04 Haziran 2025
Unutmuştuk bu kelimeyi, değil mi?
Bugün aklımdaki değer kavramı, “ucuz”u kalite bağlamında ele alacağım.Yalnız ürün değeri değil, daha önemli olarak, ulusal değer, siyasal değer, insan değeri, bilimsel değer ve benzeri kullanımlarıyla değer.
Geçen haftalarda İstanbul’a geldiğini medyadan öğrendiğim eski İngiltere başbakanlarından Boris Johnson ve sık sık adını andığım İngiliz Reform Partisi kurucusu Nigel Farrage “değerli siyasetçiler mi?” İnsan olarak herkes değerli, burada siyasetten söz ediyorum.
B. Johnson pandemi sırasında başbakan iken ve herkes evinde otururken, başbakanlık ofisi de olan evinde verdiği ve içkisini alanın davet edildiği partiden sonra koltuğu terk etmek zorunda kaldı. Ama B. Johnson o günden beri milletvekili maaşı olan 90.000 Pound’un çok üstünde paralarla konuşmacı olarak ayda iki defa kürsüye çıkıp, yılda birkaç milyon pound kazancıyla 9 çocuğunun ve ünlü eşinin nafakasını çıkartıyor.
N. Farrage ise zaten vaktiyle uğraştığı borsa işleri üstüne kim bilir neler yapıyor. Tanımam ve ilk şaşkınlığım, TV’de AB parlamentosunda milletvekillerine ağız dolusu hakaret ettiğini görmekle olmuştu. N. Farrage, İngiltere’nin AB’den ayrılmasında B. Johnson’la birlikte başrolü oynadıktan sonra ABD’ye gitti, D. Trump’ın ilk seçiminde sahadaydı. D. Trump’ın AB konusundaki düşünceleri bilinmektedir, İngiltere’nin ayrılması hoşuna gitmiştir ve bu olayda Farrage’ın banka hesaplarının oynadığını düşünmek yanlış olmaz. Hiçbir hizmet karşılıksız değil.
Nobel ödülünün karşılığı, İsveç Merkez Bankasının ödül başına ödediği, kazanan kişi sayısı birden fazlaysa onların aralarında paylaştıkları bir milyon dolar civarında bir para.Tabii Nobel ödülünün. Kişiye sağladığı bununla kalmıyor. Onlar hem artık ulaşılmaz oluyorlar, konuşmacı olarak makbul isimler oluyor vetelif hakkı elde ediyorlar. Henüz Nobel ödülü almamış olan Yuval Harari’nin konferans ücreti de dudak ucuzlatıcıdır.
Buna benzer üçüncü grup, başbakanlık, devlet başkanlığı görevinde bulunanların, daha sonra yazdıkları anılarıyla ve görev sırasında geliştirdikleri ilişkilerini değerlendirerek yaptıkları danışmanlıkla ulaştıkları parasal değer.Bunun çarpıcı örnekleri ABD başkanlığı görevinden sonra W. Clinton, H. Clinton, B. Obama, M. Obama’nın yayınladıkları anılarının telif hakkıyla satış gelirleridir. Yayınevleri başkan ve başbakanların görev süresi bitmeden yayın hakkını almak için yarışıyor.
İngiltere’nin ünlü başbakanlarından T. Blair’in, ülkesini soktuğu Irak savaşının ardından yayınladığı, başlığında yazmasa da “ben suçluyum” anı kitabının gelirleri ve elbette hala devam eden danışmanlık faaliyetleri, meslektaşlarını imrendirici düzeydedir. T. Blair Bush’un elinden tutmasıyla girdiği Arabistan yarımadasına yön vemeye devam ediyor.
Buraya kadar kimi telif, kimi şöhretin paraya çevrilmesi türünden değerden söz ettim.Bu anlamda değer piyasada oluşmuyor, ortada anı kitabı dışında elle tutulan bir ürün yok. Kitabın fiyatı da basım, dağıtım maliyetlerinden oluşuyor. Değer ise okuyucunun ilgisiyle orantılı. Bunun dışında fiyat-değer karşılaştırması söz konusu değil.
Esas gelmek istediğim konu gerçek dünyada fiyatlama bağlamında değer ve burada vurgulamam gereken husus, hepimizin önceden kestirilebilir ölçüde irrasyonel (predictably irrational) olduğumuz.[1] İktisat derslerinde ilk ders “homo economicus” varsayımı, yani hepimizin fiyatlar ve paramızı harcamamız anlamında rasyonel, piyasaların her zaman dengede, fiyatların saydam olduğudur. Oysa bunların hiçbiri doğru değildir.Denge, kural olmadığı gibi, istenen bir şey de değildir, büyüme kendi başına dengesizliktir. Borçlanma doğal bir finansman yoludur ve onu yöneten de faiz-getiri oranıdır.
Fiyatların saydam olmadığı ortamda, piyasalarda başta devletin dolaylı vergiler gibi müdahaleleri, ardından şirketlerin aksak rekabet yaratıcı uygulamaları ne yatırımcının ne de tüketicinin rasyonel davranmasına izin vermez. Fiyatlar saydam olmadığına ve aynı mal her yerde aynı fiyatta bulunmayacağına göre, tüketici de kendi satın alma kararlarını hem psikolojik olarak hem de etrafına bakarak, yani diğer müşterilerin tercihlerini gözleyerek, anlık olarak verir.[2]Yani irrasyonalite esastır.
On yıl kadar önce fiyatlama konusunda danışmanlık yaptım.Bunu yaparken, 1985’te üç iktisatçının Almanya’da, Bonn’da kurdukları Simon-Kucher & Partners adlı şirketten yararlandım.Bu şirket münhasıran fiyatlama danışmanlığı yapıyordu.Başlangıçta Türk şirketlere ürünlerini (mal veya hizmet) nasıl fiyatladıklarını sorduğumuzda ilk yanıt, “maliyet artı kâr”dı.Hangi maliyet, sabit mi, değişken mi sorusunun yanıtı yoktu.İkinci yanıt, rakiplere bakarız olurdu. Pekâlâ rakibin nakit sıkıntısı veya yeni bir işe girme, ya da işi tasfiye etme planı, projesi varsa, fiyatları onun için aşağıda tutuyorsa?Bunun da yanıtı yoktu.Üçüncü olarak, piyasa “liderini izleriz denirdi, pekala, onun ürünlerini hangi saikle ürünlerini fiyatladığını biliyor musunuz?* Bu sorular Türk iş adamlarının önüne yeni geliyordu.
Yazının başlığı “ucuz.” Bu konuda beni iktisatçı olarak en çok rahatsız eden döviz kuru, yani ulusal paranın yabancı para cinsinden değeri, yani Türk emeğinin değeridir.Değer konusuna hâkim olmayan, değere önem vermeyen kişiler, döviz dengesini sağlamak için en yapılmayacak şeyi yaparlar, TL’nin yabancı paralar cinsinden değerinin düşürülmesini savunurlar. Muhasebe kültüründen geliyorsanız bu doğaldır, bir şeyin satış miktarını arttırmak istiyorsanız, fiyatını düşürürsünüz. Ürünün fiyat talep esnekliğine bağlı olarak satış artarsa, geliriniz de yükselir.
Bu Türk ürünlerinin, yani Türk işçisinin emeğinin ucuzlatılması demektir. Bu politikanın arkasında duran kolaycılar ve döviz hareketlerinden kazanç elde edenler devalüasyonu savunur. Böylece, Türk üreticinin daha verimli, yani daha ucuza üretim yapmasını teşvik etmek, böylece işgücü verimliliğini arttırmak, emekçinin saat değerini yükseltmek yerine onu ucuzlatmayı tercih ederler. O politika maalesef devam ediyor.Her gün daha yoksullaşıyoruz.
Ucuz ve değer bağlamında değinmek istediğim diğer önemli konu kalitedir. Ekonomi politikasının hedefi işgücü verimliliğini arttırmak yanında, üretilen ürünlerin, yani tüketicinin eline geçen ürünün kalitesinin yükseltilmesi olmalıdır. Birçok ülkede dış ticaret dengesinin sağlanması, yurtiçindeki üretimin arttırılması için kampanyalar düzenlenir. Bu kampanyaların kolay olanı, ucuz mal üretilmesidir.Ama değeri düşürmemek için önemli olan ucuz ve kaliteli üretimdir. Şu atasözünü unutmamak gerekir; “ucuz mal alacak kadar zengin değilim." Önemli olan malın fiyatının düşük olmasından çok, kaliteli olmasıdır.
Dünyanın en değerli para birimi İsviçre Frank’ıdır. 8.9 milyon nüfusu ve Alman, Fransız, İtalyan kültürleriyle çevrili olan İsviçre Konfederasyonu, denize çıkışı olmayan, neredeyse yarısı Alp dağlarıyla ve tabii göllerle kaplı bir ülkedir. 1515’ten beri tarafsız olan, bu niteliği 1648’de Westphalia Kongres’inde teyit edilen İsviçre Konfederasyonu gücünü tarafsızlığı kadar kurumsal güvenilirliğine borçludur.Bunun sonucu ise Helvetik konfederasyonu Franc’ının, CHF’nin değerinin, tüm paralar arasında en yüksek değere sahip, yani en pahalı para olmasıdır. İsviçre bankacılık sistemi sır vermemesiyle ünlüdür, ama aynı zamanda bu bankalara yatırılan paralara faiz de ödenmemekte, hatta tersine paralar muhafaza edildiği için bu hizmetin karşılığı bedel ödenmektedir.
İsviçre endüstrisi ekonomide yüzde 18 paya sahiptir ve en büyük 20 ülke arasında saatte 100 dolar gayri safi yurtiçi hasıla üreterek ilk sırada yer almaktadır.[3] Saat ve çikolata İsviçre denince akla ilk gelen endüstrilerdir; bunlar yanında ilaç, kimyasal, ARGE endüstrileri ve eğitim ülkenin yıldızlarıdır.Yani CHF’in değerinin yüksek olması, İsviçre’nin ihracatını azaltmamaktadır.
Devalüasyon bir para politikası aletidir. Ama aynı zamanda ülke ekonomisinin yönetiminde “üçlü açmaz-trilateral dilemma” unutulmamalıdır. Para politikası, sermaye hesabı ve kur istikrarı, egemenliğine özen gösteren bir ülkenin ihmal etmemesi gereken üçlüdür. Kurdan vazgeçerek ticaret dengesi ve ülkenin büyümesi sağlanmaz. Değerinin özenle ama bilimin dışına çıkmadan korunması gerekir. Bu dengeye dikkat edilmezse neler olduğunu hatırlamak isteyenler, 1994 krizine ve 5 Nisan kararlarına nasıl gidildiğini yeniden okuyabilirler.
[1] D.Airely, Predictably Irrational, Harper Collins, 2008
[2] James E.Duesenberry, Duesenberry etkisi, 1949
[3] Ruchir Sharma, The World’s Strongest Surrency is also Super Competitive,FT02.06.2025,
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir? Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi. T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı. 1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı. 1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu. Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir. 1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi. 2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. |
Kim kimi kandırdı, kim, hangi kişisel hesapla hareket etti ve ülke yönetimini baş stratejist AKP’ye hediye etti?
D. Trump Çin’in, ondan önce Japonya’nın, Kore’nin, ABD’den teknoloji çaldığı iddiasıyla uluslararası ticareti alt üst ediyor. Bundan zarar gören ABD’li tüketici, üretici olduğu kadar, ticaret kanallarını değiştirmek zorunda kalan ihracatçı ülke üreticileridir
Eğitim her şeyin temelinde. Maalesef neredeyse çeyrek yüzyıldır iktidarda olan düşünce, 1500’lü yıllarda Avrupa’da başlayan aydınlanma-rönesans fikrini, akımını, sorgulamayı yani bilimi reddediyor
© Tüm hakları saklıdır.