03 Temmuz 2022

Houston sana sesleniyorum!

Sonuçta öyle ya da böyle hepimiz insan ilişkilerimizi bir nebze metaverse'e taşıyacağız. Dijital kimliklerimizle, bol filtreli hayatlarımızla, piksellerin içinde boy göstereceğiz. Ancak, dokunamadığımız, koklayamadığımız, kahkahalarımızı emojilerle attığımız bu dünyanın teknolojik zorlukları, anlamlı bağlar kurmamızı epey zorlaştırıyor

Merhaba, ben Aren Adler. 29 yaşındayım. Amerikalıyım. Harvard Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi mezunuyum. Çok yakışıklı oldugumu söylerler; fiziğim epey düzgündür açıkçası. Boy pos yerinde, çok şükür. Allah vergisi, hem de. İstediğimi yiyorum içiyorum, ağırlıkların altında kan ter içinde ezilip bükülmüyorum, spor falan da pek yapmıyorum yani, ama hep fitim işte. James Bond gibi... Ayen onun gibi. İstediğini yiyip içen, karın kaslarından bir baklava bile eksilmeyen, karizması tavan bir adamım ben. Gür saçlarımın telleri arasından güneş ışıklar saçar. Yanık tenimde gözlerim ve dişlerim parıl parıl parlar. Ellerim, ayaklarım hep bakımlı görünür. Genç ve olgun arası, tam ideal yaşta, süper bir çağda donup kalmış bir yıldızım.

Sanal dünya, yalan dünya

Birkaç sene evvel sanal dünyaya yaptığım ufak tefek yatırımlarım bana milyon dolarlar olarak geri döndü, zenginim de yani kısacası. New York'ta, 5. Cadde'de, Central Park'a bakan bir Penthouse'um, Positano'da yazlık bir villam, St. Moritz'de kayak sezonunda kullanmak üzere yeni aldığım bir dağ evim var. Bizim kıyılar mı, karşı adalar mı henüz tam karar veremedim, ama buralarda da bir yazlık ev bakıyorum bugünlerde. İnsan zengin olunca kendi evini, kendi konforunu, kendi dünyasını arar, bilirsiniz siz de. 

Araba çok severim. Ama öyle koleksiyoner falan değilim, yanlış anlaşılmasın. Bir elektrikli BMW kullanıyorum şehir içinde. Malum, yeni nesil çevreci felsefenin heyecanlı savunucularından biriyim. Dayanamadım, geçenlerde yeni bir Mercedes G satın aldım. Rengi de, dokusu da çok özel; bana özel modifiye ettiler sağolsunlar. Arabam dünyada tek. İsim bile koydum kendisine: Jake!

Çalışıyorum tabii. Ben bir medya insanıyım. Sunuculuklar, şirket tanıtım filmlerini falan zaten yıllardır, itinayla yapıyorum. Asıl görünen işlerim de, ana akım medyada. Gazete köşem, TV programım, YouTube kanalım derken, beş dakika boş vaktim yok inanın. 

Ya da inanmayın, tamamen size kalmış… 

Hahahahahah!

Ne komik bir karakter, insan, gazeteci, adam; değil mi? Aren Adler? Aren who?

Durun, anlatayım biraz: Yukarıda okuduklarınız, benim kendime sanal dünyada yarattığım avatar'ım. Yaşsız, kaslı, çok yakışıklı, zengin, her zaman çok sağlıklı ve çok fit bir adam. Dünyada istenebilecek her şeyin sahibi o. Adıyla, sanıyla nereli olduğu belli değil. Kimmiş kimlerdenmiş, kimsecikler kestiremez. Karizmatik, sevecen, sevilen bir entellektüel o. Biraz hayal, biraz abartı, biraz da arogan belki de. Benim personalarımdan biri. Gölge kişiliklerimden bir gölgenin canlanmış hali. Bilinçaltım, yapamadıklarım, hayallerim, olduklarım, aldıklarım, alamadıklarımdan şekillenmiş, ortaya karışık bir karakter o. Adı Aren Adler.

Psikolojiye fazla takılmayın derim

Şizofren mi dediniz? Yoksa sadece şizoid kişilik yapısı mı? Gerçekle hayal harmanlamış da aradaki sınırlar iyice incelmiş mi? Rüyalar gerçek olsaydı maymunlara her gün tonlarca muz mu yağardı? Ronaldo ne demiş, biliyorsunuz değil mi? "Hiç uyanmak istemediğim bir rüyayı yaşıyorum" demiş. Şimdi Ronaldo'nun gerçekten yaşadığını zannettiği şey, aslında rüya mıymış? Rüya mı güzel, gerçek mi?

O zaman rüya nerede başlar? Zihinsel kurgulama, aslında hayal dünyasından içeri sıkı bir adım değil midir? O zaman herkes mi şizofren kişilik yapısı özelliklerinin bazılarını gösterir?

Aman canım, takılmayın dedim ya… O kadar da olsun artık. Gerçek dünyada yoldan çıkamıyorsak, sanalda çıkalım bari. Rüyalarda buluşalım, şarkılarda kavuşalım. Neşet Ertaş'ın burun direklerini titreten şarkısında söylediği gibi, "Felek bulut oldu, üstüme yağdı, Yaşları gözüme dolan dünyada / Ah yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada"

Oh, bakın insan ne kadar rahat ediyor. Her şey kocaman bir yalan. Sen, ben, aşkımız, gelecek, yatırım; her şey yalan. Bir yalan bulutunun altında, görünmez bir büyük balon içinde yaşıyoruz, geziyoruz, yiyoruz, eğleniyoruz, bunları gösteriyoruz, gösterenlerinkini beğeniyoruz.

Ah yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada…

Metaverse'te geziyorum bu hafta

İlk sanal dünya deneyimim, hepimiz gibi Facebook ile başlamışti. Tabii şunun altını bir kez daha çizmekte fayda var: Hiçbir zaman matematik, bilim, kripto para ve hisse senedi gerçekliğinde yaşayan bir adam olmamıştım zaten. Bende o ara çizgi, bir tık daha inceydi zaten. Hatta arada sırada geçirgen köşeler bile olduğunu fark edip, üstelik bundan da gururlandığım bir kişilik yapısı var karşınızda. Anlatabildim mi? 

En gerçek halim, birebir doğru bilgilerim, filtresiz ama düzgün göründüğüm bir fotoğrafım vardı profilimde. O filtreler, ayarlar, renkler, fotoşoplar nasıl yapılabiliyor zaten hiç öğrenemedim. Lise arkadaşlarımı bulduğum, dostlarımın fotoğraflarını "like" ettiğim, yanlışlıkla FarmVille isteği yolladığım günler ne kadar uzak geliyor simdi... Facebook da zaten Meta oldu, dünyanın en büyük cumhuriyeti artık. Çin'den bile çok vatandaşı var –neredeyse 4 milyara yakin! 

Neyse, bunlar yeni haberler değil. Biliyorsunuz, okuyorsunuz, tartışıyorsunuz…

Ben size başka bir şey anlatacağım asıl. Bu ara nereye kulak kabartsam, bir metaverse muhabbeti almış başını gidiyor. Sanalın dibi, değil mi? Decantraland'de arsa peşinde koşanlardan Opensea'de NFT formatında sanat satın alanlara, Party Space'de parti verenlere, ne ararsaniz var. Bir de Hyperverse var ki, platformların şahı. Milyonlarca gezegenden oluşan bir kozmos orası. Gez gez bitmez. Galaksiler, galaksiler… Oralarda dolaşan bireylere de "voyager', yani gezgin diyorlar. Eh, ben gezgin, metaverse uzaylıları gezgin, yollarımız kesişti haliyle.

Dünyalarımızın da incelmiş ve hayli geçirgen bir yapıya dönüşmüş hücre çeperlerinden ötürü zaten karışmış olabileceğinin sinyallerini vermiştim zaten…

Hangisi gerçek ben?

Bugün size biraz içimi dökesim var. Bu son derece garip bir şekilde muhteşem olan sanal dünya hakkında, atıp tutasım var. Yanlış anlaşılmasın, kalpten kalbe, avatar avatar'a, en samimi halimle. 

Bütün bu sonsuz imkanlı sanal gezmeler hoş güzel de, eminim siz de ara ara "nereye varacağız?' diye düşünüyorsunuz. Ben açıkçası, bir yandan heyecanlıyım ama bir yandan da çok korkuyorum. 

Niye bir yanım korkuyor, anlatayım. 

Eski kuşağım ben, X jenerasyonu, sözde arada kalmışlar topluluğu. Hah, güleyim bari. Bu zamana kadar hiç arada kalmadım halbuki. Hep kendi benliğimle, hep net yerlerde gezdim. Her kıtaya gittim, 100'ün üzerinde ülke gezdim. Hepsinin yüzölçümünden, nüfusuna, müzesinden, kafesine, gördüğüm ve dokunduğum her şey gayet netti. Gittiğim her yerin toprağına bastım, suyunu içtim. Meksika'da Ölüler Günü'nde ağlayarak dans ettim. Yunan'da sirtaki, Arjantin'de tango yaptım. Yedim, içtim, sevdim. Her şey çok netti, arada kalan hiçbir şey inanın yoktu.

Asıl şimdi arada sıkıştım kaldım. Hangi dünya gerçek, hangi ben gerçek, ancak şimdi, bu yaşımda kafam karışıyor. Sanalda gezerken benliğimi kaybetmekten, benliksiz insanlara rastlamaktan çekiniyorum. Herkes Barbie, herkes Ken. Tabaklarda havyar, bardaklarda şampanya var. Ayaklar hep suda, geceler hep yanıyor. 

Güney Kaliforniya'da hiç yağmur yağmıyor, zenginin dünyasında parayla saadet oluyor. Ne mi oluyor başka? Züğürdün çenesi, bu durumda daha çok parmakları yoruluyor!

Hadi uzman psikolog kimliğim ortaya çıksın. Başka bir gölgeyi sahneye çağıralım şimdi… Bilgi vereyim biraz, hem de önemli bir bilgi: Metaverse'te yolumuzu kaybetmeden hayatta kalacaksak öncelikle çok önemli bir şeyi ele almamız gerekiyor.

Öz farkındalık; meta-dünyanın meta-yeteneği

Yeni kimliklerimizi doğru şekilde inşa etmek ve içinde yeşermek istiyorsak eğer, ustalaşmamız gereken tek yetenek budur. Aklı başında kalmanın, tükenmişliği ve beraberinde getirdiği depresyonu önlemenin, en yetkin anahtarıdır. Geleceğe doğru adım attığımız bu çılgın yolculuğun iniş çıkışlarına karşı dirençli kalmanın sırrıdır.

"Aaaa taman canım, herhalde kendimizi biliyoruz" diyorsunuz değil mi? 

Değil efendim. Pek öyle olamıyor maalesef. Görünenin öteside bir özfarkındalık'tan bahsediyorum. Evet, biraz bariz olanı içeriyor: Değerlerimizin, dürtülerimizin, güçlü ve zayıf yanlarımızın farkında olmak. Ancak, işin ikinci bir boyutu daha var: Başkalarının sizin hakkınızda hissettikleri ve onları nasıl etkilediğinizin de farkında olabilmek. Bu dışsal öz-farkındalık, genellikle göz ardı edilir. Gelgelelim en az içsel öz-farkındalık kadar önemlidir. Hangimiz "vay be, hayata bak' diye iç geçirmedik ki Instagram'da dolaşırken. Acaba ne kadarı gerçek, ne kadarı illüzyon, yani meta-gerçek? Ne kadar farkındayız, yoksa sanallığı otomatiğe mi bağladık? 

Görünen köy klavuz istemez: Sonuçta öyle ya da böyle hepimiz insan ilişkilerimizi bir nebze metaverse'e taşıyacağız. Dijital kimliklerimizle, bol filtreli hayatlarımızla, piksellerin içinde boy göstereceğiz. Ancak, dokunamadığımız, koklayamadığımız, kahkahalarımızı emojilerle attığımız bu dünyanın teknolojik zorlukları, anlamlı bağlar kurmamızı epey zorlaştırıyor. Meta-benliklerimiz, gerçek dünyada doğup büyüyen benliklerimizden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar yoldan çıkıyoruz. O kadar gerçeklikten kopuyoruz. Tam burada da, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir, atasözümüzü kullanarak yerinde bir alıntı yapmış olurum diye düşünüyorum!

Tabi, gerçeği sorgulamak da artık hakkımız. Hangi gerçek kardeşim? 

Kime göre, neye göre gerçek?

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde "işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl "konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Orta Doğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde "klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.
ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

Arjantin'de iki mücevher: La Recoleta ve Teatro Colon

Ana yazı içinde geçirsem, yazık olacaktı, güme gidecekti. İki çok özel yer; birisi bir mezarlık, diğeri de opera binası. İkisini de görmeden, gezmeden, hatta özel tur almadan Arjantin'den dönülmez. İkisi de birçok sanat eserini barındıran, kendileri de kocaman birer sanat eseri olan şaheserler…