15 Haziran 2022

TÜSİAD toplantısından: 12 ay daha bu ekonomi anlayışı sürerse ülke uluslararası bir kuruluşun yardımı olmadan krizden çıkamaz

TÜSİAD geç de olsa konuşmaya başladı. Çünkü artık ekonomiden demokrasiye sürdürülemez bir duruma gelindi

32 yıllık meslek hayatımın ilk 14 yılı ekonomi gazeteciliğinde geçti. Bu sürede takip edilen önemli toplantılardan biri Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği'nin (TÜSİAD) Yüksek İstişare (YİK) toplantıları olurdu. Bir süredir ilgimi kaybetmiştim. Çünkü eskiden iş insanları başta ekonomi 'bir şey' söylerlerdi. Kamuoyu da doğal olarak onların durduğu noktayı bilir, kendine göre bir değerlendirme yapardı. Derneğin Bülent Tanör'e hazırlattığı (tam olarak arkasında duramadığı) demokratikleşme raporu da anayasa taslak çalışmaları da entelektüel dünyaya tartışma alanı yaratmıştı.

Ancak Türkiye'nin büyük ölçekli derneğinin üye iş insanları özellikle son 8 yıldır 'sessizlik sarmalı'na girmiş durumdalar. Kırılma noktalarından birini Eylül 2014'te TÜSİAD YİK'ine katılan ve derneğin önde gelen üyelerinin gözlerinin içine bakarak en ağır ithamları dile getiren Tayyip Erdoğan'na tek bir kelime yanıt veremeyip bir de alkışlamaları olmuştu. Başkanlarından birinin ekonomik anlamda başına gelenler ya da vergi sopası onları durduran etkenlerden biri olmuştu. Özel sohbetlerden 'neden susuyorsunuz' soruma verdikleri yanıtlardan not aldığım iki sözü aktarayım. Bunlardan biri 'muhafaza edecek kadar çok malı olanlar muhafazakâr olurlar'. Diğeri 'Tayyip Bey bana eleştirinizi kamuoyu önünde değil özel toplantılarımızda yapın dedi, biz orada söylüyoruz, siz duymuyorsunuz' tezi. Her ikisinin değerlendirmesini de okurlara bırakıyorum. Burada sayıları çok az olsa da konuşmaya çalışan iş insanlarını bir kenara ayırıyorum.

Dediğim gibi iş insanları uzun süredir ya 'mırıldandı', ne dedikleri tam anlaşılamadı ya tamamen sustu, seyirci koltuğuna oturdu.

Uzun aradan sonra ilk kez TÜSİAD'ın hem YİK öncesi yaptığı buluşmaya hem de ertesi gün düzenlediği toplantıya katıldım. Hem iş insanlarıyla yaptığım sohbetler hem TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan'ın konuşmalarını, eleştirilerini dikkatle dinledim. Alışık olunmadık bir şekilde onlarla ilgili notlarımı sona bırakacağım. Önce, bu konuşmaların ardından gazeteci Murat Yetkin'in moderatörlüğünde yapılan her biri saygın birer akademisyen olan isimlerin açtığı ufuktan bahsedeceğim. Bu isimler Evren Balta, Hakan Kara ve Erinç Yeldan.

Evren Balta salonu sarsan bir benzetmeyle başladı konuşmasına. 1400'lü yıllarını sonundan, Albrecht Dürer'in, aslında dini metinleri de baz aldığı, 'kıyameti' bir şekilde tarif eden bir tabloyu hatırlatarak ve günümüzle bağını kurarak; Mahşerin dört atlısı... O günlerde de bu simgelerin her birinin 'savaş, salgın, göç, kıtlık' ile özdeşleştirildiğini hatırlattı. Bugün dünyanın içinde olduğu durumla benzerliğini kurdu. Bugün, dünyanın dört bir yanında son dönemde Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle başlayan savaş, savaş ve iklim kriziyle büyüyen-büyüyecek göçler, covid ve devamı gelebilecek salgınlar, savaş, iklim krizi ile yaşanan ve büyüyecek kıtlık. Tablo bu.

Erinç Yeldan, iklim krizinin hayata ve ekonomilere etkisi üzerinden çarpıcı veriler paylaştı. Dünya üstündeki 8 binin üzerindeki kömür santrali ve yarım derecelik bir sıcaklık artışının, sudan tarıma insanlığı nasıl etkileyeceğini vurguladı.

Gelelim Hakan Kara'ya. Onun anlattıkları ve sorulara verdiği yanıtlar çok çarpıcı idi. En önemlisinden başlayayım. Ekonomideki kriz ve durumla ilgili şu tespitleri yaptı:

En önemli nokta Merkez Bankası'nın bağımsızlığı tabii. 2018 yılında bu yönde en büyük darbeyi aldı. Şu anda gelinen noktada sadece Merkez Bankası yeniden bağımsız yapılarak ya da sadece faizler artırılarak ki bu da şu an itibariyle nasıl yapılacak enflasyon yüzde 80'e geliyor onun üzerine nasıl çıkacaksınız, çıkınca ortaya çıkan maliyet nasıl karşılanacak. Daha bütünlüklü bir analiz ve politikaya ihtiyaç var. Ve tabii hasar tespitine. Banka bilançoları özellikle kamu bankalarının bilançolarının durumunu şeffaf olarak bilemiyoruz. Şirketlerin ne kadarı yüzdürülen kredilerle baş başa. Kamu borcunun sürdürülebilirliği. Döviz ve döviz cinsinden borçluluğun ve kurların geldiği nokta. Enflasyonun yarattığı süreç. Yani sadece Merkez Bankası'nı düzelterek çıkışın imkanı kalmadı. Daha geniş çaplı bir bakışa ve çözüme ihtiyaç var.

Hakan Kara çok önemli bir ekonomist. Bu tespitlerden sonra aralarında benim de olduğum pek çok isme 'of' çektiren bir analizde bulundu:

Türkiye 12 ay daha bu ekonomi politikasını sürdürürse içine girdiği krizden uluslararası bir kuruluşun yardımını almadan çıkamayacak duruma gelir.

Hakan Kara benim yorumuma göre şöyle diyor:

Seçime kadar bilimsel bir karşılığı olmayan bu politikalarda ısrar sürerse Türkiye ne yazık ki yeniden IMF'ye muhtaç hale gelecek. IMF demek başta emek kesimi faturanın bu ülkenin zaten zor durumda olan kitlelerinin üstüne yüklenmesi demek. Ve eski örneklerden biliyoruz ki 'IMF'nin acı ilacı içirilirken halk üzerindeki baskı artıyor, sonuçlarının yan etkileri uzun süre giderilemiyor.

Kara'ya bir iş insanı bir soru yöneltti: Peki iş dünyası tehlikeyi görüp gerekli tavrı koyuyor mu? Şöyle yanıt verdi:

Bu sabah dinlediğim sunumlara bakarak buna evet derim. Ama daha erken olsaydı diye düşünenler de olabilir tabii.

Gelelim sunumlara... Önce konuşmasından üç saat sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın hedefe aldığı TÜSİAD Başkanı Orhan Turan'a... Öncelikle Turan kim? Anadolu'yu iyi bilen TÜRKONFED'de başkanlık yapmış bir isim. Pek muhtemel TÜSİAD'ın önde gelen aileleri 'sıcak kestaneyi tutmak' konusunda 'endişe' edince Turan başkan oldu. Daha evvel de yönetimdeydi ama başkanlığı biraz sürpriz. Ama başkan olduğundan beri gösterdiği performans tutturduğu dil önemli. Şöyle düşünülebilir. TÜSİAD'ın ünlü isimleri ekonomi bakanından iktidar partisi liderine fotoğraf verirken birisinin de eleştiri yapması, gerçekleri söylemesi gerekiyordu. Seçime giden zorlu süreçte bu görevi Orhan Turan üstlendi. Gelelim Turan'ın Erdoğan'ın tepkisini çeken cümlelerine:

Terörden çok çekmiş, acılar yaşamış bir toplumun hassasiyetlerine dost ve müttefik ülkelerin daha fazla dikkat etmesini istemek elbette Türkiye'nin hakkıdır. Ancak en haklı olduğumuz konularda bile çıkarlarımızı korurken tercih edeceğimiz yöntem amaca varmamızı kolaylaştıracak şekilde formüle edilmelidir. Bu bağlamda İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyelikleri konusunda Türkiye'nin dile getirdiği sıkıntıların ve taleplerin müzakere yoluyla, karşılıklı anlayışı geliştirerek ve ittifak ruhuna uygun şekilde çözülebileceğini ümit ediyoruz.

Erdoğan bu cümlelere şu yanıtı verdi:

NATO konusunda İsveç ve Finlandiya net adımlar atana kadar duruşumuzu değiştirmeyeceğiz. Ey TÜSİAD'ın başına gelen beyefendi dış politikada bize ders veremezsin. Sen çıraksın, kalfa bile olamadın. Dün bir, bugün iki. Önce haddini bil. Bunlar da akıllarını başlarına almadıkları sürece iktidarın kapısından içeri giremezler. Biz İsveç, Finlandiya neden bunlara tavır alıyoruz. Sokaklarında terör örgütleri cirit atarken biz onlara kapılarımızı mı açacağız. Ey TÜSİAD siz onların yanında yer alabilirsiniz, biz şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız. Bunu bilesiniz. Almanya'da caddelerde terör örgütleri yürüyüşler yapıyorlar. Sizden önce gelen ağa babalarınız da aynı kafadaydılar, görüyorum siz de aynı kafadasınız. TÜSİAD bu gidişiyle devam ederse bu iktidarın kapısını hiç çalmasın. Sizler aynı merkezden idare ediliyorsunuz. CHP, Oradan neyi sufle ediyorlarsa siz de aynı şekilde konuşuyorsunuz. Bu kapı yerli ve milli duruş sergileyene açıktır, sergilemeyene kapalıdır.

Aslında Erdoğan kendine göre kolay cevap verebileceği konuyu seçti. Oysa Turan'ın konuşmasında başta ekonomi ve demokrasi çok daha önemli eleştiriler vardı:

19 yılın en yüksek CDS seviyesini de gördük. Bunun sürdürülemez olduğunu ve hızla rasyonel politikalara dönülmesi gerektiğini düşünüyoruz. İktisat bilimiyle ve tüm dünyadaki uygulamalarla çelişen bir yaklaşımı sürdürmemeliyiz. Akılcı, toplumsal aklı ve enerjiyi harekete geçirebilen, farklı kesimlerin katkı yapabilecekleri bir tartışma ortamında piyasa gerçekleriyle ve dünya pratiğiyle uyumlu bir politika seti üzerinde uzlaşabilmeliyiz.

Sorunlarımız yalnızca para politikasıyla, dizginlenemeyen enflasyonla sınırlı değil. Derin bir enerji krizinin de içindeyiz ve enerjide dışarıdaki fiyat artışları cari açığımızı artırırken, içeride özellikle sanayiye uygulanan rayiçler üretimi ve ihracatımızı olumsuz etkiliyor. Türkiye ekonomisi dünya hasılasından aldığı payı 2000'lerin başından 2013'e kadar yüzde 0,60'tan yüzde 1,24'e kadar yükseltmişken, bu pay son 7-8 yıldır hızla düşerek yüzde 0,8'e kadar geriledi. Türkiye'nin potansiyeline sahip bir ülke için bu gerçekten kabul edilemeyecek bir durumdur.

İzlenen ekonomi politikalarının yarattığı koşullarda gelirler hızla eriyor. Özellikle sabit gelirliler enflasyon baskısını en derinden hissediyor. Kentli, eğitimli orta sınıfların gelirleri de erozyona uğruyor. Unutmayalım ki, orta sınıfı güçlü olmayan bir ülkede demokrasi zayıflar. Eşitsiz gelir dağılımı demokratik sisteme yönelik inancı zedeler.

TÜSİAD Başkanı'nın son cümlesindeki, bugün yok olma noktasına gelmiş orta sınıfla ilgili tespiti çok önemli.

TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan konuşmasında hem iktidara hem muhalefete hitap etti:

İktidardan ve muhalefetten yeni dönem için net ve somut yol haritaları bekliyoruz.

Beklentimiz eski ezberlerin tekrar edilmesi değil; içinde bulunduğumuz çetrefil durumdan nasıl düzlüğe çıkacağımızın ortaya konulması.

TÜSİAD geç de olsa konuşmaya başladı. Çünkü artık ekonomiden demokrasiye sürdürülemez bir duruma gelindi. Bundan sonra Erdoğan'ın 2014 yılındaki azarından sonra olduğu gibi susup çöküşe seyirci mi kalacaklar, yani 'hadlerini mi bilecekler?' Yoksa bu çöküşün altında herkes gibi kendilerinin de kalacağını görüp demokratik haklarını kullanıp eleştirmeye devam mı edecekler? Göreceğiz…

Murat Sabuncu kimdir?

Murat Sabuncu İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360’da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. ü

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. Çıktıktan sonra sekiz ay gazeteyi yönetti.

T24’te köşe yazarlığı yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay’ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini “Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi” adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne’da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.    

Yazarın Diğer Yazıları

Seçimlerden başarılı çıkıp Sancaktepe'de banyoda kalmak…

CHP'nin uzun yıllar sonra elde ettiği seçim başarısı eğer 2028'e giden süreçte kalıcı olsun-artarak büyüsün isteniyorsa, zafer havasından ve hızlı kararlardan uzak durulmalı

AKP-MHP ittifakı Anayasa ve sistemde az tavizli yeni arayışta, Kobani davasında ne oluyor?

Erdoğan da aynen Bahçeli gibi “Parlamenter sisteme dönüş yok ama mevcut sistemin iyileştirilmesine mesai harcanmalı” diyor. İlk kez mi dile getiriliyor bu 'iyileştirme’ konusu? Hayır

17 Nisan Kürt sorununun geleceğine dair işaret verecek, muhalefetin tavrı önemli olacak

Selahattin Demirtaş ve pek çok Kürt siyasetçi, Kürtlere yapılan haksızlıklara itiraz edenler, konuşanlar, yıllardır hapiste ya da hedefte. 31 Mart sonrası muhalefet toplumdan önemli bir destek aldı. Kobani davasının sonucuna iktidardan çok muhalefetin ne diyeceği önemlidir