23 Nisan 2024

İktidar için cinayete göz yumuyor

Erdoğan rejimi, yargı konusunda geçmişte Fetullahçılara yakasını kaptırmıştı, sonucunu hep birlikte izlemiştik. Bu yeni filmde Erdoğan başrolü kiminle paylaştığının farkında mı?

Sinan Ateş

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş, 30 Aralık 2022 günü, Türkiye'nin başkenti Ankara'nın göbeğinde planlı bir cinayete kurban gitti.

2024 yılının Nisan ayının son haftasında olduğumuza göre cinayetin üzerinden 1 yıl dört ay geçmiş.

Cinayette kullanılan tetikçi yakalandı. Cinayeti organize edenlerin de aralarında bulunduğu 22 kişi tutuklandı ki bunların arasında Özel Harekât'ta görevli üç polis de var.

Ülkü Ocakları'nın eski yöneticilerinden tutuklu sanık Tolgahan Demirbaş'ın telefonundan kurtarılan bilgiler, Sinan Ateş'in takip edilerek yerinin bulunması talimatının Ülkü Ocakları Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım tarafından verildiğini gösteriyordu.

Bilirkişinin bu tespitine rağmen Ahmet Yiğit Yıldırım'ın ifadesi bile alınmış değil.

Sosyal medyada paylaştığı bir mesaj nedeniyle "delilleri karartabilir" diye insanları tutuklayan mahkemelerin ve savcıların ülkesinde oluyor bu.

Aradan geçen bu uzun zaman içinde olay ile ilgili iddianame de yazılamadı.

Ulaşılan her yeni delil ve olası şüpheli, soruşturmanın derinleştirilmesi sonucunu doğurmadığı gibi soruşturmayı yürüten savcıların değiştirilmesine yol açtı.

Çok açık görülüyor ki bu siyasi cinayetin çözülmesi, cinayeti azmettirenlerin, planlayıp, uygulayanların cezalandırılması istenmiyor.

Bir ülkede, bir siyasi cinayet örtbas edilmek isteniyorsa, bu istek kaçınılmaz bir şekilde siyasi iktidardan kaynaklanıyordur.

Siyasi otorite böyle bir cinayetin soruşturulup, sorumlularının ortaya çıkarılmasını istemiyorsa bir tek şey düşünebiliriz: İktidar, bu cinayetin örtbas edilmesinden bir yarar bekliyordur.

Siyasi gücünü koruyabilmek için siyasi cinayetleri örtbas etmeye yönelen iktidarların yönetimindeki ülkelerde hiç kimse güvende değildir.

Özellikle de muhalefet çevreleri, gazeteciler, sivil hak savunucuları siyasi iktidarın tehdidi altında demektir.

Silahlı bir tehdit hem de!

Erdoğan rejiminin çıkarları için hukukun eğilip bükülmesine, mahkeme kararlarına müdahale edilmesine ya da kararlarının uygulanmamasına alıştık sayılır.

Sinan Ateş cinayetiyle birlikte rejimin el yükselttiğini mi söylemeliyiz?

Hukuka güvenemeyeceğimiz gibi can güvenliğimizin korunacağına da güvenemeyiz.

Erdoğan, gelecekte iktidarı döneminde siyasi cinayetlere göz yuman bir yönetici olarak mı hatırlanmak istiyor?

Yoksa bu siyasi cinayeti örtbas girişimi, yargı içindeki güç çatışmasının bir sonucu mu?

Yargıtay'da başkanlık seçimini bloke eden siyasi güç gösterisi, cinayetin soruşturulmasında böyle mi tecelli ediyor?

Erdoğan rejimi, yargı konusunda geçmişte Fetullahçılara yakasını kaptırmıştı, sonucunu hep birlikte izlemiştik.

Bu yeni filmde Erdoğan başrolü kiminle paylaştığının farkında mı?

* * *

Birlikte eğlenmeyi başaran bir kent

Böyle bir ortak eğlenceye bütün Türkiye'nin ihtiyacı var. Belediye Başkanlarına Adana örneğini ve başarısının nedenlerini incelemelerini öneririm

Renklerin insanların duyguları üzerinde etkisi olduğunu duymuşluğum var ama geçtiğimiz hafta sonunda Adana'da yaşananlara tanık olana kadar bunun kendi üzerimdeki etkisi ile ilgili bir fikrim yoktu.

Artık şunu biliyorum ki turunç rengi içimde neşe ve sevinç duygularını harekete geçiriyor.

Hafta sonunda Adana'da Portakal Çiçeği Karnavalı vardı.

Sokaklarda yaşanan her karnavalda olduğu gibi Adana'da da bir geçit töreni yapılıyor.

Kent adeta turuncuya boyanmış gibiydi. Birçok kişi turuncu giysiler giymişti. Kadınların başlarında turuncu taçlar ya da portakal çiçeğinden süsler vardı. Çocuklar mutluluktan çıldırmış gibiydiler. İnsanların yarattığı bir turuncu denizin içinden geçen karnaval kortejindeki araçlardan birindeydim.

Karnaval kortejinin geçtiği cadde ve sokakları dolduran Adanalıları izlerken hep beraber eğlenmeyi başarabilen bir kent diye düşündüm.

Sadece Adanalılar değil, caddelere, sokaklara park etmiş otobüslerin plakalarına dikkat ettim.

Festivalleri, ortak eğlenceleri yasaklayan valileri hatırladım.

Kendi kentlerinde eğlenceye aç insanların Adana'ya koştuklarına tanık oldum.

Ülkemizde insanları kılıklarına göre kategorize etmek gibi bir hastalığımız var.

Kılıklarına bakarak o sokakları dolduranların yarısını "modern" diye tanımlayacaksanız, diğer yarısını da rahatlıkla "muhafazakâr" diye tanımlayabilirsiniz.

Adana, hepsini bir ortak duygunun ve neşenin etrafında birleştirmeyi başaran bir kent olmuş.

"Seçimi neden kaybettik" diye düşünen AKP yöneticilerinin bu sosyolojiyi hiç hesaba katmadıklarına eminim.

Bu yıl Portakal Çiçeği Karnavalı, Kültür Yolu Festivalleri kapsamında da yer aldı. Kültür ve sanat etkinlikleri ile de öne çıktı.

12 yıl önce bir hayal kurarak yola çıkan ve "her şeyi başlatan adam" diye tanımlayabileceğim Toyota Türkiye CEO'su Ali Haydar Bozkurt, "Karnavalın 12. yılında yüzbinlerce insan bu güzel kentte buluştu ve birlikte eğlendi, buna ihtiyacımız vardı ve hepimize iyi geldi" diye anlatıyor.

Bozkurt, hayal edebilen ve hayalinin peşinde koşabilen bir tek insanın bile birçok şeyi değiştirebileceğinin canlı örneği.

Böyle bir ortak eğlenceye bütün Türkiye'nin ihtiyacı var. Belediye Başkanlarına Adana örneğini ve başarısının nedenlerini incelemelerini öneririm.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım

Artık ne istediğini açıkça söylemeli

Cumhurbaşkanı'nı seçtik ve memleketi düzgünce yönetsin, haklarımızı korusun diye emrine ne istediyse verdik... Ve şimdi o da elinde bunca imkân varken çıkmış, "1 Mayıs'ı propaganda aracına dönüştürmek isteyen terör örgütlerine istismar zemini hazırlanmamalıdır" diyor. Terör örgütlerinin faaliyetlerini önleyebilmesi için bütün bir kenti evine hapsetmesi gerekiyormuş demek ki!

Sokaktan ödü kopan bir rejim

Hem 12 Eylül Anayasa'sını değiştirmekten söz ediyor hem de Taksim'deki 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili 12 Eylül yasaklarından medet umuyor. Oysa otokrasileri yıkan şey, kitlelerin toplantıları, protestoları değil; baskıcı liderlerin asıl korkmaları gerekenler, kendi yönetsel gruplarının içindeki hırslı tipler. Yani önce Saray koridorlarına, sonra Devlet Bey'e dikkat etmelisiniz Tayyip Bey...