eğer görülmekte olan bir ceza davası varsa, sanığın hangi suç nedeniyle yargılandığı (hırsızlık, yaralama, istemeden öldürme, kasten öldürme ) fark etmemekte, yargılama sonucunda mutlaka en ağır hapis cezası verilmesi beklenmektedir.

Bu beklentinin bilinç altında ‘idam’ yatmakta, kimilerinde Sultanahmet’te iple sallandırma nostaljisine neden olabilmektedir. Ancak idam yasaklandığı için ses çıkarılmamakta, onun yerine sanığa çok ama çok ağır derecede bir hapis cezası beklenmekte, mümkünse cezaevinden hiç çıkmamasının sağlanması istenmektedir.

Bu çerçevede, bir sanığa 24 yıldan aşağı ceza verilmiş ise derin bir üzüntü duyulmakta, hele bu ceza ‘haksız tahrik’ veya ‘iyi hal indirimi’ nedeniyle azaltılmış ise uykular kaçmakta, kendini bir futbol müsabakasında hezimet bir sonuçla mağlup olmuş fanatik taraftar gibi hissedebilmektedir.

Eğer herhangi bir ceza davasında sanığa 24 yıl ağır hapis cezası verilmiş ise “yarı memnun yarı tatmin olmamış” bir yaklaşım içine girilmekte; 24 yıl ağır hapis cezası verildiğinde ise “müebbet alsa iyiydi” diye hayıflanmakta; sanığın müebbet cezası aldığı hallerde ise “neden ağırlaştırılmış müebbet verilmedi ki” diye huzursuz olunabilmektedir.

Bizim bir ceza davasından anladığımız ve mahkemelerden vermesini beklediğimiz ceza anlayışımız, genellikle böyledir.

Pınar Gültekin davasında verilen karar neden büyük tepki aldı? 

Bence kamuoyu, özellikle kadın cinayetleri davalarında, mahkemelerin verdiği kararları adil bulmuyor. Sanığa verilen cezanın, hakimlerin ağırlıklı olarak erkeklerden oluşması nedeniyle, gizliden gizliye erkek dayanışması içinde karara bağlandığı düşüncesi hakim.

Mahkemelerin bu tür davalarda o kadar tutarsız davrandıklarına şahit olduk ki, kamuoyunun artık müzmin hale gelmiş bu şüpheli yaklaşımında, çok haksız olduğu da söylenemez.

Ancak, Pınar Gültekin davası özelinde yapılan itirazların, sadece sanığa uygulanan haksız tahrik indirimine odaklanmış olması biraz düşündürücü oluyor.

Haksız tahrik indirimi yapılması yanlış mıydı? 

Genel olarak, mahkemenin verdiği karara kamuoyunun tepkisi, çok genç yaşta olan Pınar Gültekin’in boğularak öldürülmesi ve ille de cesedinin yakılarak ve üzerine beton dökülerek, vahşete uğramış olmasıydı.

Cinayetin böylesi bir işleniş şekli, bütün parametrelerin yerinden oynamasına neden oldu.

Sanık Cemal Metin Avcı’ya haksız tahrik indirimi uygulanması ve cezasında indirim yapılmış olması, bana da doğru gelmiyor, ama benim bu itirazımın kamuoyundan farklı bir nedeni var. (Nedenini aşağıda açıklayacağım)

Mahkeme sanığa neden haksız tahrik indirimi uyguladı?

Sanıyorum kamuoyu, sanık Cemal Metin Avcı’nın Pınar Gültekin’i öldürmesi, sonra yakması ve üzerine beton dökmesi, tek bir eylem şeklinde algılıyor. Oysa hukuken boğarak öldürmek ayrı bir eylem, öldürme sonrası yakma ve beton dökme fiilleri, ayrı ayrı cezalandırılıyor.

Eğer mahkeme, gerçekten de haksız tahrik indirimi uygulamışsa, bu bizatihi öldürme eylemi ile ilgili olması gerekir. Yapılacak indirim ‘kasten adan öldürme cezası’ndan düşülür.

Cesedin yakılması ve üzerine beton dökülmesi ise sadece ağırlaştırıcı bir cezadır, o nedenle haksız tahrik indirimi burada uygulanamaz.

Pınar'ın tehdit ve şantaj yapmış olması önemli mi? 

Kamuoyu sadece, ölü bir insanın cesedini yakan ve sonra da üzerine beton döken vahşi bir insanın, Pınar ne söylemiş olursa olsun, haksız indirimden yararlanmaması gerektiğini düşünüyor.

Ben burada kamuoyu gibi düşünmüyorum. Bence burada ceza indiriminde belirleyici olan, sanığın cesedi yakmış ve üzerine beton dökmek suretiyle cinayeti hunharca işlemiş olması değildir.

Bana göre, mahkeme Pınar’a atfedilen ‘ parasal çıkar sağlama ve gizli ilişkilerini sanığın eşine bildirme’ şeklindeki şantaj ve tehditleri, haksız tahrik olarak değerlendirdi.

Bence Pınar’ın bu eylemleri hiçbir şekilde cinayetin işlenmesinde etkili olabileceği düşünülemez. Bu nedenle de haksız tahrik olarak değerlendirilmez ve sanığın cezasında indirim yapılamaz.

Haksız tahrik kanunda nasıl düzenlenmiş?

Kanun (TCK 29) bu konuyu “ Haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi halinde ceza sorumluluğunu azaltan bir ceza indirimi nedenidir. Haksız tahrik etkisi altında suç işleyen kişinin kusur yeteneğinde bir azalma söz konusudur” şeklinde düzenlemiş.

Olaya dönecek olursak, sanık Cemal Metin Avcı, Pınar Gültekin’ öldürmeyip de, sadece tokat atmakla yetinseydi ve açılan dava sadece ‘basit yaralama’ ile ilgili olsaydı, burada Pınar’ın şantaj ve tehditleri, atılan tokat için ‘haksız tahrik’ sınırları içinde değerlendirilebilirdi.

Ancak olayımız, bir cinayet davasıdır, kıyaslanamaz bile.

Tahrikte bulunan kişinin eylemi (Pınar), sanıkta (Cemal Metin) yaratacağı etkisinin “hiddet veya şiddetli elem etkisi” yaratacak düzeyde olması düşünülemez.

Sonuç 

Başta da söylediğim gibi, yukarıda acizane yorumda bulunduğum hukuki açıklamalar, sadece olayın medyada yer aldığı şekliyle ilgili.

Davanın gerekçeli kararı açıklandığında, mahkemenin haksız tahrik indiriminin nedenini açıkladığında, her şeyi yeni baştan değerlendirmek, kavramları somut olarak, yeniden değerlendirmek gerekebilir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü