11 Ağustos 2021

Derin yangın...

An itibarıyla bugüne kadar kendini dayatan süreç, orman(lar)ın bize artık dönmediği, istese de dönemeyeceği gerçeğini fısıldıyor. Niye dönmeyeceğini ise, kapı gibi çıkan kararnameler ve yasalarla birlikte yaşananlar söylüyor.

Derin bir son duygusudur yanmak, hiç de sessiz olmaz. Yanma noktasına kadar sessiz de olsa, alevlere dönüştüğü an büyük çığlıklarla etrafı sarar. Sonrası, paniğin, hezeyanın sürükleye sürükleye savurduğu bir avuç küldür. “Yandı, bitti, kül oldu”dur yani.

Peki, sonra (?)

Yanan bir şey küllerinden yeniden doğar mı?

Bu biraz da yanan şeyin ne olduğuna bağlı olabilir. Zira özünde dirimsel dinamikler taşıyan hiçbir şey yanıp, biterek kül olmaz! Bir insan, bir orman, bir ülke; içinde ne kadar ateş varsa, o ateşi söndürecek kadar suyu da bünyesinde taşır.

Son bir-iki haftadır Ege’de ormanlar yanıyor. Sadece ormanlar değil, hayvanlar, böcekler, zeytinlikler, onların çevresindeki yerleşim yerleri de...

Küresel iklim krizi sonucu ısınmakta olan dünyaya ilk tepkiyi ormanlar veriyor. Sadece ülkede değil dünyanın bir çok yerinde aynı anda alevlerin yükselmesi buna yeterli bir kanıt.

Her yıl yaşanan büyük felaketlerden biri olarak rutinimize giren orman yangınları, bir yangın olayı olarak çoktan önemini yitirmiş durumda aslında.

Asıl önemli olanı ise herkes biliyor.

Artık alıştığımız, hangi yöne doğru gittiğini bile ezberlediğimiz alevleri durdurma konusundaki bilinçli ya da bilinçsiz tavrımızda düğümleniyor bütün her şey.  

Yangın söndürme uçakları, söz konusu uçakların THK’daki mevcudiyetinin yok sayılarak, uçakların A ya da B şirketinin ihalesi kapsamında başka ülkelerden temin edilmesi, alevleri dört bir yanı sarmışken kaybedilen zaman, anında var olan olanaklar yerine arka yollarda dolanıp durmak... Bütün bunlarla ilgili çokça yazılıp, çizildi.

Ya, sonrası...

Yanan ormanları, yarın da orman olarak görebilecek miyiz!?

Ormanlarla birlikte yanan zeytinlikleri de...

Bilimsel araştırmalar ve pratik süreç, yanan orman yerlerine hiçbir fidan ekilmesine gerek kalmaksızın, o yerlerin aynı şekilde kendini yenilediği doğrultusunda kanıtlar sunuyor:

TOBB Kimya Sanayi Meclisi Başkanı Timur Erk: “Belli bir süreç dâhilinde ormanlar kendi kendini yeniler. 6 ila 18 ay arasında bir süreci vardır. Bunun hemen hemen her yerde olduğunu görüyoruz. Çok çorak yerlerde bile örneğin Makiliklerde bile bu olabiliyor. Bu süreci hızlandırmak için mutlaka yanmış ağaçların ortamdan çıkarılması, bir nevi tarla sürer gibi sürülmesi ve ortamın temizlenmesi gerekir...”

Soruyu tekrar etmekte yarar var; artık rutin halini almış orman yangınlarının ardından yanan yerler bize tekrar orman olarak geri dönecek mi?

Asıl korkutucu olan, asıl yangın yeri işte burası!

Oysa ki, her yangının ardından bize orman yerine oteller ve lüks dinlenme tesisleri dönmekte. (Bize derken, yanlış anlaşılmasın elbette; büyük paralarla oynayanlara...)

Üstelik, an itibarıyla bugüne kadar kendini dayatan süreç, orman(lar)ın bize artık dönmediği, istese de dönemeyeceği gerçeğini fısıldıyor. Niye dönmeyeceğini ise, kapı gibi çıkan kararnameler ve yasalarla birlikte yaşananlar söylüyor.

Anayasa’nın “Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz...” açıklamalı 169. maddesinin değiştirilmesi ormanların bize artık niye dönmeyeceğini biraz olsun anlatmakta. (Bu değişikliğin yangından 1 gün önce -28 Temmuz- yapılmasını hayatsal felaket(ler)in garip cilvesine mi bırakmalı acaba!?) Zira yangından 1 gün önce çıkarılan 7334 sayılı kanunla, “Kıyı ve ormanlarda yeri, mevkii ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilan edilecek alanların yapılaştırılması” yetkisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verilerek resmi gazetede yayımlandı.

Daha yangının külleri savrulmamışken Milas Meşelik köyündeki (Pina Yarımadası) yanmış orman arazisinin, seksener dönüm halinde 4 ayrı otele verildiği iddiası bölgede yaşayanlar tarafından dillendiriliyor.  Ayrıca, (Önemli!) bölge halkı söz konusu iddialarını belgesel olarak doğrulamalarına rağmen, bilgilendirmek adına yaptıkları  dijital paylaşımlarının anında yüksek merciler tarafından silinmesinden son derece mustarip olduklarını dile getiriyorlar. Ayrıca, farklı bölgelerle ilgili yapılan aynı minvalde başka paylaşımların da benzeri akıbete uğraması karşısında önemli bir kesim şaşkınlık yaşadığını söylüyor. Söz konusu araziye gelince, iki tesisin bulunduğu (Titanic, La Blanche vb.)  otellerin devamında yer alıyor.

Ege Alternatif gazetesinin 9 Ağustos tarihli haberinde ise, 9 yılda ormanlık alanlara yapılan turistik tesis sayısıyla ilgili çarpıcı bilgiler ise şu şekilde yer alıyor:

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Orman İstatistikleri'ne göre, 2012 ile 2020 yıllarını kapsayan dönemde orman sahalarına yönelik toplam 50 bin 153 çalışma izni çıkarken yalnızca 2020 yılında orman sahalarında 47 bin hektar büyüklüğündeki alan, orman dışı faaliyetler için kullanıldı.

2012 ile 2020 döneminde ormancılık faaliyetlerini kapsamayan işler için kullanıldığı belirtilen orman sahalarının toplam büyüklüğü 340 bin 295 hektar olurken orman sahaları, dokuz yılda toplam 22 bin 587 kez madencilik faaliyetleri için kullanıldı. Orman sahalarında madencilik izinleri adı altında verilen izinlerin kapsadığı toplam alan kayıtlara 85 bin 17 hektar olarak geçerken 2020 yılında madencilik faaliyetlerine açılan orman sahalarının toplam büyüklüğünün ise 8 bin 109 hektar olduğu belirtildi.

Bununla birlikte ormanlık alanlarda son dokuz yılda toplam 15 turistik tesis yapılmasına izin verilirken 2014 ve 2016 yılları, beşer adet izin ile son sekiz yılda en fazla turistik tesis izin kararı alınan yıllar olarak kayıtlara geçti.

2012 ile 2020 döneminde ormanlarda verilen turistik tesis izinlerinin kapsadığı toplam alan ise istatistiklere 32 hektar olarak yansıdı.

Her yangında olduğu gibi, bu son yangınla da gelişen olaylar sonucu yaşananlar, kaybetmekle yüz yüze bırakıldığımız yaşamsal alanlar yeterince hüzünlü bir tablo niteliğinde. Üstelik, baktıkça da acıtmaya devam ediyor.

Not: Yazıda kullanılan fotoğraf Doğa’nın Peşinde adlı sosyal medya hesabından alınmıştır.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!