11 Haziran 2025

Mea culpa-itiraf

Siyaset tartışmak dedikodu gibi, kolay ve zevkli bir uğraş. Sosyal medya bunun besleyicisi oldu. Bir şey kazandırdığını gördünüz mü?

Ceza hukuku bağlamında konuşmuyorum, ne demeli bilmiyorum, doğru referans “meslek hukuku-bilim geleneği-epistemoloji” olabilir mi?

Davranışlar

Bir süredir “davranış (behavioral) iktisat” alanında çalışırken, insanın davranışlarıyla belirlenen kararlarının oluşturduğu, yarattığı sonuçlar olan ve “talep”le başlayıp, yatırım, üretim, istihdam, gelir paylaşımı ile devam eden üretim konusunu anlamaya çalışıyorum. Davranış deyince işin içine, kararın oluşmasında ana aktör olan beyin, ama onun arkasında bilinç, bilgi-deneyim birikimi gibi “ölçülemeyen oyuncular yer alıyor.

Ahlak-vicdan ve Adam Smith

Beyini anlamaya çalışırken tıp, fizik, biyokimya gibi konularda okumak da gerekiyor. Bunlardan söz ederken önümde Adam Smith’in 1759’da, yani 266 yıl önce İskoçya’da, Edinburgh’da yayınlanan “The Theory of Moral Sentiments” duruyor. Hep bilinen ve adeta kapitalizimin kurucusu olan “The Wealth of Nations”ın yayınlanma tarihi ise 1776, yani 17 yıl sonra. Yani o da ahlakla ilgili, Smith daha o zaman, ahlakı, vicdanı bir kenara bırakamayacağımızı görmüş ve bu konuda yazmış.

Yaşam nedir?

Fizik, biyoloji, biyokimya ve beyinle ilgili olarak yazılanları okurken, sosyal bilimciler olarak ne kadar zayıf olduğumuzu görüyorum. Bu sabah yürürken, telefonumda ünlü fizikçi Erwin Schrodinger’in ilk olarak 1944’te yayınlanan “What is Life” adlı kitabını dinliyordum. Atom nedir, molekül nedir, insan-yaşam nasıl oluşmaktadır, fizikteki ölçü birimleri nelerdir gibi kavram ve konuların yaşamdaki yerlerini öğreniyor, anlamaya çalışıyordum. Tavsiye ederim, müthiş heyecan verici bir alışkanlık. Daha önce de Prof. Dr. Talat Kırış’ın “Beyne Giden Yol” adlı kitabını okumuştum. Bir insan ancak bu kadar saygın olabilir!

Yaradılıştan söz etmiyorum, o bir yanıyla fizik, biyoloji ve kimya, bir yanıyla ise felsefenin konusu; benim kanaatime göre herkes kendi anlama ve yorumlama tercihini yapar. Beni ilgilendiren ve bu yazının başlığının itiraf olmasının nedeni, fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimlerde kullanılan ve araştırmacının yorum yapmasını sağlayan bilgi-veri ve onların kullanılmasıyla ulaşılan bulguların, sosyal bilimcilerin ölçülemeyen, “yakıştırma” bilgilerle ulaştığı “bulgularla” aynı kalitede olmamasıdır.

Ampirisizm-temeller

Belki de bu nedenle 60 yıllık meslek hayatımda, bu tür “yakıştırma” bilgilere dayalı “ampirik” çalışmalardan uzak durdum ve olayları, onlara yol açan davranışlara bakarak anlamaya çalıştım. Bunların başında teknolojinin evrimi vardı, soru hala geçerli. Gençlere meslek seçmeyin, neyin, hangi yönde evrileceği belli değil, siz de o yönü belirleyenler arasında olmaya çalışın, temel bilim okuyun diyorum. Ünlü felsefeci Karl Popper’in “her kuram yanlışlanana kadar doğrudur” ilkesi, bilimdeki belirsizliği ortaya koyuyor.

Enflasyon mu, o nedir?

Esas konumuz olan sosyal bilim ve özellikle iktisata dönelim. Son yıllarda Türkiye’de enflasyon yaşam kalitesini mahvediyor, yüzde 50 enflasyon derken ev-iş yeri kiraları, çocukların okul ücreti, ulaşım gideri gibi her an karşımızda duran ve aslında vah vah deyip geçiştirilemeyecek şekilde hepimizi yoksullaştıran bir olaydan söz ettiğimizin farkında mıyız? Sorunun bugünü değil, hepimizin geleceğini ipotek altına aldığının bilincinde miyiz?

Büyük olmanın riski

Ülkeleri yönetenler politika oluşturmakta önlerine getirilen verilerin gerçeği ne denli yansıttığını soruluyorlar mı, sorgulasalar bile Popper anlamında, yadsınamayacak gerçeğe ulaşma şansları var mı? Dünyada böyle bir gerçek var mı? ABD Başkanı Donald Trump, seçilebilmek için bir hayali düşman yarattı, bu düşman ABD’nin dış ticaret açığı ve onu yaratan da Çin’di. Ne Trump ne de etrafındaki şak şakçıları, bu açığın esas kahramanının kendisini yenilemeyen ABD üretim profili, ABD işçisi olduğunu görmedi, görmek istemedi. Çin’den ve başka birkaç ülkeden yapılan, örneğin çelik ithalatını suçlayıp, o ithalatı fantezi gümrük vergileriyle durdurabileceğini sanmak, Trump’ın yanılgısı ve o yanılgının ürettiği yalandı.

Birkaç yıl geriye gidelim. 2008 ve önceki yıllarda küresel ekonomi ağır bir krizden geçiyordu. 4 Kasım 2008 günü İngiltere Kraliçesi Elizabeth II, London School of Economics’de bir açılış sırasında, anlı, şanlı iktisat hocalarına “neden bu krizin gelmekte olduğunu hiç kimse fark etmedi?” sorusunu sordu. Cevap yoktu, iktisatçı her yerde aynı, iktisat, aynı iktisat; regresyon aynı regresyon. Hesaplamada kullanılan veriler, Schrodinger’in kitabında söz ettiği verilerin sağlamlığından, atomu, ısıyı ölçen verilerin gücüne sahip değil. Sosyal bilimlerin kaderi! Benim oğlum bina okur, döner döner, bir daha okur.

Tersine hacı yatmaz

Türkiye 2000 yılına girilirken tarihinin en önemli krizlerinden birine girmişti. Oysa 1980’de liberal ekonomi programı benimsenmişti ve birkaç yıl her şey yolunda gitti. Daha sonra bütçe dışı fonlar, hesapsız harcamalar, ahbap çavuş ekonomisi programın tüm “iyilerini sildi”, ülke yeniden birkaç milyar dolara muhtaç hale geldi. Hacı yatmaz bir türlü yatmaz, hep ilk haline doğrulur, Türkiye’de bunun tersi oluyor, düzeltiliyor, o tekrar yatıyor.

2001’de hazırlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, ülkede neredeyse ilk defa yargıdan, yatırımlara kadar tüm köprü başlarını güçlendirdi. İktidar değişti, yeni hükümet bu programı 5-6 yıl sadakatle uyguladı. Sonra inanılmaz bir şekilde, o programın temel özellikleri, hesap verme, sorumluluk, saydamlık, eşitlik ihmal edildi ve bugünlere hoş geldik! Nedense ülkede doğru politikaların uygulanma süresi 6-7 yılı geçmiyor, sonra herkes alıştığını istiyor. Tek hesap sorma fırsatı seçimlerdi, o da doğru koşullarda yapılırsa ki, artık tarihte kaldı!

Curse of perfection-iyi olmanın laneti

1980 liberalleşme hamlesinin önemli bir ürünü iyi çalışan bankacılık sistemi oldu. Gençler bankacılık operasyonlarını, devlet onları doğru yönetmeyi öğrendi. Avrupa’nın, belki dünyanın iyi yönetilen bankaları ülkemizde.

Buraya kadar bilinenleri tekrarladım, şimdi “mea culpa”ya dönelim. “Hesap verme, saydamlık, sorumluluk eşitlik” unutulduğu veya bunları uygulamak mevcut yönetimin işine gelmediği için, artık eksik veya yanlış da olsa o güvenilmez dediğimiz verilere bakmıyoruz bile. İlan edilen enflasyon oranına kaç kişi inanıyor? Kaç kişi ne kadar yoksullaştığının farkında? Kaç kişi ülkedeki finansal köpüğünün, yani gerçekte bulunmayan ekonomik varlığın farkında? Bankacılık sistemimiz dünyanın en iyileri arasında, zaten küresel sıcak para, daha doğrusu, hesabı verilemeyen parasal varlık bu nedenle ekonominin üstünde duran ve insanlara “zenginleştiği” izlenimini veren köpükle yaşıyor.

Uyanma zamanı-wake up call!

'Ben suçluyum, yanlış yaptım, olabilecekleri göremedim, yollar, köprüler, uçak filoları yanılttı' demek, hesap vermeye hazır olanın yapabileceği bir şey.

Caddelerdeki Maserati, Ferrari, Rolls Royce arabaların, yalıların, milyonlarca dolara müşteri bulan sokak arası dairelerin, Londra, Paris, Milano, New York lokantalarıyla yarışan ve bazen onları geçen lokantaların; her biri asgari ücretle rekabet eden tiyatro, tek kişilik gösterilerin ne kadarı, hangi gerçek ekonomik gücün eseri? Yapılanların finansmanı için kullanılan kredi düzenlemeleri de sözünü ettiğim bu bulutu oluşturan istatistikler arasında.

İktisatçı bu soruları göğüslemiyor, para politikası, devalüasyon, yalnız otomotiv değil, teknolojinin ömrü meyve sineği drasofilin ömrü kadar kısayken, biz tesislerin sabit sermaye maliyetine tutsak olmayalım. Borsa gibi “vitrindeki” sayılara sığınıyor.

Kimileri çip üretmek için yatırım yapıyormuş, rekabetçi, değerli yani 5 nano kalınlığında çip yatırımının maliyetini herhalde incelemişlerdir (40-50 milyar dolar) daha kalın çipler ise alelade, yani commodity pazarında satılıyor.

Ülkenin yöneticileri bu olanları izliyor mu? Yoksa açılım, yeni anayasa, yeniden AB gibi uyuşturucular daha mı cazip? Tekstilciler neden art arda konkordato ilan ediyor, Avrupa’daki müşterileri olan otomotiv ana markaları bir yandan yeni teknolojiyi uyarlarken ve aynı zamanda kendi aralarında birleşerek sorunlarını aşmaya çalışırken, Türk yan sanayiciler kendilerini orta vadeye hazırlıyorlar mı? 1980’den beri yapılan yatırımlar, kurulan tesisler eskimedi mi?

Dip var mı?

Pekâlâ, sonuç diyeceksiniz, “mea culpa”, yani sosyal bilimci olarak suçluyuz dedim ya, bundan sonrası size, yani hesap sorması gerekenlere kalmış... Siyaset tartışmak dedikodu gibi, kolay ve zevkli bir uğraş. Sosyal medya bunun besleyicisi oldu. Bir şey kazandırdığını gördünüz mü? Mutfağa girip elini hamura bulaştırmak gerek.

Bazen durum çok kötü, her şey çürüdü, elbette bunun da dibi vardır diyorlar; sizi uyarmak görevimiz, kötünün, dibin sınırı yoktur, sarhoşluk gibi, içtikçe daha fazla istersiniz. Bundan kazananlar, size masal anlatmaya, her şey ne güzel demeye devam eder. Yazı aynı şekilde çok uzadı, durmak gerek.

Davranın, sorun hesabı. Haftaya görüşmek üzere.

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Rashomon etkisi

Kim kimi kandırdı, kim, hangi kişisel hesapla hareket etti ve ülke yönetimini baş stratejist AKP’ye hediye etti?

CRINK: Başkaldıranların mihveri

D. Trump Çin’in, ondan önce Japonya’nın, Kore’nin, ABD’den teknoloji çaldığı iddiasıyla uluslararası ticareti alt üst ediyor. Bundan zarar gören ABD’li tüketici, üretici olduğu kadar, ticaret kanallarını değiştirmek zorunda kalan ihracatçı ülke üreticileridir

Eğitim-kültür-nature or nurture

Eğitim her şeyin temelinde. Maalesef neredeyse çeyrek yüzyıldır iktidarda olan düşünce, 1500’lü yıllarda Avrupa’da başlayan aydınlanma-rönesans fikrini, akımını, sorgulamayı yani bilimi reddediyor

"
"