19 Haziran 2022

Hakikat sonrası çağ: "Monarşi" diye yazılır, "demokrasi" diye okunur

Çağ yalan, dünya yalan. Belki de yakın zamanda olacak olan şudur; gerçekten tek başına hakkını arayanın ulu orta taşlanıp öldürülmesine artık kimsenin ses çıkarmayacak olması

Kendini bir ormanda asan genç arkadaşım Dr. B.G. için… 

Sen, kurtaramadığım insan
Dinle beni.
Anlamaya çalış bu yalın sözleri, başka türlüsünü söyleyemediğim için.
Yemin ederim ki, söz büyücülüğü yok bende.
Bir bulut ya da ağaç gibi sesleniyorum sana.*

Anlatmak istediğiniz bir şey yoksa yazı yazamazsınız. Edebiyat sadece beğenilere sunulan performans gösterileri için uydurulmuş bir sahne değildir ya da kitaplar sadece bunun için bir nesne… Çünkü pek çok edebi akım toplumsal isyanların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Okuduğunuz bir kitabı toplumdaki yerinizden yorumlayamadığınızda bu sizin değil, okuduğunuz kitabın eksikliklerini gösterir. Aşk acısı da önemlidir, tabii. Her toplumun kendine göre bir kast sistemi vardır. Onun dahi gerçekleşmeme sebebi sosyo-ekonomik ve toplumsaldır, ama acıdan üstün acılar vardır. Bu varlığınızdan çok var olduğunuz coğrafya ile ilgilidir. Toplumları yönetenlerin kurduğu dengeler ya aşağıda bırakır insanı ya yukarıda. Bir duvar yazısı okudum seneler önce bir caddeden karşıya geçerken. Ben mi duvara çarptım, duvar mı bana? Bunu hâlâ idrak edemiyorum. O cümle işte şöyle: Evlat senin olmayınca "başın sağ olsun" demek kolaydır. Yalan mı? 

Yer altı edebiyatı budur. Çünkü yer altı edebiyatı rahatsız edecek kadar gerçek olandan ilham alır. Hakikat, mutlak olanı aramaya çıkanların mutlak olamayanı mutlak kılmaya çalıştığı anda yeni bir çağı başlatacak bir düğme gibidir. Bu cümle o düğmenin işlevini kaldırıp atacak güçte bir cümledir. Yer altı edebiyatı bu yüzden pek hoşa gitmeyen bir türün alanıdır. Bütün iyi dolu vaatlerle yapılan başlangıçlar kötü çalışan dönemlere dönüşmüştür. "Benim memurum işini bilir" diyenlerin başlattığı dönemler gibi. Orta Çağ'ın kapanışı bir level daha ileri yeni bir ortaçağı başlatmıştır. Bunu iyi niyetle başlayıp orucunu haramla açanlar gibi düşünenler yapmıştır. Böyle yaşayanlar "şükürler olsun"la "hamdolsun"un arasındaki farkı anlamayanlardır. Toplumsal infilaklar alışılagelmiş küçük toplumsal olaylar halini aldığında parçadan bütüne varmak hakikatin aslında ne olduğunu ortaya kesin bir dille konması kadar imkânsızdır. İnsanlık arayanların insan olması ne tuhaf, içimden gülmek geliyor, ağlayarak. O düğmeye iş işten geçtikten sonra kafanızı duvara vurur gibi bassanız da nafile, çalışmaz, ama en olmadık yerde basılı kalır ve buna kimse artık mani olamaz. La Rochefoucauld'ın dediği gibi çünkü Düşünce her zaman gönlün oyuncağıdır. Kanaat önderleri haline gelen televizyon ucubelerinin yaptığı da budur. Dönemin iktidarlarına göre durumlar hakkında ortaya çıkan düşünceleri oyuncak edinmek, kült düşüncelerin bile içeriğini değiştirmeye teşebbüs ederek. Hatta evrenin yasalarını bile hiçe sayarak. 

Hak, hukuk, sosyal adalet, özgürlükler dünya tarihinin hiçbir döneminde gerçek anlamda ortaya konmamıştır. Gerçek edebiyatın bu konuda ısrarı ve itirazları vardır. Bu yüzden edebiyat ve kültürle teması olan bütün sahalarda "sosyal sorumluluk" adı altında tuhaf örgütlenmeleri olan yapılar vardır. Menfaat sahiplerinin idareci olduğu her alanda buna engeller yaratılmıştır.  Bu engelleri yaratanların iktidarların toplumlarda yarattığı teşvik ödemeleri yaptığı başka küçük iktidarlar olduğunu bilmeyen yoktur. Fakat burada mesele bilmek-bilmemek değil, bilip susmaktır. Bu yüzden zenginden alıp yoksula veren Robin Hood'unda hırsız olduğu gerçeğini hiçbir şey değiştiremez. Hırsızlık, hırsızdan çalınca da hırsızlıktır nihayet. Çevreden merkeze geçenler de böyledir işte. Yükselirken omuzlarını çiğnedikleri insanların kanı karışsın da suya, değirmenler hiç durmadan dönsün diye hakikatin önüne bir yalan uydurup koyarlar. Bunu yaparken de post-truth yani, nesnel olan bir gerçeklik karşısında halk kitlelerinin kişisel duygular ve çeşitli çıkarların ağırlık kazanması ile nesnel gerçekliğin silikleştirilmesi ve kamuoyunu etkilemesi.**Bu sadece siyasi bir kavram değil, bütün çağa ve bütün alanlara sirayet etmiş bir kavram da aynı zamanda. Ahlaki ve insani olan her şeyle teması kesik bir kavram… Oysa şeriat isteyen bilmez gibiler –kanun yapıcıların kanundan etkilenmeyeceğini sanarak belki de- yalan söyleyenlerin dillerinin, hırsızlık yapanların ellerinin kesilmesi gerektiğini. 

Ahlak Felsefesi'ni sadece eylemleri ifade eden olguların nasıl gerçekleşmesi gerektiği konularında niteleyen Immanuel Kant'dan itibaren ezberleyenler, gerçek ahlakın boyun eğmemek için baldıran zehrini kendi elleriyle içen Sokrates'la gerçek anlamını kazandığını o ahlaki seviyeye hiçbir zaman ulaşamayacaklarını bildikleri için el sürmez, kalem çevirmezler. Ebu Hallac-ı Mansur münafıkları hâlâ korkutur, çünkü korksunlar! Samed Behrengi bir "Küçük Kara Balık"la hâlâ bütün iktidarları titretir. Bence de titresinler. Hep söylerim, çünkü benim kaynağım ilahi bir kaynaktır, çok sağlam: Komşusu açken tok yatan uyanamasın uykusundan! Sağından soluna bu toplumun aydınları neden karanlıktır biliyor musunuz? Çünkü çok çabuk ve kolay satın alınabilirler. Hatta dileyenler kiralayabilirler de. İleride pek bir şey yok, bunun tarih boyunca böyle olduğunu geriye dönüp bakanlar görebilirler. Bu son yirmi yıl en çok alım-satım yapılan dönem olmuştur. Öyle ki, iş kalem tutanlardan magazin programlarına kadar şekil almıştır. Borsada hisse senetleri bile bu kadar çok seviye değiştirmemiştir. Hiçbir toplumda hiçbir aydın bu kadar çok ve çabuk şekil almamıştır. Tabiatın ona verdiği bütün özgürlüğe rağmen bir bukalemun bile hayatı boyunca bu kadar çok renk değiştirmemiştir. Çünkü bazı toplumlarda olduğu gibi bu toplumda da "monarşi" diye yazılır "demokrasi" diye okunur düzen mıntıkasına verilen ad. 

"Bunun kültürle ilgisi ne ki yazıyorsun?" Diyecekler için sanki bir başka dilde yazıyormuşum gibi Türkçeyi Türkçeye çevireyim: Her şey birikir yazılı ve sözlü, kültürü oluşturur ya da oluşumu süregelen kültürün şekil almasında etkili bir öğe haline gelir. Çünkü kültür sürekli şekil alan ve şekil veren dinamik bir akım gibidir. Voltajı artan ya da bazen düşen bir elektrik trafosu gibi... İçine kedi girmedikçe tabii…  Öyle ya, ah bu kediler de hiç az değiller! Toplum hırsızlıkla neden başa edemez biliyor musunuz? Hemen Aile Sosyolojisi'ne yeni bir konu ekleyelim: Hırsızlık evde başlar. İki kardeş birbirinden çaldığı gün toplumdaki en illegal yolsuzluk görünmez bir defterde kayda geçer. Okullarda bunu kimse kimseye öğretmez. Tuhaf bir sezgidir, soyulanlar hırsızlardan menfi olarak bir telafi dönüşü bekler. İnsanın aptal bir nesne olduğunu söyleyemem, ama çok zeki de olmadığı ortada. İnsanı rasyonel bir hayvan olarak niteleyenler belki de burada bir hata yapmış olmalı… Pat diye tüccar bitenlerin geçmişine bakın mensup oldukları evleri, aileleri soymuş sermaye yapmışlardır. Çalmaktan başka hiçbir şey bilmedikleri için de fotoğraflarda çıkmanın itibarı-intibasıyla çevirmişlerdir dünyalarını. Bir toplumun bütün bunlarla şekil alan kültür hayatı gelecek nesle hırsızlığı, haksızlığı, öldürmeyi, tecavüz etmeyi ve bir şekilde güçlü olmanın hep haklı olmak olduğunu öğretir. Bu güç her zaman sadece salt para değildir, paranın kaynağı bir tebaa vardır. İnsanların birbirlerinden çaldıkları şey sadece bir nesne, para, altın falan olsa keşke… Bunların yanında insanın hayatının bir anlamı yokmuş gibi bir dönem bu dönem.  İleriki çağlarda yazılacak kitapların konusu olacak bir dönem bu dönem çünkü. İntiharlar, cinayetler, yolsuzluklar, haksızlıklarla şekil alan kültür geleceğe böyle etki edecek mecbur. Adaletsizliğin Vecheleri adlı kitapta bu kanılmaz tekrarın gerçekleşme biçimini şöyle ifade ediyor Judith N. Shklar: Mağdurları karakterize etmek imkânsızdır. Bunlar sadece yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış ortamda bulunan insanlardır. Adaletsiz kişinin bir karakteri vardır, mağdurun ise bir rolü bile yoktur. Bugünün mağdurlarının çoğu yarın başkalarını mağdur edenler olacaktır.***

İsmail Saymaz'ın 2017 yılında yazdığı bir haber metnini**** kaynak olarak gösteriyorum şimdi. Kültürün ne olduğunu, neye nasıl dönüştüğünü görsünler diye. Bir kültür köşesi yazarı olmanın neden her şeyi içine aldığını biraz da bu yüzden pek sevilmeyen yer altı edebiyatının var olma biçimini de açıklayabilmek için. Yazıya konu B.G. ilkokuldan liseye, mahalleden, çocukluktan arkadaşımdı. Eğer bir gün bir tanık gerekirse onun yaşadığına, ben tanığım uğradığı haksızlığa. "Dost eliyle" cezasını çekmeyenlerin işledikleri suçlara nasıl göz yumulduğuna… Bu toplumun aydınlarından insan şunu bekliyor doğal olarak, birbirleriyle rekabet ederken, çatışırken, birbirlerini linç etsinler diye kendi tebaalarının önüne atarken bu bir çeşit yüzleşmeyse eğer, "ben daha dürüst, daha adaletliyim" demekse yani iş sadece edebiyat sahasında kalmamalı. Çünkü edebiyat hayat denen yakıtla çalışır pek çok şey gibi ve hayatın içinde olan her şeyi içine alır. Ayyaş bir yazarın ölümüne sebep olduğu insanlarla tacizci bir yazarın tacizine uğrayanları "kıyas"larken gerçekleşmesini istedikleri adaletin başkalarına da gerekli olduğunu söylemekten çekinmemek gerek. Yazanlar toplumun sözcüleri, mühendisleridir. O halde toplumun geleceği için düzgün işlemesi gereken her sahayı rol yapmadan, menfaat gözetmeden eleştirmeliler. Mesela sorsunlar, Rabia Naz'a ne oldu? Bu ülkede bu teknoloji bu zenginliğine rağmen SMA'lı çocuk sahibi aileler neden yapayalnız bırakılıyor, dilenci muamelesi görüyorlar? Diyeceğim o ki, hakikat diye bir çağ hiç olmadı. Herkes kendi yalanını besteleyip okuyor. Bu bed sesler –birer hayal kırıklığı o ayrı konu- sürekli yalan söyledikleri için aslında kulakları ve vicdanları tırmalıyor. Bir sürü insan intihar ediyor, ölüyor, öldürülüyor bizim aydınlarımız kapılarının önüne düşen gölgeleri süpürmekle övünüyor. Yağmur bile yağınca sokaklar bir anda birbirine karışıyor. Çağ yalan, dünya yalan. Belki de yakın zamanda olacak olan şudur; gerçekten tek başına hakkını arayanın ulu orta taşlanıp öldürülmesine artık kimsenin ses çıkarmayacak olması. İnsanların yaşayacağı koşulları yönetemeyenlerin doğrudan insanları yönetmeye çalışmasının sonucu bu olur ancak. Böyle bir toplumda sadece iktidarların değil, iktidarlar için kalem tutanların da yaptığı tek şey yapay gündemler yaratmak bu gündemler üzerinden kendi tebaalarının da bir parçası olduğu toplumları aldatmaktır sadece. Bu barbarlığın medeniyetle taçlanmasından başka bir şey değil. Tekrar etmekte fayda var, insan çok da rasyonel bir hayvan değil. Toplumları ve devletleri yönetirken İslam hukukunu, İslam felsefesini dillerinden düşürmeyenler "adalet" kavramının aslında ne olduğu hakkında fikir sahibi olmak için Nizamülmülk'ün Siyasetnamesi'ni okuyabilirler.  



*CzeslawMilosz, Sunu şiiri. Çevr. Cevat ÇAPAN

**https://evrimagaci.org/post-truth-gerceklik-otesi-yalanlarin-gercekmis-gibi-sunuldugu-bir-dunyada-hakikatin-anlami-nedir-8574

***Adaletsizliğin Vecheleri, Judith N. Shklar (syf.57) Vakıfbank Yay.

****https://twitter.com/ismailsaymaz/status/855328963924606976

Yazarın Diğer Yazıları

Bazı şairler, kitaplara girmemiş şiirler gibisiniz: Sami Bey, şimdi nerelerdesiniz?

Herkes kendi derinliğini kendi doldurur, kendiyle doldurur tabii ama Sami Baydar'ın çocukluğu da ilk gençliği de ve son günleri de yoksullukla doludur. Onun derinliğini yaratan da dolduran da bizim bilmediğimiz, bildiklerimizin yetersiz kalacağı derece ciddi bir yoksulluk ve onun getirdiği bir yalnızlıkla doludur. Hakkında yazılmış hiçbir makalede buna değinilmemiştir

Bir tahlil değil, bir hatıra: Ne güzel şarkıdır Destina

Kelimelerin de elbette bir ruhu var, dizelerin içinden bazen fışkıran bu sesler gaipten gelen sesler değiller. Yaşamışız, insanız ve o sesleri yaşatan geçmişe dayanır insanlığımız. Burası, yaza okuya sonunda insanın varacağı yer. Aşk acısı gibi değildir, o da deler ama geçer gider. Retoriğe sığmayan dünya sancısının bir formudur şiir

Yorgun genç şairler, üzülmeyin: "Elimize değen ölür"

Hiçbir şeyi, şiirin teknik hiçbir dayanağının olmadığını, içimize yerleşmiş bir konuşma ihtiyacının ürünü olduğunu öğrendiğim kadar hızlı öğrenmedim