08 Mayıs 2022

Ortam karışacak, vaziyet alın!

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ arasında başlayan -hadi kibar olalım- atışma, siyasilerden sonra, ülkücü mafya lideri Alaattin Çakıcı’nın da bakana verdiği destekle yeni bir aşamaya geçti. Yarıda kalmış Soylu-Özdağ düellosunda kullanılan dil şimdilik zirvede, ancak siyasette küfür her gün el yükseltiyor. Bakalım bundan sonra zirveyi kim zorlayacak?

Süleyman Soylu: “Ben bu adamı adam yerine ve insan yerine koymam. Bu hayvandan aşağı bir adamdır. Bu kadar basit. Kendisi adam yerine girmeye çalışıyor Soros çocuğudur ve operasyon çocuğudur. İstihbarat elemanı olduğu apaçık bellidir."

Ümit Özdağ: “Süleyman, zerre kadar erkeklik onurun varsa, saat 11.00'de beni kapının önünde bekle. Seni yarın İçişleri Bakanlığı'nın önünde bulacağım oğlum. O zaman göreceğiz. Saat 11.00'de erkeksen orada bekle.”

Ertesi gün, saat 10.44…

Özdağ: “Beni aileme küfretmek senin haddine mi? Korkak herif, korkak Süleyman, çık karşıma, sen don lastiği satarken ben akademide polis kardeşlerime ders veriyordum. Türkiye tarihinin en büyük kriminalisin. Geliyorum Süleyman bekle!”

Yürüyüşün polis tarafından engellenmesinden sonra, saat 11.10…

Özdağ: “Bundan sonra seninle Süleyman bu iş, ikimizden birisi ölene kadar devam edecek. Ya sen özür dilersin ya da bu kavga sonuna kadar devam eder. Ama provokasyonları deneme. Her girişimini ağzına tıkarım.”

Soylu, Özdağ’ın randevusu için ne bakanlığın kapısına çıktı ne de bir açıklama yaptı şu ana kadar. Ama -belki de rastlantı- bu hengâme sırasında bakanlığın kapasında bekleyen bir araç Halk TV muhabirinin dikkatinden kaçmadı. Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı’nın (http://www.asayis.pol.tr/haydi-hayvan-durum-izleme-mobil-uygulamasi) Hayvan Durum İzleme Aracı, İçişleri Bakanlığı’nın kapısının önüne park edilmişti.

Şahtı şahbaz oldu

Çok partili hayata geçiş, ülke siyasetine çok seslilikle birlikte yeni bir dil de kazandırdı. Tek parti dönemi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) “ben söylerim, ne güzel söylerim,” hallerinin yerini yer yer sözlü ve fiziki şiddetin -zorbalık da diyebiliriz- alması da uzun sürmedi. Çok partili dönemin ilk fiziki kavgası, TBMM’nin en uzun süreli üyelerinden Sırrı Atalay’ın bir konuşması nedeniyle çıkar. Atalay yaptığı konuşmada, 1952'de yayınlanan bir makaleye atıfta bulunarak, “Menderes senin de harp senelerinde Yunanlılarla kol kola dolaştığın söylenir,” deyince sözlü olarak başlayan tartışma kısa sürede yumruklu kavgaya dönüşür. 15 Mayıs 1954 muharebesi olarak kayda gecen bu ilk büyük TBMM yumruklaşmasında CHP’liler Demokrat Partililerden (DP) fena halde dayak yerler. Muharebenin bir başka sonucu ise Atalay’ın dokunulmazlığının kaldırılması için verilen önerge olur.

CHP’nin teklik döneminin lükslerinden vazgeçmekte hayli zorlandığı bu dönemde, DP-CHP gerginliği had safhadadır. Buna rağmen TBMM’deki ikinci meydan muharebesi için (meclis dışı açıklamalar hariç tutulursa) aradan dört yıl geçmesi gerekir. TBMM’nin 24 Şubat 1958 tarihli oturumunda, DP Milletvekili Zeki Erataman’ın “Senelerce milletin aziz dinini inkâr edenler...” ifadeleri.

CHP’lilerin sıraların kapaklarını vurarak protesto etmelerine neden olur. CHP’liler, Erataman’ın bir önceki oturumda imam maaşlarının artırılması konusunda yaptığı konuşmada da kendilerine atılan taşlardan mustariptirler zaten. Bazı kaynaklar, CHP’lilerin Erataman’ın burnunu kırdığını iddia etse de en azından TBMM tutanaklarında buna dair bir kayıt yok. Oturuma on dakika ara verilir. On dakika önceki “zat-ı âliniz,” “istirham ederim”lerin yerini, “Utan, utan, sensin dinsiz,” derecesinde bir sertlikte cevap verilir DP sıralarından gelen “bravo”lara.

Marangozluk hatası

27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra, 1965 seçimlerinde TBMM’ye 15 milletvekiliyle TBMM’ye girmeyi başaran Türkiye İşçi Partisi (TİP) bu dönemin kara keçisi olarak yerini aldı. CHP her ne kadar, “bizim bunlarla hiçbir ilişkimiz yok”un altını çizmeye kalksa da TBMM’de çıkan her kavgada TİP’lilerle birlikte Adalet Partili (AP) milletvekillerinden dayak yemekten kurtulamadılar. 60’lı yılların siyaset diline bakıldığında en akılda kalan vaka kuşkusuz TİP milletvekili Çetin Altan’ın TBMM Başkanvekili Ahmet Bilgin’le arasında geçen, AP’lilerin de yer yer katıldığı “marangozluk hatası” diyaloğu.

CHP milletvekilleri tarafından Cumhuriyet Senatosu AP Samsun üyesi Fethi Tevetoğlu'nun yazdığı ve 30 liradan satışa çıkartılan Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler adlı kitabın

Turizm ve Tanıtma Bakanı Nihat Kürşat'ın tanıtım faaliyetleri çerçevesinde satın alınarak milletvekili ve senatörlere dağıtılmasıyla ilgili olarak bakan hakkında gensoru açılmasına dair teklifin görüşülmesi gerçek bir klasik!

CHP grubu adına söz alan Zonguldak milletvekili Bülent Ecevit söz alır. Ecevit kitabı almış, incelemiş ve ayrıntılı notlar çıkarmıştır (tutanaklara bakılırsa tek okuyan da odur zaten). Ecevit’in konuşmasında kitapta, Türkiye'de sosyalist ve komünist faaliyetlerle CHP’nin sıklıkla bir araya getirilmesinden duydukları rahatsızlığı sayfa numaralarını da vererek anlatır. Ecevit, Tevetoğlu’nun kitabını kendisinin dağıtmasının bir sorun olmadığını ancak bakanlık tarafından dağıtılmasının art niyetli olduğu kanısındadır. Ecevit’in konuşmanın en fazla tepki çeken bölümü de budur: “Sayın Başkan, burada iddia edebilirler ki, başlangıçtan itibaren bu kitaba para ödemek söz konusu olmamıştır. Sayın Senatör bunları hibe etmiştir, parasız olarak vermiştir, biz de dağıttık. Mademki bu kitap parasız dağıtılacaktı ve sayın yazar bundan hiçbir maddi karşılık almayacaktı, kitabı niçin Sayın Bakan dağıtmaktadır? Bizim de arkadaşlarımızın hazırladığı muhtelif kitaplar vardır. Acaba sayın bakana bunlardan parasız olarak takdim etsek, yine kendi kartını ve hürmetlerini iliştirerek bunları da sayın meclisin, senatonun üyelerine dağıtacak mıdır?” Burada AP sıralarından “Karl Marks’ın, Nâzım Hikmet'in methiyelerini mi dağıtacaksınız?” sesleri gelir. O zamanlar bunlar büyük hakaret tabii!

CHP’den sonra TİP’in görüşünü açıklamak üzere İstanbul milletvekili Çetin Altan kürsüye çıkar. Altan’ın konuşmaya başlamasıyla birlikte AP ve Güven Partisi sıralarından da protestolar gelmeye başlar. Altan’ın kendisine atılan hiçbir sözü cevapsız bırakmadığını söylemeye gerek yok. Bir süre sonra TBMM Başkanvekili Bilgin salonu susturmaktansa Altan’ı uyarmayı tercih eder. Altan, “Sayın Başkan, aklımı peynir ekmekle yemedim, bana birdenbire ilham vaki olup da böyle konuşmaya başlamadım,” cevabını verdiğinde Bilgin, “Müsaade buyurun, bu ilham sizde zaten çoktan beri vardı; kapitalistler, kompradorlar demediğiniz bir sözünüz yok ki” der ve gerilim böylece doruğa ulaşır.

Konuşması boyunca sürekli sözü kesilen Altan bir noktada Bilgin’i hedef almaktan başka çare göremez. Hacivat-Karagöz tadında uzayıp giden diyaloğun kısaltılmış versiyonu şöyle (uzun versiyon için TBMM tutanakları muhteşem):

Altan: Başkan, zatıâliniz de mi dâhil oldunuz Meclisteki kristalizasyona.

Bilgin: Efendim, bir dakika, şu sözünüzü gürültüden duyamadım... Sayın Çetin Altan’dan rica ediyorum, ne söylediğini bir kere daha tekrar etsin...

(A. P. sıralarından gürültüler, “sözünü tekrar etsin” sesleri.)

Altan: Mecliste bir kristalizasyon oluyor; sermaye çevrelerinin menfaatleri ve halk çevrelerinin menfaatleri yavaş yavaş ayrılıyor. Siz de dedim, onlardan birisine dâhil misiniz? Bilgin: Sen daha anandan doğmadan ben muhalefet yapıyordum, anladın mı sen? Sen anandan daha doğmadan... (Gülüşmeler) Eğer böyle devam edersen bir kelime daha konuşturmam, sözünü keserim, bir kelime daha konuşturmam. Bunu iyi bil…

Altan: Şimdi, bir Fransız İhtilâlcisi der ki, biraz yüksekte bulunmanız bir marangoz hatasıdır... (AP sıralarından şiddetli gürültüler, sıra kapağına vurmalar.)

Bilgin: Sayın Çetin Altan, sözünüzü geri almazsanız sözünüzü keseceğim.

Altan: Biraz yüksekte bulunmanız marangozluk hatası değildir.

Bilgin: Ne dedin?

Altan: Dedim, geri aldık işte, marangoz hatası değildir dedik...

Sadece Altan değil, TİP milletvekillerinin konuşmaları sırasındaki sözlü sataşmalarda en fazla kullanılan sözcük “komünist”tir. Altan’ın biraz bıkkın cevabı da genellikle, “Böyle bir kelime öğrenmişsiniz, bunu şantaj mahiyetinde kullanıyorsunuz... Çetin Altan'a kızdığınız vakit komünist diyorsunuz…” olur.

Küçük Turgut vakası

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra yapılan ilk seçimlerden sonra oluşturulan Meclis’in ilk zamanları hariç tutulursa sözlü ve fiziki kavgaların başlanması çok uzun sürmez. 80’ler denince, Turgut Özal’a özel bir yer açmak gerekiyor. Özal’ın açılışını yaptığı ve bugünün taşlarını da döşeyen siyaset dilinin en seçkin örneklerinden biri kuşkusuz “Küçük Turgut” vakası. 1 Şubat 1989 tarihli gazetelerin tamamının birinci sayfalarındaydı “küçük Turgut”.

Sosyal Demokrat Halkçı Parti Genel Başkanı Erdal İnönü’nün parti grup toplantısında, Özal’ın oğlu Ahmet Özal’a sağladığı avantajları gündeme getirmesi Anavatan Partisi (ANAP) cephesinde epey rahatsızlığa neden olur. Özal, İnönü’nün iddialarını, “siyasetin eski çirkin şeklini almaya başlaması” olarak değerlendirip şöyle devam etmişti konuşmasına: “İnönü bizim Ahmet’le uğraşıyor. Ahmet biraz ağır gelir. Daha ufağı var. Küçük Turgut var. Onunla uğraşsın.”

“Küçük Turgut” gerekli etkiyi yarattıktan sonra Özal bir açıklama yapma gereği daha duydu: “İnönü, eski fizik profesörü. Bizim Ahmet’le uğraşıyor. Geçen gün biraz dalga geçeyim dedim. Ahmet biraz ağır gelir ondan sonra, daha ufağı var, küçük Turgut var, onunla uğraşsın bari. Ama onunla da bir iki sene sonra uğraşması zorlaşır, çünkü bilgisayarla oynuyor. 5 yaşında. Yani bu işler yanlış.”

Geçmişe bakıldığında Türkiye’de siyasetin -dolayısıyla da siyasetçinin- dilini TBMM içi ve dışı diye ikiye ayırmak mümkün. TBMM içinde beyli, bayanlı, rica ederimli cümleler uçuşurken aynı kişilerin dışarıya çıktığında “lan o’lum…” diye başlamasına şaşırmamak elde değil. Adeta Dr. Jekyll and Mr. Hyde vakası. Neyse ki siyasetçiler gittikçe içi dışı bir olmaya başladı da bu ikili hayattan kurtulduk. Ne demişler, “eğreti ata binen tez iner.”

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hile değil, kadim gelenek

Çok partili sistemin ilk seçimi doğru düzgün yapılsaydı, acaba CHP’den iktidarı devralan Demokrat Parti seçim hilelerinde öncülünü taklit etmese, her türlü alavere dalavereyi denemese, bugün farklı bir seçim yaşar mıydık?

Bu kimin gölgesi?

Aynı siyasi gelenekten gelen partilerin ve liderlerinin seçim propaganda dönemindeki durumları çok sıkıntılı. Şöyle ağzını doldura doldura CA-HA-PE zihniyeti demek varken ortak seçmeni küstürmemek için kulağı tersten göstermek zorunda kalmak çekilecek dert değil

Moruk ne zaman öleceksin?

İşsizlik, mülteciler yüzünden, ahlaksızlık, laikler yüzünden, uyuşturucu, yabancı mafya yüzünden tırmanıyor. Hazine de 16 milyon emekli yüzünden meteliğe kurşun atıyor