30 Mayıs 2022

Çin, savaşa hazırlanıyor

Rusya’ya uygulanan yaptırımlar Çin’i önlemler almaya yöneltti. 3.2 trilyon dolarlık döviz rezervlerini kaptırmak istemeyen Bejing’in ABD ile Tayvan krizi üzerinden olası bir “savaşa” hazırlandığı ileri sürülüyor

Bazı Batılı siyasi ve iktisadi gözlemcilere bakılırsa, “Çin yönetimi ülkeyi savaşa hazırlıyor!”

Böyle iddialı bir yoruma dayanak teşkil eden son sinyallerden biri, altında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in de imzası bulunan ve yakın bir tarihte Çin Komünist Partisi’nce yayınlanan bir iç yönerge oldu. Wall Street Journal gazetesinin 19 Mayıs 2022 tarihli haberine de konu olan Yönerge, Parti’nin en yüksek karar organı niteliğindeki Merkez Komitesi’nce alınmış. Yönergeye göre, kendisi olmasa bile eşleri ya da çocukları dolaylı ya da doğrudan şekilde yurtdışında herhangi bir gayrimenkul sahibi olan ya da yurtdışında yerleşik kuruluşlarda hisse sahibi olan bakanlık düzeyindeki üst düzey bütün parti yetkililerinin terfi etmelerinin önlenebileceğini karar altına alıyor.

Gazete, üst düzey parti yetkililerinin ve birinci dereceden akrabalarının eğitim veya iş gibi meşru gerekçeler dışında, denizaşırı finans kurumlarında hesap açmalarının yasaklanacağı yolunda duyumları da okurlarına aktarıyor.

Batılı ülkelerin Ukrayna işgali sonrası Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımlardan Beijing yönetiminin geleceğe yönelik derler çıkardığına dönük yorumlara bugünlerde çok sayıda yayın organında rastlamak mümkün. Wall Street Journal, ilave olarak, Parti kararının üçüncü kez 5 yıllık bir dönem için devlet başkanlığına seçilme çabasında olan Şi’nin yolsuzlukla mücadele anlayışını ve iç siyasetteki dengeleri gözeten bir seçim hamlesi olabileceğinin de altını çiziyor.

“Tayvan Savaşı sonrası isyanı önlemeye dönük”

Bazı Batılı siyasi gözlemciler ise, yönergenin gerçek anlamı konusunda biraz daha iddialı. Onlar bu gelişmeyi şöyle yorumluyor :

“Çin lideri biliyor ki, Tayvan ile savaş başladığında Çinlilerin ülke dışındaki mal varlıkları dondurulacak ve -adayı bir saldırı durumunda Beijing yönetimine karşı savunma sözü veren- Beyaz Saray’ın Batı dünyasına öncülük edeceği yaptırımlar, Parti’nin üst düzey yetkililerini ekonomik yönden çok sert bir şekilde vuracak. Onların hoşnutsuzluğu da içerde bir kargaşa ortamının doğmasına yol açabilecek.”

Dolayısıyla, Şi’nin bu kararı “savaş akabinde içerde isyan çıkmasın” diyerek aldığı ileri sürülüyor. Ancak meseleyi sadece böyle bir perspektifle değerlendirmek sanırım tüm resmi görmemize engel olacak. Zira Çin, olası bir savaş ile belirebilecek birtakım riskleri azaltmaya yönelik epey bir zamandır çaba içinde ve tek derdi o Batılı gözlemciler gibi “isyan” değil.

Öyleyse, Çin bir süredir bu konu özelinde neler yaptı, neler yapıyor, nerede riskler gördü, görüyor, biraz bunlara odaklanalım ve fotoğrafa daha geniş bir açıdan yaklaşmaya çalışalım şimdi.

Yabancı Yatırımlar Kanunu değişti

Beijing yönetimi, bazı riskleri azaltmaya yolunda kimi yasalarında birtakım düzenlemelere gittiğinde takvim yaprakları daha 2019’u gösteriyordu. 13. Ulusal Halk Kongresi’nin 15 Mart 2019 tarihli ikinci oturumunda, Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu, “Yabancı Yatırımlar Kanunu’nda” 1 Ocak 2020’den itibaren geçerli olmak üzere güncelleme yapacaktı. Her ne kadar yasa yeni düzenlenen haliyle, Çin vatandaşlarının yabancılarla ortak girişimlere yönelmesinin önünü açan bir karakter taşıyorsa da, hükümete ulusal güvenliği veya kamu yararını ilgilendiren -savaş da dahil- özel bir takım şartlar altında, ülkedeki yabancı varlıkları/yatırımları millileştirme yetkisi de veriyordu.  Bu detay Amerikalıların gözünden kaçmadı. Ve Beyaz Saray yapılan yeni düzenlemede söz konusu “özel şartların” epeyce muğlak bir tanım içerdiğini ileri sürerek buna yönelik rahatsızlığını dile getirdi.

Yabancılara karşı yaptırımlar yasası

Çin hükümeti geçen sene çarpıcı bir karar daha aldı. 13. Ulusal Halk Kongresi Daimî Komitesi’nin 10 Haziran 2021 tarihli 29. oturumunda yürürlüğe giren “Çin Halk Cumhuriyeti Yabancılara Karşı Yaptırımlar Yasası’nın” 15. Maddesi, Beijing hükümetine, “ulusal egemenliği, güvenliği ve çıkarları tehlikeye düşüren eylemlerde bulunan yabancı şirketlere ve kişilere karşı gerekli tedbirlerin alınması” konusunda yetki verdi. Bir diğer deyişle, Çin hükümeti güvenliğini tehlikede gördüğü ya da kamu çıkarı bulunduğuna hükmettiği anda yabancıların kurumsal varlıklarına el koyabilecek, hatta çalışanlarını -ve de onların eşleri, yakınlarını- gözaltına alabilecekti.

Hayman Capital Management isimli varlık yönetim şirketinin kurucusu ve Yatırımlardan Sorumlu Genel Müdürü Kyle Bass’a göre, Yabancı Yatırımlar Kanunu’nda yapılan değişiklik ile Çin ülkedeki yabancı varlıklara ve yatırımlara el koyacak yasal çerçeveyi hazırlıyordu. Bass, Çinli şirketlere yatırım yapmayı düşünen Batılılara bu ülkeye yönelik “risk değerlendirmelerini” gözden geçirmeye çağrısı da yapıyordu. Ayrıca Ukrayna Krizi üzerinden yaptığı bir de minik hatırlatması vardı:

“Yatırımcılar Rusya'da her şeylerini kaybettiler ve bu kayıplarını halının altına süpürmeye çalışarak gizleme yoluna gittiler. Ancak Çin’e yapılacak yatırımlarda kaybedilecek yüz milyarlarca dolarlık tutar gizlenemeyecek.”

Çin’den kamu bankalarına risk uyarısı

Beijing yönetiminin, Ukrayna Krizi’nde Batı’nın Moskova’ya uyguladığı yaptırımların bir benzerini Çin’in zaten kendi toprağı olarak gördüğü Tayvan’da belirebilecek bir krizi fırsat bilerek bir gün Çin’e de uygulayabileceğinden endişe etmesi gayet doğal. Dolayısıyla işi sağlam tutmak istemesi de anlaşılır. Bankalarına olası ABD yaptırımlarını dikkate alan risk değerlendirmeleri yapmaları ve önlem almaları yönünde direktifler vermeyi de ihmal etmediyse bunun da sebebi o. Bu tip değerlendirmelerin dile getirildiği toplantılardan biri 22 Nisan’da Çin Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı ve çok sayıda banka yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Financial Times gazetesinin aktardığına göre, Çin Menkul Kıymetler Düzenleme Komisyonu (CSCR) Başkanı Yi Huiman ile bu kurumun 2013-2016 arası başkanlığını yapan Şiao Gang’ın da aralarında olduğu üst düzey düzenleyici kurum yetkilileri, bankacılara, ülkenin denizaşırı varlıklarını korumak için neler yapılabileceğini sordu. Çin’in döviz rezervleri tutarının yaklaşık 3.2 trilyon dolara karşılık geldiği düşünülürse, o soruya cevap aramanın ve hazırlık yapmanın ne kadar önem arz ettiği de kendiliğinden anlaşılır.

Çin yönetiminin bu direktif ve uyarıların dışında, yurt dışında yerleşik Çin vatandaşlarına tüm varlıklarını elden çıkarmaları doğrultusunda telkinde bulunduğunu da biliyoruz.

“Çin tahıl stokluyor”

Öte yandan Çin, uluslararası piyasalardan tahıl stokladığı ve fiyat artışlarına sebep olduğu yolunda bir yılı aşkın süredir Batı dünyasından eleştiriler alıyor. Gerçi Çinli yetkililer, ülkelerinin toplam tahıl üretiminin son 7 yıldır her sene 650 milyon tonda sabit kaldığını söyleyerek kendilerini savunuyor ve “stokçuluk yapıyor değiliz, biz zaten dünyanın en büyük tahıl üreticisi ve üçüncü büyük tahıl ihracatçısıyız” mesajı veriyorlar. Gerçekten baktığımızda da üretimin sadece geçen yıl yüzde 2’lik bir artışla 685 milyon tona çıkarıldığını görüyoruz. Hükümet yetkilileri, Çin’in zaten kendine yeterli bir ekonomi olduğunu, bu arada dünyanın beşte birini de beslediğini dile getirseler de, Batılı ülkeler bu ülkenin tahıl depolamadığına ikna olmuyor bir türlü.

İkna olmadıkları bir diğer konu da, Çin’in giderek daha çok yatırım yapılabilir bir ülke haline gelmekte olduğu. Tersini düşünen Batılıların sayısı artıyor. Ve dev teknoloji şirketlerinin halka açılma süreçlerinde olan bitenleri delil olarak görme eğilimi taşıyorlar.

Bu şirketlerden biri, 315 milyar dolarlık bir pazar değerine sahip olduğu söylenen ve 34,5 milyar dolarlık bir halka arz tasarlayan Çin şirketi Ant Group idi. Bir diğeri de New York borsasında 3.9 milyar dolarlık bir halka arz planlayan bir diğer Çinli şirket Didi Global. İki şirketin de halka arz süreçlerine Beijing hükümetinin müdahalelerinden yakınan bazı Batılı çevrelerde 2021 yılı ortalarından itibaren Çin’in “yatırım yapılamaz” bir ülke haline gelmekte olduğuna dair çatlak sesler çıkmaya başladı. Goldman Sachs’ın bu yolda aktardığı bazı dedikodular da çeşitli çevrelerde yankı buldu.

Tabii bütün bu aktardıklarım daha ziyade ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşını temel alan gelişmeler. Eğer bir ülkenin silahlı çatışmaya hazırlandığı iddia ediliyorsa, doğal olarak askeri sahada da bunu temellendiren gelişmelerin olması gerekiyor. İş bir gün oraya da varabilir. Ama askeri sahada yaşanacak bir çatışmanın temelleri de zaten öncelikle ticari arenada atılmıyor mu?

ABD: Tayvan’ı Çin’e karşı savunuruz

ABD Başkanı Joe Biden, Çin'in “Kuşak ve Yol” projesine yönelik muhalefetine destekçi bulmak için 20-23 Mayıs tarihlerinde Asya seferine çıktı, biliyorsunuz. Çok da büyük ses getirmeyen Asya seferinde Güney Kore ile Japonya’ya uğrayan Biden, uluslararası kamuoyunun dikkatini ancak Tayvan ile ilgili sarf ettiği sözleriyle Uzak Doğu’ya çevirebildi. Ne dedi Biden? Dedi ki, “Çin eğer Tayvan’ı işgal ederse, askeri karşılık veririz.” Başkan’ın ABD’yi “stratejik muğlaklıktan” uzaklaştıran bu sözleri doğal olarak Beijing yönetimi tarafından çok hoş karşılanmadı. Yine de Batılı gazeteci ve gözlemcilerin yukarıda aktardığımız “Çin, savaşa hazırlanıyor” şeklindeki iddialarını Biden’ın bu açıklamasının paralelinde okumak ve ticari savaşın boyutunun nasıl derinleştiğini iyi anlamak lazım.

“Washington 20 yıldır durakta bekliyor”

Özetle, Çin’in bir savaş hazırlığı içinde olduğunu söylemenin çok özel bir tarafı var mı, bilemiyorum. Dünya üzerindeki hangi ülke 2022 yılında kendisini yaklaştığı düşünülen bir savaşa, belki de bir III. Dünya Savaşı’na hazırlamıyor, savunma harcamalarını artırmıyor ki! Ama Amerikan propaganda aygıtlarının Çin’e yönelik böyle bir algı yaratmaya ve Beijing yönetimini bu şekilde ürkütebileceklerini düşünmeye ihtiyacı var gibi görünüyor.

Yöntem farkı burada da kendini belirgin kılıyor. Malum Çin, 90'ların başından bu yana ticari ilişkilerini kuvvetlendirmeye koyulduğu Doğu Asya’ya ciddi bir ekonomik işbirliği ve destek olanağı sunageldi. Kuşak ve Yol projesi de bunun zirvesi oldu. Beijing, bölgede militarist bir yayılmacılık gözeterek değil, tam tersi, ekonomik karşılıklı bağımlılık prensibiyle hareket eden bir ülke oldu ABD’nin Doğu Asya’daki varlığı ise çok büyük ölçüde hep askeri oldu. Ekonomik destek ve kalkınma projeleri Beyaz Saray’ın sonradan, belki de iş işten geçtikten sonra aklına gelen bir şey oldu. Bugün ABD’nin en yakın müttefikleri olan Japonya ve Güney Kore dışında başka bir yerden çok ciddi bir destek görmek şansı yok gibi. Son Asya seferi heyecan yaratmayan Sam Amca şimdi de Hindistan kendi kuyrukçuluğunu yapmıyor, Ukrayna meselesinde kendisine destek vermiyor, diye küplere biniyor.

“When China Rules the World: The End of the Western World and the Birth of a New Global Order kitabının (2012) yazarı, “Marxism Today” dergisinin eski editörlerinden, köşe yazarı ve yayıncı Martin Jacques geçenlerde şöyle diyordu:

“Doğu Asya'da üç önemli ticaret anlaşması var: Dünyanın en büyük ticaret grubu da diyebileceğimiz “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık” (RCEP),Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma” (CPTPP) ve “Kuşak ve Yol.” Çin üçünün de mensubu olan bir ülke. ABD ise bunların hiçbirinde yok. ABD 20 yılı aşkın bir süre önce otobüsü kaçırdı ve hala otobüs durağında bekliyor.”

Evet bekliyor. Ama tabii beklerken de boş durmuyor. NBC News geçenlerde haberini yapmıştı; Pentagon’un yanı sıra askeri sınai kompleksin önemli aktörlerinden Northrop Grumman, Raytheon ve Lockheed Martin gibi kurumlarca da fonlanan Amerikan düşünce kuruluşlarından biri (Center for a New American Security -CNAS) ABD ile Çin’in Tayvan üzerinden yürüteceği bir savaşın simülasyon çalışmalarını dahi yaptı. Simülasyon nasıl sonuç vermiş, savaş nasıl sonuçlanıyormuş derseniz, hadi o da başka bir yazının konusu olsun!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Biri öldürmüş, biri gömmüş, biri de delilleri yok etmiş

Knesset semalarında İran füzeleri görüldü diye dikkatlerden kaçmasın, bayramın son günü İsrail ordusu Gazze’de 3 yüksek okul, bir ilkokul, bir hastane, bir düğün salonu ve bir de camiyi 1 saat içinde yok ederken, işbirlikçileri 1930’ları anımsatan icraatlara imza attı

Kadayıfın altı kızardı

70’lerdeki hükümetlerin ayakta kalmasında anahtar rol oynamış Necmettin Erbakan’ın oğlu, babasının izinden giderek ustalıklı bir stratejiyle “kadayıfın altını kızarttı.”  Sol yine seyrederken

2028 Cumhurbaşkanlığı seçiminin geri sayımı başladı

Bir yıl önce siyasi kariyerinin bittiği iddia edilen İmamoğlu, iktidarı sandıkta ikinci kez mağlup ederken, 7 Mayıs 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin startını da en güçlü aday olarak vermiş oldu