30 Mart 2022

"Neler çektim?" demek yerine işin matrağına bakan Aydın Abi'miz

Bu hafta Aydın Engin'in 12 yıllık siyasi göçmenlik sürecinden satır başlarını paylaşıyor, başına gelen zorluklara rağmen işin matrağına bakmayı tercih ettiği 82 yıllık hayatını kutluyoruz

Tekrar dünyaya gelsem, aynı hayatı yaşamak isterim.

Aydın Engin

Sabah gözümü açtığımda sosyal medyada yüzü karşıma çıktı. "Kaybettik" diyordu fotoğrafının altında yer alan haber. Hayatı yaşla ölçenler ve onu tanımayanlar belki habere o kadar şaşırmamış, 12 Şubat'ta 82 yaşından gün aldığı için herhangi bir rahatsızlık nedeniyle onu kaybettiğimizi düşünmüş olabilir. Fakat biz yakın zamanda yazışmıştık, kafası zehir gibi çalışıyordu, sağlığı da bildiğim kadarıyla yerindeydi. Onu gören "81" değil de hadi belki zorlasanız "70" derdi. O nedenle ben haberi aldığımda gerçek bir şok yaşadım. 


Pandemiden önce T24 ofisinde Aydın Engin'in 79'uncu yaş gününü kutlarken... 

Haklı da çıktım. Çünkü çok olmadık bir nedenden, ameliyat sırasında yaşanan bir komplikasyondan kaybetmişiz Aydın Engin'i. Öyle ya, yaşamı boyunca peşini bırakmayan absürdlükler ölümünde de onu bulmuştu. İçimden ister istemez "Bunu yazabilecek olsaydı nasıl ince bir mizahla yazardı" diye düşünüyorum. 

Aydın Abi'yle 2000'li yıllarda kısa bir süre NTV'de çalıştık. Ben üç yıl önce burada "Göç Öyküleri" yazmaya başladığımda, kendisinin siyasi göçmenlik deneyiminden ötürü "Bakalım ne yazıyor bu kızımız?" diye merak etmiş, birkaç yazı sonrası ise bana "Sen NTV'nin satış departmanındaki, gözlüklü Ayşe misin yoksa?" diye bir mesaj atmıştı.

Bu kısacık mesaj bile Aydın Abi'nin bana verdiği bir dersti. Ben onu yıllardır okuyordum ama "Beni hatırladınız mı?" diye yazmayı düşünememiştim. Berrak zihni karşısında şaşkına dönmüştüm, o yıllarda gözlük taktığımı ben bile unutmuştum. Merak etmişti ve merakını gidermek durumundaydı. Çünkü gerçek gazeteci önemli önemsiz, büyük küçük her ayrıntıyı merak eder. Aydın Abi, merakı olmayan insanların bu işlere bulaşmaması gerektiği konusunda da müthiş bir örnekti.

Kara komedi ondan sorulur

T24 okurlarına Aydın Engin'i tanıtmak elbette benim haddime değil. İçinizde eminim yaşı benim kadar olan "Tırmık"ın çok eski ve sadık okurları vardır. Son yazısında değinmişti; "1974'den beri Tırmık yazıyorum. Yeni Ortam, Politika, Türkiye Postası, Cumhuriyet, Birgün, Agos, T24, (yeniden) Cumhuriyet ve (yeniden) T24… 46 yıl yapar. Yarı ömürden de uzun." Ben bu yazıda, Nilay Örnek'in kendisiyle yaptığı söyleşiyi bir kez daha dinleyerek ve notlar alarak, onun göç öyküsünden satır başlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Nilay da söyleşi sırasında sık sık, Aydın Abi'nin yaşadığı tüm zorluklara rağmen bunları nasıl mizahi bir dille aktarabildiğine şaşırıyor. Yani öyle bir anlatıyor ki, çocuğunun bir hostes tarafından pilot kabininde Almanya'ya uçurulması hikâyesini gülümseyerek dinliyoruz. Çünkü çok absürd! Çünkü kara komedi! 

Aydın Abi, ince zekası, sivri, sarkastik dili ve karakteri gereği olaylara olumlu tarafından bakmayı tercih ediyor; belirttiği hapishane jargonundaki gibi miyavlamıyor. Podcastin sonunda da "80 yaşındayım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Tekrar dünyaya gelsem, yine aynı hayatı yaşamak isterim. Kendimden memnunum. Karımdan da çok memnunum. Ben çok şanslı bir adamım." diyerek, beni gözyaşlarına boğuyor.

İyi ki yaşadın Aydın Abi!

Aydın Abi, son üç yılda dünyanın öbür ucundan yaptığın abilik, yazı ve konu önerileri, eleştirilerin ve özellikle nasıl daha iyi röportaj yapabileceğime dair verdiğin paha biçilmez tavsiyelerin için çok teşekkür ederim. Eminim benim gibi yüzlerce gazeteciye yol gösterdin, işimizi daha iyi yapmamız için teşvik ettin. Hakkın ödenmez. Şu an Nilay'ın seninle yaptığı söyleşiyi kızım dinliyor. Sosyal Adalet dersi ödevinde anlattıklarını yazacakmış. Kendini nadasa bıraktığın yerden gençleri aydınlatmaya, ışık saçmaya devam ediyorsun. İyi ki yaşadın Aydın Abi!

Lafı uzatarak seni kızdırmayayım, öte taraftan kulağımı çektirmeyeyim. 

Buyrun Aydın Engin'in 12 yıllık göç hikâyesinden satır başları...

Kazayla tahliye, yuvadan uçan kuş

- Oya Baydar ile yeni evlenmiştik. Bana "Bir karar ver, hapiste mi yaşayacaksın, evde mi?" diye sormuştu. Bu bir şakaydı ama hayat o günlerde öyleydi. Oğlumuz bebekti. Politika Gazetesi sıkı yönetim tarafından yasaklanmış, arkasından da kapatılmıştı. Davutpaşa'da bir davadan tutukluydum. O sırada gazeteden öğrendiğim kadarıyla, başka bir davadan da 7.5 yıl hüküm yemiştim.

- Tutuklu olduğum duruşmada halinden tavrından akşamları bol bol içtiğini tahmin ettiğim mahkeme başkanı "Sokakta bir sürü katil var. Bu adam ne yapmış, yazı yazmış" diyerek beni bıraktı. Tahliye olmayı beklemiyordum ama müdür "Gazeteci Bey, sen çıkıyorsun" deyince de "Yok benim, bir de kesinleşmiş 7.5 yılım var" diyecek kadar enayi değildim. 

- Bana şaka yaptıklarını sanıyorum. Kapıdan tam çıkacakken "Gir ulan içeri!" diyecekler diye bekliyorum. Meğer bir bürokratik çatlağa denk gelmişim. Eşim Oya Baydar ve avukatım Turgut Kazan beni hapisten aldı. "Sarılmayın, bitliyim" dedim. Doğru arabayı hava alanına sürdüler. Çıktım çıktım, çıkamadım kendimi tekrar hapiste bulacağım. İlk uçak Lufthansa'nın Düsseldorf şehrineydi. Nijerya veya Zambiya olsa ona binecektim. Ben uçaktayken tekrar tutukluluk kararım çıkmış. Ama kuş uçmuştu yuvadan. Uçaktan inerken yanımdaki Alman katur kutur kaşınıyordu.

Kimse bizi sürmedi, biz kaçtık, yakalanmamayı da başardık

- Böylece 1980 Haziran ortasında ne kadar süreceğini bilmediğim siyasi göçmenlik dönemim başladı. Dikkat ederseniz "sürgün" demedim. Kimse bizi sürmedi. Biz kaçtık, yakalanmamayı da başardık.

- Oya'nın annesi Türkiye'de. Oğlumuz 1 yaşına yaklaşmış. Ben Almanya'dayım, dönemem. Üç dört ay sonra Oya Baydar hayatımıza bu şekilde nasıl devam edebileceğimizi konuşmak üzere Doğu Berlin'e geldi. Bir türlü çözüm bulamıyoruz. Aradığımız çözümü BBC'nin radyo haberinde dinledik. 12 Eylül darbesi olmuştu. Oya da artık Türkiye'ye dönemezdi.

- Oğlum Türkiye'de kalmıştı. Başıma gelecekleri biliyormuşum gibi, tedbir olarak "Annesi babası yanında olmadan da seyahat edebilir" diye bir izin belgesi çıkartmıştım. Fakat polisler eve karakol kurmuş, pis bir sırıtışla çocuğu rehin almışlar, "Gelip kendileri alsınlar çocuklarını, çocuk burada bekliyor" gibi tatsız laflar etmişler.

Pan-American hostesi oğlanı paltosunda saklayarak uçağa sokmuş

- Bizim Almanya'da yavaş yavaş oluşan çevremiz sayesinde Pan-American'da çalışan bir Alman hostes durumu duymuş; "Biz Türkiye'ye uçuyoruz. Ben getiririm çocuğu" demiş. İnanmadık ama deneyelim dedik. Çocuğu hosteslerin geçtiği personel kapısından, paltosunun içinde saklayarak uçağa sokmuş. Bizim oğlan yolculuğu da pilot kabininde yapmış. Havaalanında oğlumuza kavuşunca "siyasi göçmen" ailemiz tamamlanmış oldu.

- Pasaportumuzun süresi geçmekte olduğu için mecburen siyasi ilticaya başvurduk. Benim kesinleşmiş ve 86-87 yıla ulaşmış hapis cezalarım vardı. Ayrıldıktan sonra süren başka davalarım da karara bağlanıyor ve habire cezam artıyordu. Oya Baydar afişle aranıyordu. Artık terörist miydi neydi, ben de bilmiyorum. Bunları gösterince bir hafta içinde iltica talebimiz kabul edildi ve siyasi mülteci olduk. Türkiye'ye dönebilmek için bir umudumuz yoktu. Günde onlarca kişi asılıyordu.

Hemen dönecekmişsiniz gibi eğreti bir yaşam

- Hemen dönecekmişsiniz gibi, ayakkabılarınız ve valiziniz kapının ağzında bekliyor da hemen giyinip, valizi kapıp kapıdan çıkacakmışsınız gibi eğreti bir yaşam siyasi göçmenlik. Bir mülteci arkadaşım saatini Türkiye saatinden Avrupa'ya geçirmediği için her yere geç kalırdı. 

- Çocuk ana okuluna başladı. Eğreti yaşamaya devam edemeyeceğimizi anladık. Oya eve bir bitki aldı. Sonra bir kedi aldık. Sonra hem kurslara giderek, hem Alman arkadaşlarımızın yardımıyla Almanca'yı söktük. Bu yerleşikliktir, eğreti yaşama itirazdır. 

- O sırada Turgut Özal, bizim en uzun hükümleri giydiğimiz yasaları iptal etti ve af çıkardı. Kesinleşmiş cezasının altıda birini yatanlar Türkiye'ye dönebilecekti.

Annemi göremedim, hâlâ buna içim sızlar

- Hesapladık. Benim 82 gün, Oya'nın 36 gün yatması gerekiyordu. "Ben varım" dedim. Oya "Ben de varım" dedi. 1991 Mayıs sonunda, önce ben döndüm hapis yatmaya. Tam bir yatılı okul ortamı. Kaçmamak dışında hiçbir şeye karışmıyorlar. Tekrar bir hesap yapıldığında cezam 28 gün az çıktı. 52 gün sonra Almanya'ya döndüm.

- Teslim olmadan önce Ödemiş'e gidip annemi görmek istemiştim. Hapisten kaçacak olsam zaten Türkiye'ye gelmezdim. İzin vermediler. Annem o arada öldü. Annemi göremedim. Hâlâ buna içim sızlar.

- Almanya'da oğlanı ben teslim aldım, bu sefer Oya hapis yatmaya gitti. O gece Oya eğlenceli bir yerden beni aradı. "Ne oluyor?" dedim. Meğer benim şanlı soyadım Engin sayesinde hapisten kurtulmuş. Tutuklama kararı "Oya Baydar" adınaymış, "Oya Engin" değil.

Oğlum Türkiye'ye gidilince önce hapis yatılır sanıyordu

- Oya da Almanya'ya dönünce oğlum "Şimdi Türkiye'ye gidip hapis yatma sırası bende mi?" diye sordu. Çocuk, Türkiye'ye önce hapis yatarak dönülebileceğini sanıyormuş. "Yok oğlum, sen temizsin" dedik. 92 yazında, kedimizle birlikte dört kişilik ailemiz, 12 yıllık siyasi göçmenlik hayatından sonra Türkiye'ye dönüş yaptı. 

- "Ah başıma neler geldi" diye mızmızlanmaktan hoşlanmıyorum. Hapishanede bir jargon vardır; miyavlamak denir. Hapisteki mafya babaları, kapkaççılar durmadan miyavlayanları sevmezler, miyavlamaktan vazgeçmeyenleri de döverler. Oradan kalma bir alışkanlık da olabilir. Hayatım boyunca "Neler çektim?" demek yerine işin matrağına bakmayı tercih ettim. Biraz da kişilik meselesi. Şimdi dönüp bakınca zor günler geçirdiğimizi ben de görüyorum.

"Tek başıma bebek baktım" yerine "Kohn-Bendit'le nasıl arkadaş oldum?"

- Oya, Dünya Barış Konseyi'nin İkinci Başkanı'ydı. Moskova'ya gitti. Almanya vize koyunca geri dönemedi. Ben Frankfurt'da, 11 aylık bebekle başbaşa kaldım. Bebek bakımını kitaplardan öğrenmeye çalışıyorum. Bir gün, market alışverişi sırasında yanımda bebek arabasıyla bir adam durdu. "Almanca biliyor musunuz?" diye sordu. "Kötü" dedim. Daha işin başındayız o zaman. İngilizce konuştuk. "Şu mamayı alma çok kimyasal var, onun yerine şunu al" dedi. Sonra manav reyonuna gittik. Ben sebze püresi için ıspanak ve havuç aldım. Bu sefer ben sordum "Sen nasıl yapıyorsun püreyi?" diye. "Mikserle" dedi. "Sakın ha! Çatalla ezeceksin. Yoksa vitaminleri ölüyormuş. Kitapta öyle yazıyor." dedim. İki apartman yanımda oturuyormuş. O eşinden yeni boşanmıştı, Oya Moskova'da kalmıştı. İki yalnız baba, bebeklerimizi uyutup sohbetler ettik. Sonra anlaşıldı ki çocuklarımız sayesinde dost olduğum bu adam, Almanya'da 68 hareketinin önemli liderlerinden meşhur Daniel Kohn-Bendit'miş. Bu hikâyeyi "Ah neler çektim! Tek başıma bebek baktım" diye anlatmak yerine "Kohn-Bendit'le nasıl arkadaş oldum?" diye anlatmayı tercih ettim hep. Hâlâ da ahbaplığımız devam eder. 

İnsan çok değerli, miyavlamanın bir alemi yok

- Ayrıca tek başıma bir bebekle kalmak bana insanın neden değerli olduğunu öğretti. Ne kadar çok emek var bir insanın yetiştirilmesinde. Oğlum şimdi 40 yaşında. Onu yedirdim, uyuttum, altını değiştirdim, büyüttüm, okuttum. Bu kadar emek harcanan şey elbette kıymetli olur. İnsan çok değerli, miyavlamanın da bir alemi yok.



Not: Sevgili Nilay Örnek'e gelecek nesile de ışık tutan bu değerli söyleşiler için çok teşekkür ediyor ve henüz dinlemediyseniz Aydın Engin ve Oya Baydar söyleşilerini mutlaka dinlemenizi tavsiye ediyorum. Linkler aşağıda

Nilay Örnek, Nasıl Olunur Podcasti, 88 - Aydın Engin, Yayın Tarihi 7 Kasım 2020

Nilay Örnek, Nasıl Olunur Podcasti, 93 Oya Baydar, Yayın Tarihi 7 Aralık 2020 

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum