14 Temmuz 2024

Fotoğraf...

Yerleşik olmanın içkin hüznü, sevinçle karşıladıklarını hüzünle uğurlamaktır

Sıcak bir temmuz akşamüzeri aniden bastıran delice yağan bir yağmurda bebeklik arkadaşımla buluşmaya gidiyorum.

Ayağımdaki yazlık terliklerle kaldırım taşlarının arasına dolmuş su birikintilerini ıskalamaya çalışırken bitmiş olan haziran ayını unutulmaz kılan kederime batmamaya çalışıyorum.

Bebekliğinden sonra hiç görmediğim arkadaşım, benim onların aile albümünde olan çocukluğuk fotoğrafımı getirecek. Hem de erişkinliklerimiz tanışacak.

Annem için başsağlığı mesajına eklemişti o fotoğrafı.

Birazdan elime alacağım o fotoğrafı, telefonumdaki mesajda gördüğümde "Annemin ölümüyle kapanmakta olduğunu duyumsadığım çocukluk kapımı aralayıp" kaybolduğunu düşündüğüm an'larla özlem dolu bir kavuşma yaşadım.

Anlatıcısına erişmiş masallar gibi birdenbire bilincime üşüşen bu anları neden böyle özlemiştim, böyle özlediğimi fotoğrafı görene kadar neden hiç fark etmemiştim?

Nerede saklamıştım onları?

Ne garip şey şu şu bellek.

Sanki loş bir kuyu gibi.

An'ların bir kısmı loş kuytularda, bir kısmı ise çoktan saklayanın bilincinde yontulup anılara evrilmiş.

Ankara'da Tunalı Hilmi Caddesi'ndeki en sevdiğim, en Ankaralı kafede buluşacağız.

Buluşma yerimizi ben seçmedim üstelik.

Siyah beyaz fotoğraf artık sararmış.

Başımı sağa, sağ omuzumu da aşağıya doğru eğmişim.

Gür inatçı saçlarım, cetvelle ayrılmış gibi düzgünce sağdan sola doğru yapıştırılarak taranmış.

Üzerimde babamın iş seyahatlerinden birinden getirdiğini hemen anımsadığım kahverengi deri bir jile, içinde annemin ördüğü kalın kazak.

Gözlerimi açmış, dudaklarımı sıkı sıkıya kapatarak gülümsemişim.

Dişlerimin tavşan gibi fırlak olduklarını söylediklerinden mi öyle kapatıp zoraki gülümser gibi bir havaya büründüm kim bilir...

Henüz eksilmeyi bilmediğim; gündüzlerin oyun, akşamların da düş bahçesine benzediği zamanlardı.

Anadolu'nun soğuk bir kasabasında, karanlık bir siyasi iklimin tekinsiz zamanlarında, hukukçu, mülkiyeli babamın nedense kendi çizip kendi yaptığı bir apartmanın en üst katında yaşıyoruz.

Babam, kiracı seçerken çok özenliydi.

Okuyan, yazan, özenli insanları seçerdi.

Annem bize "yerli" kiracılara da "memur" derdi.

Yerli, yerleşik ev sahibi ve bir süre sonra zorunlu göç yollarına düşecek memur kiracılar.

Tıpkı kocaman bir evin başka bahçelere açılan camları gibi, binadaki durağanlığı neşeyle dolduran, havayı yumuşatan kiracılar.

O sırada bir alt katta Galip Amca, NurtenTeyze ve bebeklik arkadaşım Nurgök yaşıyordu.

Kalabalık bir evdeki o tuhaf tek başınalık hissimi gidermek için sıkça sığındığım, başımı soktuğum sevgi dolu bir evdi.

Nurten teyze yumuşacık, daima bakımlı, sevgi dolu bir kadındı.

Eminim ki o fotoğrafı bizim aile albümümüzden aşırıp onlara ben verdim.

Daha o yaşımda en sevdiğim o kıyafetle, özenle poz verdiğim benim için çok değerli olan o fotoğraf için o aile albümünün daha uygun olduğuna karar vermiş olmalıyım.

Nasıl da doğru yapmışım.

Bizimkiler fark etseler kıyameti koparırlardı ama işte fark bile etmemişler.

Belki de Jung üstat haklı, o zaten hep haklı, yani onun dediği gibi bilinçdışımız zihnimizden daha zekidir belki.

Baş köşede bir hazine gibi saklandığı o albümden bana, başlangıcı yitirmekteyim zannederken çok da uzağa gitmediğimi yoldaki yolcunun kim olduğunu hatırlatmak üzere bebeklik arkadaşımla birlikte ulaştı.

İnsanın içinde bulunduğu iklim ya da "koşullar" da diyebiliriz, bilincimizin bile bilmediği ama duyumsadığı sezgiyi ya da ben ona "yedek güç" diyorum, nasıl da şekillendiriyor.

Nurgök (Özkale) o fotoğrafı paylaştığı gönderiye şöyle yazmış:

"70'lerde babaları devlet memuru olanlar bilir. Mevsim dönünce ayaklanıp yola koyulacak göçmen kuşlardık biz. Eşyamız toplanmaya hazır, gözlerimiz kapıda. Memleket aşkıyla yanıp tutuşan babamızla kasaba kasaba, ilçe ilçe dolaşırdık. Anılarımız aklımızın bir köşesine saklanmış, kırık kalbimizin parçalarını ayrılacağımız ilçenin sokaklarına serpmişiz. Şimdi nerede olursak olalım aklımız geçmişe gider, kalplerimiz eski günlerde atmaya devam eder.

Annemle babam 70'lerde komşu oldukları Necla Teyze'yi, Mustafa Amca'yı ve Esin'i hiç unutmadılar. Geçirdikleri güzel günleri, gördükleri dostluğu, sevgiyi yad ederek onları belleğimizde canlı tuttular. Hatta yıllar sonra doğan kardeşim Burçak da onları bizim gibi seviyordu. Sanki hiç ayrılmamıştık, hâlâ kapı komşularımızdı. Ne güzel komşularımızdı."

Yerleşik olmanın içkin hüznü, sevinçle karşıladıklarını hüzünle uğurlamaktır.

Gidişlerinin derin bir boşluk bıraktığını hatırlıyorum.

Ve alt kattaki o eve bir daha hiç öyle yerleşemediğimi, gelenleri öyle benimseyemediğimi de...

Bu ara "hayat verdiklerini bir bir alır, bizimle ödeşir" diye dilime pelesenk ettim.

Gönlümüzde hizalanan o derin bağlar içkin özlemiyle başka derin kavuşmalara mani oluyor belki de.

O evin sıcaklığını hiç unutmadım ama bir fotoğraf verdiğimi, onların gönüllerinin yerlisi olmak istediğimi anımsamıyordum.

Ve şöyle sürdürüyor

"Esin benim bebaklik arkadışımdı. Daha sonra hiç görmediğim... Hangi kitapların onu büyüttüğünü, ilk kime aşıkolduğunu, nelere kızıp nelerden hoşlandığını bilmediğim ama sevgisini kalbimde taşıdığım bebeklik arkadaşın."

İçimizde, zorda kalınca yardım çağıran, yardım alan bir yedek güç var.

Bir de bize bir şeyleri yaptıran bir hayalet var.

İşte o kadim yoldaşlar, sana inanıyor, güveniyor, belleğine emanet ettiklerini kollayıp onları da sonsuz zihine emanet ediyor.

Kaybolmayan o anılar, o an'lar da geçmişini dokuyup geleceğini şekillendiren düşlerine ilmek atıyor.

Bu aralar okumakta olduğum, konusu zaman olan "Yolları Çatallı Bahçe" (Borges) sayfalarından önüme düşen şu satırlar...

"Zaman sayısız geleceğe doğru durmamacasına çatallanıyor. Bazılarında siz var olursunuz ben olmam; ötekilerde ben var olurum siz varolmazsınız, başkalarında ne siz ne de ben var olmayız."

Sahi o fotoğraftaki küçük kız kendi geleceğini böyle mi şekillendirmek isterdi?

Bunun cevabını hiç bilmiyorum.

Ama çatallanan yollardan birini seçtiğimi ve onun da başka yollar hatta başkalarına yollar doğurduğundan eminim.

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

Ağaçların gözyaşları

Artık uğruna çabalamaktan vazgeçmeye durduğum sevinçli zamanları düşlemeye dahi mecalim yokken sevinç, geçmiş zamanın küllerinden boy veriyor

"
"