17 Şubat 2024

Türkiye'de kaç tane "sayın" insan var, say say biter mi?

Türkler gerçekten ilginç. Önce "Ali Bey" diye araya mesafe koyup sonra anında o mesafenin bir kısmını geri alabiliyorlar: "Ali Beyciğim"…

Ortalık aday adayı doluydu.

Aday adayı…

Kulağa garip geliyor. Suyunun suyu gibi.

Neyse ki yaşanan polemiklerle bazen İlkel Taş Devri'nden sadece bir-iki tık ilerde olduğumuzu düşündüren "aday adaylığı dönemi" tamamlanıyor.

Sonrası Cilalı Adaylık Dönemi.

Kaç "yüce mevki" için aramızda kaç aday var acaba?

Vallahi bilmiyorum ama bana milyonlarca gibi geliyor.

81 il ve 922 ilçe, bunu anladık. Ama bununla bitmiyor ki…

Büyükşehir belediye başkanlarından belediye meclisleri üyelerine, il genel meclisi üyelerinden muhtarlara ve ihtiyar heyetlerine kadar…

Anlayacağınız 85 milyonun "en hırslı ve aktif kesimi" her yerde…

Zaman zaman kim daha fazla, anlamakta güçlük çekiyorum: Biz sıradan vatandaşlar mı; yoksa bir yerlere aday olan, adaylık için her şeyi yapan, aday olamazsa kazan kaldıran, bir anda siyasi ve ahlaki ilkeleri hatırlayan, küfür ve tehdit eden veya bir köşede sessizce ağlayan "dünya kadar" insan mı…

* * *

Yine de kıskanmayalım, herkes aday olamaz.

Aday önemli. Biz seçmenlere yalancıktan gülümsüyor ama tepemizden baktığı çok aşikâr.

Onun için haddimizi bilip hürmette kusur etmemek için onların her birine "Sayın aday" diyelim.

Zaten Türkiye ikiye ayrılır: Sayın olanlar ve olmayanlar.

Sayın, saygıyı hak eden anlamına gelir. Eskilerin deyişiyle, "muhterem".

Aslında güzel sözler bunlar.

Sayın, sanırım dile özen gösteren eski başbakanlardan Bülent Ecevit döneminde yaygınlaşan kelimelerden biri.

Ama bizim memleket öyle acayip ki…

Bizlere özgü kavga gürültü alışkanlığı içinde bu saygın kelime, bazen ağızlardan küfür gibi çıkıyor.

Sayın diye başlayan cümlelerin çoğu, zehir zemberek devam ediyor.

"Sayın milletvekili malı götürüyor" cümlesindeki saygı unsurunu bulmak meraklısının işi olsun.

Bazen hitaplar, yasalardan çok geleneklerin ve alışkanlıkların dişlilerine takılabiliyor. Yazdığımız mektubun postacıya yönelik zarfına bile "sayın" diye yazmamız dayatılıyor. Gönderilen kişi arkadaşımız da olsa, ele güne karşı cimri görünmemek için bir "sayın" tüketmemiz gerekiyor.

* * *

Hitap konusu mühim tabii. Bazen duyguları belli etmeye yarıyor.

Mesela, aydın ve sol kesimlerin pek sevdiği bir kelime var: Sevgili.

Hayır, sevgiliniz yavuklunuz anlamında değil. "Sevgili arkadaşım", "sevgili dostlar" vb. anlamında…

Bazen bakıyorum, çok yapay biçimde söyleniyor bu kelime.

"Sevgili Hüseyin, sana şunu söylemek istiyorum."

Hımm, anlayın bakalım, gerçekten "sevgili" misiniz, değil mi?

Hatta bazen sinirleri zor zapt ederek telaffuz edildiği oluyor:

"Sevgili Zeynep, bir türlü anlamıyorsun beni!"

Zaman zaman "değerli" sıfatı da yerli yersiz kulağımıza çarpabiliyor.

Samimiyet sınırını geçen ya da geçebileceğini düşünenler başka hitapları kullanabiliyor:

"Hasancığım" (ya da "Hasancım")… (Kesme işareti, daha havalı söylenişiyle "apostrof" kullanmalı mı, kullanmamalı mı, o da sizin insafınıza kalmış.)

Biz sıcak bir halkız, daha da samimi olalım mı?

Canım, ciğerim, kalbim (barsağım değil ama) falan gibi…

Ya da meleğim, ceylanım, aslanım (yılanım ya da sansarım olmaz tabii)…

Ruslarda bu tür samimi hitaplar aşırı derecede sık kullanılır: Kadın "tavşancım, kediciğim" diye seslenir, bir bakarsın arkasından gelen adam 2 metre ve 150 kilo!..

Onlarda isimlerin sevimli ve samimi hale getirilişi de çok yaygındır:

Natalya yerine Nataşa, İrina yerine İra denir, örneğin. Çoğu kez isim kısaltılarak. Ama bazen "sevimlileşen" isim kısalmaz, tersine uzar. Söz gelimi, Andrey olur sana Andryuşa. Zaman zaman ilk isim tanınmaz hale gelir: Aleksandr Saşa oluverir, mesela.

Türkçe benzeri çoğu kez -cik eki almış gibidir. Ayşecik, Ömercik gibi…

Bu bizde Ruslara göre çok daha az. Örneğin, Fatma Fatoş, Abdullah Apo, Mehmet Memo olabiliyor.

* * *

Bir de siyasi ve ideolojik olarak sahiplenilmiş kelimeler var. Mesela, "yoldaş" kelimesi komünistlere ait görünür.

Rus diline giren Türk kökenli kelimelerden biri olan "tovariş" (yoldaş), SSCB'nin dağılmasından sonra biraz demode oldu. Eskiden herkesin ağzındayken artık sadece komünistlere ve ordu komutanlarına terk edildi.

Bakıyorum da bazen Rus televizyonlarındaki açık oturumlarda katılımcılardan biri komünistse, ötekilere "yoldaş" diye hitap ediyor; onlar da hemen kendilerini bu hitabın ağır yükünden kurtaracak açıklamalar yapmaya girişiyorlar.

Kosmosun Kardeşliği Adına şiirinde, "Yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz... Söze bu sözle başlayacak biliyorum, tovariş diyecek" diyen Nâzım Hikmet haksız çıktı. Komünizmle beraber "yoldaşlık" da irtifa kaybetti.

Bizde ise komünistlerin sahiplendiği "yoldaş" kelimesi yıllar boyu ancak illegal görüşmelerde kullanılabildi. İçeri atılmanın gerekçelerinden biri olabilirdi böyle tehlikeli bir hitap.

Ama ona benzeyen "yol arkadaşı" ve "hayat arkadaşı" gibi kelimeler günahsız ve güzel kabul edilegeldi.

* * *

Başka ve çok garip hitaplar da var Ruslarda. Mesela, bazen birbirini tanımayan insanlar, dikkat çekmek için ("bakar mısınız" anlamında), "kadın" veya "(genç) kız" ya da "erkek", "(genç) erkek", yani "delikanlı" diye seslenebiliyor (bizde bunlardan sadece "delikanlı" var).

Bizim memlekette yaygın olan genellikle "hanım" ("bey") ve "hanımefendi" ("beyefendi") hitapları.

Kime nasıl hitap etsek? Bu, göründüğü kadar kolay bir konu değil.

Türkler gerçekten ilginç. Bakıyorum, önce "Ali Bey" diye araya mesafe koyup sonra anında o mesafenin bir kısmını geri alabiliyorlar: "Ali Beyciğim"

Anlaşılmaz kaygılardan dolayı, aynı şirkette çalışanların ilginç anlaşmalar yaptığına tanık olmuşumdur:

"Bak, kendi aramızda senli-benli olabiliriz. Ama başkalarının yanında bey diyelim. Mesafeli ve saygılı görünmek lazım!.."

Sovyet lider Brejnev'in kimden geldiğini bilmediği telefonları açarken bile kendini "Ben sevgili Leonid İlyiç" diye tanıttığı söylenir. Onu öylesine inandırmışlar herkesin "sevgili Leonid İlyiçi" olduğuna...

Bir de tabii, kimin, merdivenin hangi basamağında durduğunu iyi saptamak gerekiyor.

Bizde herkes kapıcısına "Efendi" diyor. Bir kez de "Beyefendi" desen adam dönüp bakmaz bile.

Ama iş insanına da "Efendi" denmez. (Neden acaba? İş insanlığı efendilikle bağdaşmaz mı ki?) Hiyerarşiye dikkat etmek şart!

Orhan Veli'nin dediği gibi:

"Kimimiz Ahmet Bey,

Kimimiz Ahmet Efendi;

Ya Ahmet Ağayla Ahmet Beyfendi?"

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...

Sahi, şu anda kim iktidar kim muhalefet?

En son ne zaman o farklı insanlardan tek bir tanesini kazanmayı başarabildiniz?

Ne şarkılara pranga vurulabilir ne de anılara

Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de bir görüntü aniden insanın içini sızlatır, canını yakar