09 Mart 2024

Abarttığımız özelliklerimiz, hatta hayatımız çoğunlukla tesadüflerin eseri

Hayat bazen küçücük faktörlere bağlı olarak farklı bir raya giriveriyor ve o andan sonraki yolculuğumuz çok değişiyor

Orhan Veli, sevdiğim şiirlerinden birinde "Her şey birdenbire oldu / Kız birdenbire, oğlan birdenbire / Yollar, kırlar, kediler, insanlar / Aşk birdenbire oldu / Sevinç birdenbire" diyordu.

Buradaki "birdenbire" kelimesinden aniden, ansızın anlamının yanı sıra "tesadüf"ün de kokusu yayılıyor gibidir.

En son izlediğim Hayatla Barış filminden sonra (çocukluğunda geçirdiği trafik kazası sonucu bir bacağını kaybeden Barış Telli'nin sportif başarılarını anlatıyor) aklıma geldi bu birdenbire yaşanan tesadüflerin hayatımızın gidişini belirlemesi konusu.

O gün Barış topun peşinden koşarken yola birkaç saniye daha erken ya da geç çıksaydı ve o minibüsün altında kalmasaydı ne olurdu?

Bunu bilemeyiz.

Ben de vaktiyle birilerinin öldüğü trafik kazasından sağ kurtulmuştum. Ya o zaman ölenlerin yerinde oturmuş olsaydım?

Ya da 1 Mayıs 1977'da Taksim'de üzerimize yağan kurşunlardan birinin açısı bana uğrasaydı?

Bilemeyiz.

"Her şey birdenbire" olur bazen hayatımızda…

* * *

Türkçeye Rastlantının Böylesi adıyla çevrilen Sliding Doors (1998), bu açıdan çok ilginç bir filmdir.

Londra'da yaşayan halkla ilişkiler uzmanı Helen (Gwyneth Paltrow) o gün evine dönerken birkaç saniye farkla treni kaçırır. Bu tesadüfün gerçekleşmesi ve gerçekleşmemesi filmin devamında paralel iki gerçeklik olarak sergilenir.

Metroya zamanında ulaşan kadın evine erken gelir ve kocasını başka bir kadınla yakalar. Diğeri trafikte gecikerek eve ulaştığında her şey yolunda görünür... Buna bağlı olarak olumlu ve olumsuz gelişmelerle, bazen sürprizlerle dolu bambaşka iki hayat sergilenir filmde.

Bir de 1987 Polonya yapımı Kör Talih (orijinali Przypadek) adında bir film vardı. Orada da trenin arkasından koşan Witek'in hayatının ondan sonraki bölümü, üç farklı seçeneğe göre ele alınıyordu.

Hayat bazen küçücük faktörlere bağlı olarak farklı bir raya giriveriyor ve o andan sonraki yolculuğumuz çok değişiyor.

Romantik duygularınızı incitmek istemem ama âşık olduğunuz ve/veya evlendiğiniz kişi, "hayatınızın kadını/erkeği" bile öylesine tesadüflere bağlıdır ki.

* * *

Hızımı alamadan hayatınıza, daha doğrusu hayatınızdaki bazı önemli tesadüflere biraz daha hoyratça müdahale etsem bana kızar mısınız acaba? Kızmayın, tansiyonunuz yükselmeden "böyle saçma şeyleri" okumayı bırakın yeter.

Hani pek çoğunuz ait olduğunuz ırkla, milletle, dinle, mezheple, şehirle falan övünmeye meraklısınız ya…

Sadece merakla kalsanız iyi, diğerlerine (diğer ırklara, milletlere, dinlere vs.) savaş açmaya, ölüp öldürmeye teşnesiniz bazen. En azından buna kolay ikna edilebilirsiniz...

Siyasiler, çoğu zaman da iktidarlar bu "hassasiyetleriniz" üzerinden sizi istediği gibi kullanabilir…

Size bir sorum var: Nasıl siz oldunuz? Yani nasıl (mesela) Türk, Müslüman, Sünni falan oldunuz?

Nasıl bir çaba ve emek harcadınız "sizin ırktan" veya "sizin şehirden" olmak için?

Hiç yorulmayın, ben söyleyeyim: Hiçbir çabanız ve emeğiniz olmadı.

Çünkü bütün bu aidiyetleriniz sadece "tesadüf" sonucudur; yani "her şey birdenbire oldu", anlayacağınız.

* * *

Söz gelimi, iyi bir mühendis veya doktor ya da marangoz olsaydınız, bu sizin yıllarca süren sistematik çabalarınızı gösterirdi. Övünmekte haklı olurdunuz.

Ama böyle durup dururken kendi göğsüne kibirli yumruklar indirerek şahane köklerinizle dünyaya meydana okumak...

Kusura bakmayın…

Milliyetçilik, bayrak, ezan ve başka kutsal değerlerinize saygısızlık etmek değil niyetim.

Sadece tesadüflere dikkat çekiyorum ben. Çin'de, Kenya'da, Şili'de veya Finlandiya'da doğmuş olabilirdiniz. O zaman da muhtemelen oraların en üstün yerler, üstün milletler falan olduğunu savunacak, diğerlerine tepeden bakacaktınız.

İnsan doğuştan kazandığı özelliklerle neden övünür durup dururken?

Bunlar bilinçli seçimler değil.

Övünecek bir şey yok ki bunda.

Utanacak bir şey de yok.

Burada doğmuşsun… Ailen, akrabaların, toplumun… Sana "rastgelen" bunlar işte…

Tesadüf...

* * *

Bizde güzel bir söz var: "Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış."

Evet, öyledir. Hepimiz, ya da hemen hemen hepimiz kendi aklımızı, kendi özelliklerimizi, kararlarımızı, tercihlerimizi savunmaya bayılırız.

Egolarımız büyüktür; hele bizim coğrafyamızda, o-ho-hoooo…

Ha bu arada "coğrafya kaderdir" saptamasını kullanmanın da sırası galiba.

Velhasıl, siz siz olun, hiçbir şeyi abartmayın!

Ne nereli olduğunuzu, ne memleketinizi, ne "hayatınızın aşkını"

Nasıl derler, bazı şeyler de (elbette her şey değil) kader-kısmet.

Söylemesi ayıp, her birimiz "o anda" milyonlarca diğer spermle yarışıp birinci geldik de doğduk.

Bunun ne kadarı "emek-çaba" ne kadarı "tesadüf" bunu da bir ara düşünün.

Ama madem birinci geldik, ötekilerden daha iyi, daha akıllı olmamız lazım.

Akıllılar da övünmekten ziyade hayatlarına eleştirel bakabilen ve kendini geliştiren insanlardır genellikle.

Değiştirebileceğimiz ve daha iyi bir hale getirebileceğimiz şeyler ile hayatta bize zorunlu olarak sunulan özelliklerin, karşılaştığımız ihtimallerin ve tesadüflerin farkını ayırt edebilmeliyiz.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar