24 Ocak 2018

50. yıl dönümünde tarihin en radikal devrimi: 68

Etnik, dinsel azınlıklar, LGBT bireyleri artık topluca alanlarda kimlikleriyle haykırıyorlar...

2018 yılı özel bir anlam taşıyor. Öncülü ardılı olmamış; benzemezliği ve beklenmezliği ile güncelliği hiç aşınmamış 68 devriminin 50. yıl dönümü. Hem yazılacak hem de konuşacak o kadar çok mevzuyu bağrında taşıyor ki; bu yılı tamamen 68 devrimine hasretsek bile bitmez, ama biz yine de başlayalım.

Türkiye' de de dünyada da ortalık toz duman. Burada teker teker saymayayım. T24 okurları zaten vakıf yaşananlara, tanık olunanlara. Her kıtada her ülkede insanı mutsuz eden ve iyimserlikten adım adım uzaklaştıran olaylar durulmuyor; devletler ve egemen sistemin sürekli ürettiği bu kaos sınır tanımıyor.

Ajit-prop bir dille, lüzumsuz ajite edici söylemin marjinal bir niceliğin nabzına şerbet vermenin ötesinde bir yararının, anlamının olmayacağı, aşikâr. Bunu öğreneli çok oldu. Ama dünyada bu hengameden azade yaşayan, çok çok küçük bir azınlık dışında kaosun müsebbibi olmadığı halde, insanlık, tüm canlılarla birlikte, cansız kültür varlıklarının tahribatını da hesaba katarsak ki katalım,  en ağır ve telafi edilemez bedeller ödemekler mükellef kılınıyor.

Gecenin en koyu karanlığı şafağa en yakın vaktidir. Diyalektik optikten bakınca, tıpkı bir termal kamera gibi başka gelişmeler, hareketler görülebiliyor. Öyleyse bakalım:

Yerkürenin her yerinden ekoloji ve kadın isyanları; devletlerin totaliter politikaları ve uygulamalarına başkaldırıları yepyeni mücadele dinamikleri halinde kesintisiz bir süreklilikle devam ediyor. Etnik, dinsel azınlıklar, LGBT bireyleri artık topluca alanlarda kimlikleriyle haykırıyorlar. Toplumun iki yüzlü egemen ahlakını sorguluyorlar; teşhir ediyorlar. Yoksullar, işsizler, sanatçılar, doğrudan kapitalizmin kendisini sorguluyorlar. Kitlelere bilinç taşıma misyonuna gerek kalmıyor; önderliklere de ihtiyaç duyulmuyor. Militan örgütleyiciler de gerekmiyor artık.

Yani 19.yy mücadele araç ve aygıtları; söylem, muhakeme, eylem anlayışı da tam manasıyla mazideki yerini alırken, internet ve teknolojideki olağanüstü gelişmeler yepyeni imkânlar sunuyor.

Kır - kent antagonizması eriyor; 19. ve 20. yüzyıllardaki büyük devrimlerin en aksayan yanları, köylü nüfusun toplumlardaki çoğunluğu teşkil etmesinden ötürüydü. Bolşevik Devrimi de dahil. 1917’de Rusya toplumunun yüzde 70’i köylülerden müteşekkildi. İlkel bir hayat; geri üretim ilişkileri, koyu muhafazakârlık, kent kültürü karşısında yaşanan yabancılaşma, cehalet devrimin dönüştürücü atılımlarına sürekli fren yaptıran bir olguydu.

21. yüzyılın ilk çeyreğinde kır - kent kadim ayrışmışlığı bu sayede ortadan kalkıyor. 68; kentin, kentlilerin devrimci kalkışmasıydı. Şimdi artık dünya nüfusunda kentlerde yaşayanlar hemen hemen her ülkede kır nüfusunu geçti. Tüketim normları, hayat tarzları, yaşamı anlamlandırma saikleri kırın kente yaklaştığını imliyor.

68 kısaca değindiğim ve daha eklenebilecek  başka etkenler ve gelişmelerin prizmasında esin ışıltıları saçıyor, güçlü hüzmeleriyle uzakları aydınlatarak. 

Küreselleşen sermaye nasıl ki artık bir merkezi olmaksızın gezinen bulut gibiyse, kapitalizme karşı hareketler de de-santralize ama aynı zamanda benzeşen duyarlık ile şekillenen ortak bir irade ve ruh halinde enternasyonalist bir dayanışma mecrasına yöneliyor. Rizom ya da köksap halinde bir oluşum ve yöneliş de diyebiliriz.

Bir bakış açısına göreyse “devrim gündemden gitgide uzaklaşıyor.”

İktidar odaklı bu görüşün hiçbir yanıyla hemfikir değilim. Çünkü  perspektifinde iktidarı fethetmenin yegane ölçüt olduğu bir görüştür. Ben tam aksi fikirdeyim; ne devlet ne de iktidar talebi olmayan aynı zamanda bu kavramları tarihte en radikal ve tam karşıt görüşlerle eleştirip lüzumsuz bulan 68 devrimi, ivmesi tıpkı 67 yılındaki gibi artarak, sürüyor. Doğal olarak iktidar / devlet mercekli bakanlar şunu diyebilirler: Dünya da neo-liberalizm egemen durumda. Reformist – parlamenter sol partiler bile bu egemenliğin geniş ve yaygın etkisiyle birçok yanlarıyla liberalizmin kuramsal ve ekonomik postulalarına, politikalarına bakarak kendilerini budayıp liberal demokrasiye ram olmuşken '' 68 – Devrim...'' realiteyle ilgisiz bir hayalperestlik değil de nedir?

Aynen öyle; “şecaat arzederken merdikıpti sirkatin söyler” buna denir. Zira tam da hayalperest olmakla ve realiteye de reel olana da reddiye noktasında başlar, rizom - köksap devinimini görebilmek.

68, en etkili niteliklerine yeniden kavuşarak doğrudan kapitalizme küresel karşı çıkışın dinamik odaklarını buluşturuyor; enternasyonalizm, çok renklilik, çok seslilik, anti-otoriter, anti-totaliter, hiyerarşi tanımayan, teorilerdeki dogmalara hiç itibar etmeyen, radikal ajitatörlere, profesyonel devrimci militanlara gereksinim üretmeyen, tezcanlı, talepkâr yerel ölçekli kalkışmalar evrensel bir potada kapitalizmi ürkütüyor.

Klasik manada bir devrimci durum sayılmaz belki; ama artık ne yönetenler eskisi gibi yönetebiliyor ne de yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istiyorlar. Bunun yanı sıra verili kimliklere, toplumsal işbölümünün hiyerarşik yapılarına ve yaşam biçimlerine hapsolmuşluktan, dayatılan seçeneklerle yetinilmesini vaz eden ideolojilerin sağladığı egemen ideolojiye rızalarını geri çekiyorlar. Neo-liberal iideolojinin kapitalizmin bekasına yönelik, kırk yıllık hegemonik mücadelesinin oluşturduğu küresel konsensus çatırdıyor.

Ortodoks bakış, özne sorunsalında kitlendi kaldı; artık devrimin öznesi, devrimi isteyen, katkı veren, çabalayan herkestir. Mutasavver proletarya başı çekmiyor diye bu kalkışmaların devrimci tözünü görememenin, kabul edilebilir bir yanı olamaz.

Biz yıkmazsak kapitalizm yıkılmaz, düşüncesi yaygınlaşmaya başladı ki, bir partinin bir örgütün mücadelesine havale edip edilgenlik içinde kendi kozasında ya da kristal küresinde seyretme faslı geçiliyor.

Dünyadaki büyük ve orta sermayenin; örgütlenmiş biçimi olan devletlerin ve ideologlarının bir Bolşevik Devrimi’nin tekrarlanmasından değil en fazla mayıs 68 başkaldırısının nüksetmesinden çekinip korktukları artık sır değil.

Haklılar; çünkü artık ne Lenin ne de Bolşevikler bir daha olmayacak; 10 bin kilomerelik uzun yürüyüş ve Mao' da öyle...

Ama Mayıs 68 de başlayan kültürel devrim, politik devrimle tamamlanarak kapitalizmi tarihin nekropolüne defnedecek küresel bir müjde özelliğini aynı dinamizm ve tazelikle koruyor. Toplumsal hayatın tepesindeki üst iktidarı değil alt ve minimal ölçekli fakat iktidarı besleyen ve varlığının dayanağı olan mikro iktidar odaklarını ideolojik işlevini marjinalleştirip özsu kanallarını baltalıyor. Totaliterizmi üreten, otorite fetişizmiyle insanlığı musallat eden kılcal damarları kurutuyor.

Doğaldır; 68 bir hayaldi ve mazide kaldı kötümserliği, bu ve bundan sonraki yazılarımda işleyeceğim görüşlerimi duygusal – romantik bulabilir. 68' le duygusal bağım tabii ki çok güçlüdür; her devrim romantizm üretir. Bundan önceki son üç yazımda 1917 Ekim - Bolşevik devriminin işte o romantik yanını serimlemeye çalıştım. Somut örnekler ve olgularla. Devrim mücadelesi içerisinde akıl ve iradenin zirvesinin adıdır Bolşevik hareket. Adı anılan Bolşevik önderler, militanlar romantizme, duygusallığa hiç prim vermediler. Ama hareketin bütünü, başarısı öyküsü romantizmin ta kendisiydi. Kamo' yu anlatmıştım ki, yaşamı insanda duygusallığın benzinle harlanmasına vesile oluyor. Duygusallıktan, romantizmden tedirgin olmaya da endişelenmeye da gerek yok. Çünkü bu mücadele şiir, resim, müzikle hem vitaminini alır hem de kendisi vitamin olur.

İlkin aşağıdaki anlayışla hesaplaşacağım. 68' i anlatarak, eleştirerek, tartışarak diğer devrimlerle karşılaştırarak yapacağım.

Ve ayın 29’unda Paris’te gerçekleşen dev bir gösteriyle durum giderek “aşırı olgun” hale gelmişti. Çok sonraları hükümet görevlileri, o günlerde birkaç saatten fazla ömürleri kalmadığına inandıklarını itiraf edeceklerdi. Bu gösteri sırasında doğru dürüst bir önderlik var olsaydı Elysee Sarayı zaptedilerek iktidar ele geçirilebilirdi. Maalesef böyle bir önderlik yoktu.

68 devrimine giriş yazımda ilk evvela şunu belirtmek borcumdur:

Büyük insanlık idealleri uğruna savaşan, halen hayatta olan, şimdi artık yaşamayan sevgili 68 militanlarını en derin saygıyla yad ediyorum.

Denizi' de, Rudi' yi de; Leyla Halid' i de, Angela Davis' i de; Ulrike Meinhof' u da, Gudrun Ensslin' i de; Sabahattin Kurt' u da, Steve Bantu Biko' yu da; Brigitte  Mohnhaupt' u da İlkay Demir' i de sevgiyle, bağlılıkla anıyorum.

68 sürüyor, ben de devam edeceğim...

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...