27 Temmuz 2022

Selvi Hanım'ın masası ve Kılıçdaroğlu; Cumhurbaşkanı olursa kesin olan ilk şey

Bugünün Türkiye'sini normalleştirecek görüntülerden birinin, "devletin zirvesinde, liderlerin aileleri ve yakınlarında tevazu" olduğunu inkâr edebilir misiniz?

Pazar sabahı Balıkesir. CHP'nin mitingini izlemek için geldiğim otelde erken bir saatte kahvaltı salonuna iniyorum. İçeride ve dışarıda masalar var. Aralarından geçiyorum. İleride partinin genel başkan yardımcılarını görüyorum. Oraya doğru yürüyorum. Elimde bir bardak çay ve su… Masalardan birine oturup güncel siyaset konusunda sohbete başlıyorum, notlar alıyorum. Konuştuklarımdan birisi "Selvi Hanım'ı gördünüz mü" diyor. "Yok rastlamadım" diyorum. Biraz önce önünden geçtiğim masayı işaret ediyor. Dışarıya çıkış kapısının tam önünde birleştirilmiş üç masa. Ne abartılmış, çevreyi rahatsız eden bir koruma ne bir 'debdebe…' O yüzden dikkatimi çekmemiş.

Rahatsız etmekten çekiniyorum ama yine de geçerken selam veriyorum. "Buyrun oturun Murat Bey" diyor. Hemen yanındaki sandalyede oturan sonradan akrabası olduğunu öğrendiğim bir hanımefendi kalkıyor, yerini bana veriyor. Selvi Hanım masadakilerle tanıştırıyor. Kız kardeşi, akrabası, en yakın arkadaşı, bir de aile dostları kalp cerrahı bir beyefendi. Selvi Hanım ile 2014 yerel seçimleri sürecinde, Ankara'da seçim otobüsünde çok kısa bir sohbet olanağı bulmuştum. O zaman düşündüğüm hâlâ geçerli: Giyimiyle, tavrıyla mütevazı, ama siyaseti, memleketi yakından izliyor. Sözünü de esirgemiyor.

Aslında 'giyim-yaşam' bu konuları konuşmak bana ayıp geliyor ama… Bir süredir iktidar elitlerinin eşleri, çocukları, kendileri; binlerce dolarlık çantaları, saatleri, elbiseleri, güneş gözlükleri ile toplumun öyle gözüne gözüne sokuyor ki yaşamlarını… Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizinden geçtiği süreçte 'sergilenen zenginlikler' en hafif tabiriyle ayıp ve toplumdan kopuşun göstergesi. Yazıyı yazarken kendi kendime soruyorum; ne düşündürdü Selvi Hanım sana. Söyleyeyim: Ülkede yaşayan milyonlarca kadın gibi… 'Biz'e benziyor yani, 'çoğumuz gibi' yaşıyor.

Kısa bir süre önce Türkiye'den ayrılan Avrupa'nın önemli ülkelerinden birinin diplomatı bana bir anısını anlatmıştı. O hep aklımda: "Erdoğan'ın Başbakan olduğu dönem. Ankara'da bindiğim taksinin şoförü Keçiören'den geçerken bana 'Bizim liderimiz bizim gibi evde yaşıyor' diye gururla anlatmıştı. Tabii her şey çok değişti."

Tekrar 'Selvi Hanım'ın masasına' döneyim. İzin almadığım için konuşmayı yazmayacağım. Ancak şunları söyleyeyim. Türkiye'de yaşanan yoksulluk canını yakıyor. Özellikle çocuklar ve gençler. O gün özellikle yurt fiyatlarından, ödenmesinin zorluklarından bahsetti. Seçim ve seçmen tercihleri üzerine analizler yaptı. Açıkçası 'serinkanlı ve gerçekçi' bir bakış açısı var. Bir de ülkenin 'en yakıcı sorunlarından birinin' çözülmesi için herkesin elini taşın altına sokması gerektiğini düşünüyor.

Aynı gün Kemal Kılıçdaroğlu'nun Balıkesir Kuvayi Milliye Meydanı'nda yaptığı konuşmadan bir bölümü önemsiyorum. Şöyle diyor:

"Bizim iktidarımızda bize 'Ey Kılıçdaroğlu senin mal varlığını açıklarım' diyen olursa 'İncelemezsen namertsin' diyeceğiz."

Kemal Kılıçdaroğlu 20 yıldır aktif siyasetin içinde, 11 yıldır CHP Genel Başkanı. Üç çocuğu, gelini, damatları ne kamuoyunun gündeminde ne onlara sağlanan bilinen herhangi bir ayrıcalık oldu. Oğlu Kerem 'bedelli' değil memleketteki pek çok ailenin evladı gibi askerlik görevini normal yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu aday olur mu bilmiyorum. Aday olup seçilir mi onu da şimdiden öngörmek imkânsız.

Ama eğer Cumhurbaşkanı seçilirse kesin olan bir şey var. O da; devletin tepesinde yeniden 'toplumun çoğunluğu gibi yaşayan mütevazı bir ailenin varlığına' şahit olacağız. Bugünün Türkiye'sini normalleştirecek görüntülerden birinin, "devletin zirvesinde, liderlerin aileleri ve yakınlarında tevazu" olduğunu inkâr edebilir misiniz?

Murat Sabuncu kimdir?

Murat Sabuncu İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360’da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti.

T24’te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay’ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini “Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi” adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne’da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

Yazarın Diğer Yazıları

Selahattin Demirtaş, nasılsın?

Seçimin son düzlüğünde gözler üzerinde…

Erdoğan İstanbul seçimini kendi eliyle, kendisi için referanduma çevirdi, 2028 fragmanı izlenecek

2028 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin fragmanını yaşayacak gibiyiz. Erdoğan ile İmamoğlu erken bir final oynayacak

Alkışlar arasında tercüme edilmeyen acı reçete: İşsizlik ve artacak yoksulluk…

Yoksulluğun her şeklinin yaşandığı bir ülke artık burası… Derin yoksulluk, yatay yoksulluk, insani yoksulluk, kadın yoksulluğu, kentsel yoksulluk, kırsal yoksulluk…