30 Ekim 2023

Nice yüzyıllara

Cumhuriyet statik bir yapı, değişmez bir statüko değil; sürekli yenilenme, ilerleme sürecidir. Durağan değil, devingendir. Atatürk ömrü boyunca kendini sürekli aşa aşa geliştirmiş bir aydın, bir asker, bir siyasetçi idi

*Bu yazı, Ankara Politikalar Merkezi (APM) adına kaleme alınmıştır. APM, emekli diplomatlar, akademisyenler ve gazetecilerden oluşan tarafsız bir düşünce kuruluşudur. Cumhuriyetin entelektüel bir kalesidir. Dar olanaklarla önemli işler yapmaktadır. İzleyin.

“Korkma” sözcüğüyle başlar İstiklâl Marşımız. Yersiz değildir ulusa bu şekilde seslenilmesi. İmparatorluk onyıllarca Avrupa’nın hasta adamı olarak yaşadıktan sonra girdiği Dünya Savaşı’nda da yenilmiş, altta kalmıştır. Ülke işgal edilmiş, parçalara bölünmüş, İstanbul’daki yönetim kukla konumuna indirgenmiştir. Bir karabasan yaşanmaktadır. Ulus yok edilme sürecine itilmiştir. Padişah ve çevresi, İstanbul’daki bir takım yüreksiz aydınlar, bürokratlar korkmakta, işgalcilerin suyuna giderlerse belki ayakta kalabileceklerini düşünmektedirler.

Buna karşılık, Mustafa Kemal ve onun kadar korkusuz arkadaşları Kurtuluş Savaşı'nı başlatırlar, “Ya İstiklâl ya ölüm!” haykırışıyla. Dünya Savaşı'nda yenilen diğer ülkelerin hiçbirinde kurtuluş savaşı verilememiştir. Üstelik bizim Kurtuluş Savaşımız da herhangi bir savaş, toprak ya da yönetimi geri alma çabası olmamıştır. Bizim Kurtuluş Savaşımız ölüm kalım mücadelesi olmuştur. Ancak özgürlüğü her şeyden üstün tutan korkusuz insanların kazanabilecekleri bir mücadele, kanla yazılan bir epik destandı Kurtuluş Savaşımız.

Biri dış, diğeri iç olmak üzere iki boyutu vardır Kurtuluş Savaşımızın. Dış boyut ülkenin işgalden arındırılması, bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün dünyaya kabul ettirilmesidir. Alanda kazanılan savaş, Lozan’da diplomatik zaferle taçlandırılmış, yeni ve bengi Türkiye dünya sahnesine çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı'nın iç boyutu yönetimin saraydan halka devredilmesi sürecidir. Kurtuluş Savaşı aynı zamanda kuruluş savaşı olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve ona bağlı hükümet kurulmuş, 1921 Anayasası kabul edilmiştir:

“Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” (Madde 1)

Kurtuluş Savaşı'nın dış boyutu ülkeye özgürlük, iç boyutu ise halka özgürlük kazandırmıştır. Bu iki dinamiğin birleşik gelişimi sonucunda artık hasta adam yönetimine geri gidilemezdi, yeni bir yönetim şekli zorunluydu. Bu yönetim şekli Cumhuriyet idi. 29 Ekim 1923 günü saat 20.30’da Anayasa’nın ilk maddesinin değiştirilmesiyle kurulan Cumhuriyet dış ve iç özgürlüklerimizin cisimleşmesi olmuştur. Analım Anayasa’nın ilk maddesinin değiştirilmiş halini:

“Madde 1.- (Değişik : 29.10.1339 (1923) - 364 S. Kanun) Hâkimiyet, bilâ kaydü şart Milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir.”

Elbette Cumhuriyet sadece ilân edilmekle kalamazdı, bu yüce kavramın içini doldurmak gerekiyordu. Tepeden tırnağa yenilenme ve ileriye doğru atılma hareketi başladı. Hayatın her alanına yayılan bir devrim yaşıyorduk. İlerlemiş ülkelerle aramızda hasta adam döneminde iyice açılan mesafeyi kapatmak için inançla, iştahla çalışıyorduk. İkinci bir toptan savaşa doğru giden dünyanın olumsuz koşullarına rağmen inanılmaz bir kalkınma atılımı gerçekleştirdik. Medeni Kanunu'nun çıkarılmasının yanı sıra eğitim, kültür, sanat alanlarında yapılanlarla çağdaş ve özgür insanın yolunu açtık. Laiklik,  toplumun ve bireyin özgürlüğü yolunda dev bir adım oldu. Kadın haklarının tanınması konusunda dünyaya örnek olduk. Saymakla bitmez Cumhuriyet devriminin 15 -20 yıl içinde bize sağladığı ilerlemeler.

Bizler diplomat olduğumuza göre, o konuya da değinelim. 1920’ler bir yana, 1930’lar Cumhuriyet tarihimizin dış politika bakımından en başarılı dönemidir. 1930’da başlayan Avrupa Birliği kurma projesinde tam üye olarak yer aldık. Milletler Cemiyeti’ne davet üzerine üye olduk, yönetiminde yer aldık. Balkan Paktını, Sadabat Paktını kurduk. Komşularımızla, SSCB ile yakın ve barışcıl ilişkiler içinde olduk. Batıda “itibar” kazandık. Asya ülkelerine, halklarına örnek olduk. Montreux Antlaşmasıyla Boğazlar konusunu lehimize bir sonuca bağladık. Hatay anavatana katıldı. Göz kamaştırıcı bir diplomatik tablodur bu.

1920’li, 1930’lu yıllara bakıp, “Keşke şu şöyle, bu böyle olsaydı” diyebiliriz ama bu gerçekçi yaklaşım olmaz. Önemli olan o yılların kazanımlarını geliştirerek korumak, hatalardan, bazı çok önemli yanlışlardan da ders alıp yeni atılımlarla Cumhuriyeti güçlendirmektir. Cumhuriyet statik bir yapı, değişmez bir statüko değil; sürekli yenilenme, ilerleme sürecidir. Durağan değil, devingendir. Atatürk ömrü boyunca kendini sürekli aşa aşa geliştirmiş bir aydın, bir asker, bir siyasetçiydi. Cumhuriyetin de aynı şekilde kendini aşa aşa gelişmesi gerekir. Ne yazık ki, birçok çevre ilk onyıllarda oluşan kalıpları korumaya çalışmakla sınırlı gördü cumhuriyetçiliği. Bu arada Cumhuriyet devrimiyle başı hoş olmayan siyasal akımlar ön plana geçti. Türlü olumsuzluklara, meydan okumalara karşın Cumhuriyetimiz ayakta. Temelleri ne kadar sağlam atılmış ki, yıkılmadan geleceğe doğru bakıyor.

Nedir Cumuhuriyetimizin geleceği? Atatürk’ün Nutuk’u sonlandırırken, Gençliğe Hitabe’ye geçmeden önce dile getirdiklerine güncel Türkçeyle bakalım:

“Efendiler, milletimizin toplumsal, iktisadi, özetle bütün medeni muamele ve münasebetlerinde verimli neticelerin teminatı olan yeni kanunlarımız da, kadınların hürriyetini temin eden ve aile hayatını sağlamlaştıran Medeni Kanun da bu bahsettiğimiz devrede vücuda getirilmiştir. Dolayısıyla, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak bir bakış açısından istifade ederiz. O bakış açısı şudur: Türk milletini, medeni cihanda layık olduğu mevkie yükseltmek ve Türk Cumhuriyeti'ni sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün daha ziyade takviye etmek ... ve bunun için de, istibdat fikrini öldürmek ...”

“Kadıınların hürriyetini” vurguladıktan sonra ne diyor Atatürk? Cumhuriyeti sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha güçlendirmek ve “bunun için de istibdat fikirini öldürmek...” Başka bir deyişle, Cumhuriyet'in güçlenmesi için istibdatın ortadan kaldırılması gerekiyor. Günümüz anlayışla söylersek, istibdatın ortadan kaldırılması demokrasinin güçlenerek yerleşmesi demektir. Öyleyse Atatürk’ün gösterdiği yol, yön bellidir: Cumhuriyetin güçlenmesi için demokrasi, daha fazla demokrasi gerektir, istibdat değil. Demokrasimiz güçlendikçe Cumhuriyemizin önü açıktır. Çabamız, uğraşımız bu yönde olmalıdır. Nice yüzyıllara Cumhuriyet...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington ve Ramallah

Özgür Özel’in Ramallah’a gitmesi “özel” bir anlam, önem taşıyacaktır. Ramallah’a, yerel seçimleri kazanmış, ülkesinin birinci partisi haline gelmiş bir siyasal hareketin lideri olarak gidecektir. CHP’nin sadece Filistin değil, Orta Doğu’ya ilişkin vizyonunu ortaya koyması, Ramallah’dan uluslarararası topluma Türkiye’nin yeni sesi olarak seslenebilmesi önemlidir

Ölüm ana

Yaşamamıza izin veren Ölüm Ana olduğunu düşünüyorlar. Ondan medet umuyorlar. Ölümün yaşamdan güçlü olduğunu görüyorlar. Yılda yirmi, otuz bin cinayetin işlendiği bir ülkede ölüme "insaf et, bizi yaşat" diyorlar. Hayat o kadar ucuz olunca ölüme yakıştırılan güç artıyor. Ölümde ana rahminin, kucağının sıcaklığı aranıyor

Meksika'daki kadın

İnanılır gibi değil ama gerçek! Meksika'nın dini Guadalupe Bakiresi dinidir. Başka bir deyişle, bizim açımızdan önemli olan, Meksika'nın kendine özgü bir hristiyanlık, nerdeyse yeni bir din benimsemesidir. Başat figürü de bir kadındır. İşte maço Meksika! Ey Kibele! Sen nelere kadirsin!