Yılın siyaset takviminde uzun zamandan beri bir ritüel oluştu. Kasım ayı ortasında ya da Aralık ayında İklim Zirvesi zamanı, yani BM İklim Anlaşması'nı imzalamış olan ülkelerin toplanma dönemi. İmzacılar arasında 196 ülke ve bölge ülkeleri birliği olarak AB de bulunuyor.
Bu yıl 23'üncüsü düzenlenen iklim zirvelerinin başlıca hedefi dünyayı kurtarmak. En azından konferanslara katılan her aktör bu izlenimi yaratma çabasında. Her yıl bu iklim etkinliğine denk getirilen ve alarm zillerinin daha da yüksek çalındığı bir araştırmanın sonuçları da kamuoyuna açıklanıyor. Bu araştırmalarda yerkürenin gittikçe daha fazla ısındığı, fırtınaların daha şiddetli hale geldiği, kutuplardaki buzulların gittikçe eridiği bilgileri yer alıyor. Bu nedenle de okyanuslardaki bazı ada devletlerinin ileride yok olacakları öngörülüyor.
Çöküş öncesinde kısaca bir konferans yönetmek
İlk kez iklim değişiminin sonucu olarak çöküp gitmeye aday ada devleti Fiji bu yıllık müzakere maratonunun başkanlığını üstlendi. Bu gösterinin merkezi ise Bonn. Fiji'nin iki hafta sürecek konferans sırasında dalgalar arasında batıp gideceğinden dolayı Bonn seçilmiş değil tabii ki. Küçük ada devleti 25 bin davetlinin tümünü adada ağırlamanın üstesinden gelemeyecekti. BM İklim Sekretaryası'nın yerleşkesi olarak Bonn elbette bir BM bölgesi olarak sivrilmek istedi. Bu tür bir reklam kampanyası da Alman vergi mükelleflerine 140 milyon euroya mal oldu.
Bonn'daki konferansın açılışında bolca Fiji folklörü sunuldu. Yakışıklı erkekler üzerleri çıplak ve deri önlükleri ile yaptıkları gösterilerle Pasifik Okyanusu atmosferini yansıttılar. Ama bu kültür elçilerinin çoğunun konferansın ikinci gününde üşüterek hasta düşmüş olmaları hayırlı bir haber olarak algılanabilir. Demek ki kasım ayının sisli Ren kıyısında yerkürenin ısınması o kadar da aşırı boyutlara ulaşmamış.
Orta derecede mükemmel bir çalışma grubunun gündemi
Bonn'da üzerinde gerçekten müzakere edilen konulara bakılacak olursa, bunlar en büyük devletlerarası bir konferansın değil de sanki orta derece mükemmellikteki bir çalışma grubunun gündemindeki konularmış gibi geliyor insana. Paris'te bundan iki yıl önce imzalanan büyük İklim Anlaşması'ndan sonra şimdi kimin hangi katkıyı sağlayacağı ve bu katkıların nasıl ölçüleceği üzerinde duruluyor. Bağlayıcılığı olan bir karar alınması öngörülmüyor, bu karar gelecek yıla bırakılmış. Konferansın gelecek yıl Polonya‘nın Katowice kentinde yapılması planlanmış.
Burada yöneltilmesi gereken soru şu: Böyle ikinci planda kalan bir program için neden Almanya Başbakanı ile Fransa Cumhurbaşkanı‘na ve 25 bin davetliye ihtiyaç duyuldu? Her iki politikacı açısından bakılacak olursa yanıt belli: Verilecek sembol mesajlar var. "Trump anlaşmayı terk ediyor, ama biz konuyu önemsiyoruz" demek isteniyor. Dünyanın çöküp gideceğinden emin olan seçmen kitleleri ise bu açıklamayı memnuniyetle kabulleniyor.
Ben merkezci eğilim ve vicdan azabı
25 bin katılımcının hepsi müzakerelere katılıyor değil. Gazetecilerin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, çevreci gruplar, bilim insanları ve iş dünyasından temsilciler de var. Resmi açıklamaya göre bu grupların katılması şeffaflık göstergesi ve onların varlığı bilgi alış verişine, iletişim ağlarının genişletilmesine katkı sağlıyor. Bu durum başka türlü de ifade edilebilir: "Bunların varlığı gelecek facia araştırmalarının finansmanı için verilecek siparişlerin reklam kampanyalarına ve yeni mali fonların aktarılmasına hizmet ediyor" denilebilir.
Yılda bir yapılan bu ben merkezci gezici iklim sirkinin anlamını, görüşmelerin yapıldığı alana kurulan dev çadır kentin, hükümetlerin görüştüğü mekanlardan çok daha büyük olması da gözler önüne seriyor.
Sayın beyler ve bayanların buralara gelmek suretiyle iklime büyük çapta zarar verdikleri konusunda hiç değilse geldikleri kentte vicdan azabı çekmemeleri için hiçbir masraf ve çabadan kaçınılmadı. Bonn'da çevre dostu toplu taşıma servisi verebilmek için Almanya'nın birçok kentindeki işletmelerden elektrikli otobüsler Bonn'a sevk edildi. Bu faaliyet sırasında egzozlardan ne kadar CO2 emisyonu çıktığını kimse sormasın, hele otobüslere yapılan elektrik yüklemesinin linyit termik santrallerinde üretildiği hiç sorulmasın. Çünkü bu konuda verilecek samimi bir yanıt, insanların vergilerle finanse edilen hayal dünyalarındaki huzurunu kaçırabilir.
Felix Steiner
© Deutsche Welle Türkçe