08 Ağustos 2022

Sanat turları: Venedik Bienali

Bu sene, 59. Venedik Bienali’nin ana kavramı olarak İtalyan küratör Cecilia Alemani’nin seçtiği Leonora Carrington’un meşhur çocuk kitabı “Rüyaların Sütü” başlığı öne sürüldü. Göndermesini bir yüzyıl evvelki bir sanat akımının psikanaliz ile olan yakınlığına bağlayan bu rüya kavramı, elbette Freud’un 1900 yılında öne sürdüğü “bilinçdışının rüyalarda saklı” olduğu tezine bağlı olarak geliştirilmişti

Uluslararası sanat dünyasında; 1955’ten beri beş yılda bir Almanya’da Kassel’de yapılan 15'inci Documenta çok tartışmaya yol açtı. Sanatsal ve siyasi olarak çok tartışmaya açık olan bu etkinlikte belki de en çok dikkat çeken “anti-semitizm” tartışması oldu. Nazilerin kullandığı “Yahudi tiplemesinin” karikatür figürasyonu, burada çok dikkat çekici bir unsur olarak durdu. 11 Haziran'da açılan 12. Berlin Bienali küratörü Cezayir asıllı Fransız Kader Attia’nın “yaraları sarmak” olarak baktığı perspektiften bir post-kolonyal ve hatta bugünkü kavramıyla dekolonyal bir sorgulama olarak ele alındı. Venedik Bienali ise feminist bir perspektiften Antroposen ve insan-sonrası durum üzerinde durdu.  

Son yıllarda Avrupa “sanat turu” içinde yer aldığı için genelde yakın tarihlerde açılan Venedik Bienali tarihi bu sene Documenta’dan ayrıldı. Araya bir zaman birimi girmiş oldu. Bu sefer salgın sonrası açılışta Avrupa dışı başka kıtalardan gelenler birinden diğerine takip ederek gidemediler. Fakat başka bir şey oldu ve Asyalı (Endonezyalı) ruangrupa sanatçı kolektifi küratör olarak 15'inci Documenta’yı yaptılar.

Venedik Bienali’nde ise “ana sergi” uzunca bir süreden beri (2003’te yine İtalyan küratör Francesco Bonami başka küratörlere dağıtarak bienali yapmıştı) yine İtalyan bir kadın küratör tarafından gerçekleştirildi. Araya bir salgın girdiği için 2021 yerine 2022 de yapılan Venedik Bienali Roberto Cuttico’nun başkanlığında 23 Nisan 2002 günü açıldı. Genelde, mayıs sonu veya haziran başında gömleklerle veya şortlarla gezilen Venedik Bienali bu sefer nisan ayının serinliğinde gezilmekteydi. İzleyiciler montlar ve atkılar takmak zorunda kaldılar.


Sanatçı Füsun Onur’un Türkiye Pavyonu'nda sergilenen eseri

Profesyonel sanat dünyası çalışanları ve sanatçılar ise, 20 Nisan’dan itibaren bu Bienal’in çerçevesini görmüştü. 58 ülkenin katıldığı bu Bienal için Türkiye Pavyonunun içinde Füsun Onur’un eserleri yerleştirildi. Ve kanımca o kadar iyi bir seçimdi ki 1938 doğumlu olan sanatçının o muhteşem çocuksuluğu içindeki masal bize dünyaya tekrar inanma ve umutlanma imkanını vermekte. Bir kedi fare masalının bu kadar kuvvetli -bir siyasal mesajı eğer varsa eğer- bir anlatısı ancak belki de Füsun Onur’un bize anlattığı kadar olabilir, kanımca.


Venedik Bienali, 'Evvel zaman içinde…', Füsun Onur, 2022

Bir masal olarak ilerleyen bu anlatı içinde gerçekleştirilen yerleştirme Pavyonun küratörü Bige Örer ve onun tasarımcılarıyla gerçekleştirilmiş. Masalı parçalara (paragraflara) bölen, espasa yayılan farklı düzeylerde dikdörtgen kaidelerdeki kişilikler (kediler ve farelerin dünyası) dünyanın bir olduğunu, hepimizin hayvan olarak (artık eski Greklerden beri söylendiği şekliyle “düşünen hayvan” mı yoksa düşünmeyi bırakarak hayvanlığını bu kadar açık bir şekilde ortaya koyan insanlığın mı) düşman gibi dursak da aynı dünyanın eko-sistemi içinde yaşamakta olduğumuzu gösteren Füsun Onur, masalını optimist bir birleşme rüyasıyla bitirmekte. Ayrıca bu seneki sanatçı Füsun Onur için yapılan Bienal kataloğunun birden çok yazarın yazılarına ayırılması çok değerli tarihi bir kitap olarak durmakta. Katalogda kimisinin yazısı şimdiki zaman içinde (mesela Küratör Bige Örer, İz Öztat vb…) kimisininki ise yıllarca evvel yazılarak bu katalogda yer bulması (Seza Paker) Füsun Onur’un tarihi kişiliğini vurgulamakta. Sürrealist sanatçı Leonora Carrington’un çocuk kitabı nasıl büyüsel bir dünyayı tasvir etmekteyse ve bedenlerin metamorfoza uğradığını göstermekteyse, Füsun Onur da bir o kadar, hayvan dünyası ile insan dünyası arasında hiçbir hiyerarşi kurmaksızın masalsı bir dünyanın ne kadar gerçek bir dünya olduğunun altını çizmektedir, kanımca.


Zinep Sedira, Rüyaların başlığı yoktur, 2022

Her ne kadar Amerikan Pavyonu Afro-Amerikalı sanatçısı Simone Leigh köleliğe (Fransız İhtilali’nden beri kaldırılıp yeninden yelleştirilen) göndermeli heykelleriyle bu seneki ödülü kazanmış olsa da, Fransız Pavyonunun sanatçısı Zinep Sedira’nın yerleştirmesi günümüz dünyasal sorunlarına direkt olarak ışık tutmakta. Post-kolonyal bir dönemde Fransız Cezayir’inin Fransa olmaktan çıkarak bir ulus-devlet olarak bağımsızlığına kavuşmasının (1962) ardından gelen sürçte, sanatçı kendi yaşamının tüm unsurlarını sermekte ve sergilemekte. 1960’ların film dünyası içinden geçen anılar aynı zamanda popüler müzik dünyasıyla birlikte kesişmekte. Yarattığı Cezayir’in sinema salonunda yerleşen izleyiciler sanatçının yarı belgesel ve yarı yaşam hikayesini seyretmekteler. Müzik dünyası ve Cezayir sinematek dünyası (bilhassa 1965’te Fransa’da yasaklanan ve 1971 de piyasaya çıktıktan hemen sonra kaldırılan ve sonunda ancak 2004’te görülebilen İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo’nun “Cezayir Muharebesi” filmi) Sedira’nın kendi dünyasını yansıtmaktayken, aynı zamanda Cezayir’in günümüzde yaşamakta olduğu siyasi ve sosyal sorunlara da dokunmakta. Post-kolonyal bir bağımsızlık sürecinin acılarını bugüne doğru yansıtmakta.


Zinep Sedira, Rüyaların başlığı yoktur, 2022

Katherina Frich’in fil heykeli ise, Harald Szeemann’ın çağı kapattığı ve sonra da açtığı 1999 ve 2001 Bienallerine gönderme yapıyordu kanımca, o yıllardaki unutulmaz faresine bu sefer bir fil eklenmekteydi. 


Sonia Boyce, Feeling Her Way, 2022

İngiliz Pavyonunda, Sonia Boyce’un eseri “Feeling Her Way” popüler müzik dünyası içindeki siyahi  feminist kadın sanatçılara (Poppy Ajudha, Jacqui Dankworth, Sofia Jernberg, Tanita Tikaram et kadın kompozitör Errollyn Wallen) yer vermişti. Jüri üyeleri sesi duyulmayanların sesini yansıttığı için tarihi bir görev üstlenme başarısıyla ödül verdiklerini açıkladılar. Sürrealizm ve popüler kültür karışımı bugünün popülerliğine doğru eğilmekteydi belki.

Ana Pavyonda gördüğümüz eserlerin heykelimsi figürleri, kesik eti andıran heykel diller, kocaman yuvarlak gözler, ağızında bıçak taşıyan reklam panosunu andıran ağızın dişleri, dev bir kulak, hayvan memelerinden sütlerin akışına gönderme yapan bir heykel, kanımca, 1924 yılında yazılan André Breton’un Sürrealist Manifestosundan çok Melanie Klein’ın “kısmi nesnelerine” hatta gereğinden fazla bir gönderme yapmaktaydı.

Yakınlaştığı yer ise “hayal gücünün kaprislerinin aslında gerçeğe doğru dönmesidir”. Hayata inanç yükseldikçe hayatın eğretiliği içinde gerçek hayat uzadıkça, hayata olan bu inancın sona ermekte olduğunu Füsun Onur çok yerinde bir şekilde göstermekte. Açık olan şey burada Breton’un da Freud’dan yola çıkarak vurguladığı insanın çocukluğuna doğru bakmasıdır. Her ne kadar bu çocuksu hayaller sistem ve eğitimi tarafından katledilmiş olsa da geriye bu çocukluk veya çocuksuluk kalmaktadır; ama bu çocuk olma değil, cahil cühela yaşam değil, ama bir çocuk oluştur. Yani ileriye doğru açılan blok belleğin gerçekleştirmesi beklenen yenlikler ve yaratılardır.              

Bu sene, 59. Venedik Bienali’nin ana kavramı olarak İtalyan küratör Cecilia Alemani’nin seçtiği Leonora Carrington’un meşhur çocuk kitabı “Rüyaların Sütü” başlığı öne sürüldü. Göndermesini bir yüzyıl evvelki bir sanat akımının psikanaliz ile olan yakınlığına bağlayan bu rüya kavramı, elbette Freud’un 1900 yılında öne sürdüğü “bilinçdışının rüyalarda saklı” olduğu tezine bağlı olarak geliştirilmişti.


Stan Douglas, 2011#1848, 2022

Yine başka ilginç bir çalışma Kanada Pavyonu içinde siyahi sanatçı Stan Douglas’ın fotoğraf ve ikili video eseridir. Giardini’deki Pavyonda Kahire şehrinin ayaklanma fotoğrafları gösterilmekteyken Dorsoduro’daki kapalı mekânda, İngiliz ve Arap Rap, Hip Hop dünyasının şiirsel ve siyasi isyanına ait karşılıklı bir şekilde yerleştirilen iki kanallı bir video  eser gösterilmektedir.

Alamani’nin göstermek istediği, görünebildiği gibi, bir yandan 1960’lı yıllardaki İtalyan kadın sanatçılarının sürrealist akımıyla olan ilişkileri, 1978 Bienaline gönderme olarak “Konkret şiir” yapan kadın sanatçılar (“Dilin Maddileşmesi” akımından Mirella Bentivogio, İsle Garnier, Giovanna Sabdri gibi) ve diğer yandan da Kinetik Soyut Sanatına ait kadın sanatçıların (Agnes Denes, Lilian Schwartz Ula Wingen, Laura Grisi… gibi sanatçılar)) sayesinde, Venedik Bienali tarihiyle hesaplaşmanın yanında, “insan-sonrası” olarak adlandırılan ve sosyal bilimlerin uzun zamandan beri üzerinde durmakta olduğu teknolojik gelişmelerden başlayarak, gelişen teknoloji ve kirlenmeyle ortaya konulan Antroposen-sonrası bir dünyanın şekillenmeye başladığı yeni bir modernliği yan yana getirmek. İşaretler, semboller ve dil arasındaki ilişkileri feminist bir perspektiften çözmek amaçlı olarak okuyabiliriz bu çabayı. Arsenale’nin hemen girişinde ise Kübalı sanatçı Belkıs Ayon’un ilkelliğe göndermelerle pagan dinsel dünyayı canlandıran eserleri dikkat çekici.   

Burada, sınırlı bir yerde  devam etmek üzere, yazının devamını bir sonraki yazıda sürdüreceğim.

Ali Akay kimdir?

Ali Akay Paris’te, 1976-1990 yılları arasında Paris VIII Üniversitesi’nde Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilim okudu. 1990 yılından beri İstanbul’da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Aynı Üniversitenin Resim Bölümü’nde 1992 yılından beri doktora derslerini sürdürmektedir.

Yurt dışında Paris, New York ve Berlin'de dersler vermiştir. Türkiye’de ve yurt dışında birçok kurumsal ve kurum dışı sergilerin küratörlüğünü yapmıştır.

1992 yılında Toplumbilim dergisini kurmuş ve 2011 yılına kadar bu dergiyi sürdürmüştür. 2011 yılında, Toplumbilim dergisinin yeni ismiyle şu anda devam etmekte olan Teorik Bakış dergisini kurmuştur.

Yurt içinde ve yurt dışında yazıları yayınlanmıştır ve sanat, sosyoloji ve felsefe üzerine birçok kitabı vardır.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir saha araştırması nedir?

Anket yapan sosyologların çok iyi bildikleri bir şey vardır. O da gazetecilerin bugün sıklıkla yaptıkları gibi gerçek veya kurgusal kişilikler üzerinden, vakalardan yola çıkarak haberi ifade etmelerinin sosyoloji olmadığıdır

Özgürlükten kulluğa

Antropolog Pierre Clastres, inanılmaz bir şekilde La Boetie’den yola çıkarak özgür toplumlardan boyun eğmeyi tercih eden kulluk toplumlarından söz etmekteydi: Bu ayrım sonunda devlet mekanizmasının oluşturulması ve devlet mekanizmasının oluşmasına karşı çıkan ve tarihsiz olarak adlandırılan toplumlar arasındaki fark ortaya çıkartılmaktaydı

Kim ne sanıyor?

Küreselleşmekten uzaklaşmaya başlayan dünyamızda artık homojen olmayan farklılıklarla yaşamayı öğrenmek zorundayız. Göç-sonrası toplumsal vaziyet bunu öngörmekte ve fiili olarak yaşatmakta