15 Temmuz 2022

Arda'nın hikâyesi

Bu ayın Dolunay öyküsü. Bir mümkün geçmişten bir mümkün geleceğe...

Orada durmuş bakıyorum, çok sene geçmiş, hem hayatımdan hem Türkçemin üzerinden. Türkçem, beyin kıvrımlarımın arasında saklı kalmaktan küflenmiş, eskimiş, lime lime olmuş. Sözcükler düşüyor boşluğa doğru aralarından, tutamıyorum. Elde olanlarla düşünüyorum, konuşuyorum. Başka günlerin gecelerini yaşadım bunca yıl, içinden deniz geçmeyen bir şehrin nehrinin avuntusunda. Oysa şimdi karşımda çocukluğum ve ilk gençliğim uzanıyor. Hatıralar aynı olsa da başka her şey değişmiş. İnsanlar, sokaklar ve binalar. Bir tek bizim eski ev duruyor. Arsız bir kaktüs gibi direnmiş onca hoyratlığa. 

Çok da uzak olmayan bir yerde anamın ölümü, çocukluk hastalıklarım, ilk aşkım, ve ustam Garabet'in beni ailesiyle birlikte bu şehirden koparışı, belki de kurtarması film kareleri gibi oynuyor sararmış duvarında bizim evin. Eve girmeye cesaret edemiyorum. Kapısı sımsıkı kapalı. Garabet Usta'nın taktığı, anahtarları cebimde duran asma kilitler ve demir kapısı, geçit vermemiş kimseye. İçeride bulacaklarımla karşılaşmaya hazır değilim henüz.

Aya Kiryoki Kilisesi'nin az ilerisinde, Kadırga Limanı Caddesi'nin köşesinde durmuş hatırlıyorum. Annem Maral'la, babam Komünist Kemal'in aşkından doğmuşum ben. Babamın can arkadaşı Garabet dışında kimse bu evliliğe sıcak bakmamış. Anam Ermeni, babam Türk. İkisinin ailesi de karşı çıkmış. Babamla ustam, askerlik arkadaşı. Tanışmaları da öyle olmuş. Maral, Garabet Usta'nın eşi, Vartanuş Teyze'nin çocukluk arkadaşı. Askerden birlikte geliyorlar İstanbul'a. İkisi de sakıncalı piyade, Kars'ın Digor'unda arkadaş olmuşlar.

Maral'la Kemal ilk görüşte tutulmuşlar birbirlerine, kısa süre sonra da aileleriyle gemileri yakıp evleniyorlar. Garabet Usta'nın Gedikpaşa'da kundura atölyesi var. Babamı da alacak atölyeye. Lakin işler ters gidiyor. Ben daha Maral'ın karnında büyürken, faşistler vuruyor babamı. Beyazıt'ta otobüsten indiğinde... Adı, sanı biliniyormuş. Ustam derdi ki istihbarat vermiş faşistlere adresi. Bizim coğrafya acı hikâyelerin coğrafyası. Karşımda bir roman gibi duran evde doğuyorum. Acısı, kendini sulara bıraktığı güne kadar dinmeyecek annem, kasvetli karanlık odaları olan ev, bir de ben çocuk.

Beni Vartanuş Teyze büyüttü sayılır. Annem sabaha karşı düşermiş yola. Lise'den arkadaşı, Sinarit Fatma derler, onla birlikte balığa çıkarlarmış. Fatma Hanım'ın altı metre Ayvansaray yapımı bir kayığı varmış, kayığın adı Carmen - lisede Carmen operasının piyesini oynamışlar- üstünde pancar motor. Kumkapı'nın namlı balıkçılarından... Onun da kocası genç yaşta gitmiş beyin tümöründen. Öncesinde beraber çıkarlarmış kocasıyla. Alaaddin Abi ölünce iş başa düşmüş.

Hey gidi İstanbul. Hayal etmeye çalışıyorum. Kumkapı'nın karanlık sokaklarından limana inen iki genç kadın, beraber kayığı hazırlıyorlar. Oltaları, sepetleri... En iri sinaritleri bizimkiler tutarmış. Ustam anlatırdı, Sinarit Fatma öyle ustaymış ki, oltayı attığında dibi sanki görürmüş. "Dolaşıyor yemin etrafında, şimdi yanaşacak, bir ısırık alacak yemden, irice bir sinarit, bir daha geldiğinde çekicem" der çekermiş. Annem ben uyanmadan gelirmiş eve balık pullarıyla birlikte. Yüzü hiç gülmezdi.

Hayatımdaki ilk güzellik Eleni'ydi. Bizim mahalle karışıktı. Kadim şehrin küçük bir modeli gibiydik. Eleni'nin babası Yani. Mezeci dükkanı vardı Kumkapı'da. Vartanuş Teyze'nin mezelerinden de satardı. Topik, uskumru dolması, midyeli lahana sarma. Vartanuş Teyze hepsini vermezdi, akşamları bizim sofraya da düşerdi. Annemle Vartanuş Teyze saatlerce konuşurlardı. Biz Eleni'yle Kadırga meydanındaki salıncağa binerdik. O benim ilk ve en büyük aşkımdı. Hiç unutmadım onu. Önce onlar gitti. Atina'ya taşındılar. Yağmurlu bir sonbahar günüydü, ikimiz de çok ağladık. İstanbul'a gelmeden Pire'ye gittim, aradım Eleni'yi. Sonradan iyi ki bulamadım dedim. O hatıraların güzelliği bozulacaktı belki de tekrar karşılaşsak.

Garabet'le Vartanuş'un çocukları olmadı. Beni çocukları bildiler. O yaşlarda okulu, okumayı sevmiyordum. Sonradan anladım, okumak dünyadaki en büyük hazineymiş. Zorla okula gönderirlerdi. Çıkınca koşarak Gedikpaşadaki dükkana gelirdim. Ustamın dükkanı deri, kösele kokardı. Onun işi ısmarlama ayakkabıydı. Zengin müşterileri vardı. Ruganları meşhurdu. Damatlık ayakkabıya gelirlerdi; taa Sökeden zengin bir aile on çift sipariş vermişti bir seferinde. Çok da güzel sandalet yapardı. Sonradan beni Arjantin'in ayakkabı kralı yapacak işi o günlerde öğreniyordum.

Evin tuğlaları arasına kırlangıçlar yuva yapmış. Mermi gibi girip çıkıyorlar. Martılar çiyak çiyak. Gökyüzüne bakınca, sanki dün ayrılmışız gibi buradan. Gökyüzü hiç değişmemiş. Eleni'nin gittiği gün yağan yağmur başladı yine. Denizde çok kayık var bugün, lüfere çıkmışlar belli. Lüfer kaldı mı ki İstanbul'da. Annem, Fatma Teyze'yle ne çok palamut, lüfer tutardı zamanında. Akşam Vartanuş Teyze sofrayı hazırlarken annem divanda kestirirdi. Sonrası günün en güzel saatiydi. Evin içinde bir hareket başlardı. Eleni kimi akşamlar bizle yerdi. Biz Eleniyle annemi izlerdik. Sanki hepsi dünmüş gibi gözümün önünde. Tel dolaptan iki çiroz alırdı. Mangalda derileri soyulana kadar ısıtırdı. Uskumrunun mavi siyah derileri çıtırdarken çıkan koku sanki İstanbul'un kokusuydu. Yıllar boyunca ne zaman İstanbul aklıma düşse o uskumru çirozunun kokusu tüterdi burnumda. Mangaldan aldığı balıkları tahta havan tokmağıyla güzelce döver, sirkede bekletir, döker tekrar sirke, zeytinyağı ve bol dereotuyla sofraya getirirdi. Vartanuş Teyze sofrayı donatır, Garabet Usta rakıyı açar, gülüp söyleyerek yer içerdik. Annemin belki de tek mutlu olduğu andı akşam sofraları.

Bir akşam yanıma geldi, beni öptü, kokladı. Boynundaki haçı çıkartıp boynuma taktı. Dün gece rüyamda babanı gördüm dedi, çok yalnızmış beni çağırdı. Ben onun yanına gideceğim, sakın merak etme. Vartanuş'la, Garabet anan baban olacak artık senin. Bu kadardı. Ertesi gün denizden dönmedi. Eleniler Atina'ya gittikten birkaç ay sonrasıydı. Çok sürmedi, ustam, Vartanuş Teyze'yle beni alıp götürdü İstanbul'dan. Rosario diye bir şehrine yerleştik Arjantin'in. Boz yeşil bir nehir akardı kenarından. Orada sandalet işine girdik ustamla. İkisi de rahmetli oldu. Önce Garabet babam, geçen yıl da Vartanuş annem. Ayakkabı kralı diye latife ettim demin. Ama zengin olduk çok. MARKE diye marka yarattık annemle babamın adından. El emeği sandaletleri lâ yapıyoruz, ama esas satın aldığımız fabrikada, bizim Gedikpaşa atölyesinde Garabet Ustanın yaptığı modelleri üretiyoruz. Arjantin'de de rugana meraklı çok insan varmış meğer.

Hayat daha doğar doğmaz dövmeye başladı beni. Acılar üst üste birikti yüreğimde. Şimdi çocukluğumdaki eve bakarken hatırladığım en büyük üzüntü Eleni'den ayrılmaktı. Babamı hiç bilmedim, annemin bir gün bırakıp gideceğiniyse hep hissederdim, bir kestiremediğim zamanıydı, hep daha geç olsun diye dua ederdim. Garabet'le Vartanuş ana baba eksikliğini hiç hissettirmediler. Bazen soruyor arkadaşlarım, "Sen Ermeni misin, Türk müsün, Hristiyan mısın, Müslüman mısın" diye. "Ben İstanbulluyum" diyorum onlara. "İstanbul memlekettir. Hepsinden bir parça var. Hatta az Rumluk da vardır bende." Neden tek kimlikle yetineyim ki, bunca zenginlik varken? 

Yağmur hızlandı, gidip Kumkapı meyhanelerine vurayım kendimi bu akşam. Çocukluk arkadaşlarımdan birinin dükkanına giderim. Eleni'nin verdiği resmi dijitalde yeniden yaptırdıydım Arjantin'de. Ona bakar hatırlar, hayal ederim, bir mümkün geçmişten bir mümkün geleceğe hayatlarımızı...

Talat Kırış kimdir?

Talat Kırış, 1961 yılında İstanbul'da Süleymaniye Doğumevi'nde dünyaya geldi. Sırasıyla Ataköy İlkokulu, İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi.

Öğrenciliği sırasında yurtiçi ve yurtdışında kaza cerrahisi ve beyin cerrahisi kliniklerinde staj yaptı. Prof. Dr. Türkan Saylan'la birlikte Van'da lepra hastalığı üzerine saha çalışmalarına katıldı. Konya Devlet Hastanesi Acil Bölümü'nde mecburi hizmetini; 1986-1992 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda ihtisasını tamamladı. Uzmanlık tez çalışmasıyla Beyin Araştırmaları Derneği ve Japon Nörotravma Derneği'nden ödül aldı. Uzmanlık sonrası Kartal Eğitim Araştırma ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde çalıştı.

1995-1996 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri, Arizona, Phoenix'te bulunan Barrow Nöroloji Enstitüsü'nde burslu olarak, kafa kaidesi tümörleri ve beyin damar hastalıkları üzerine üst ihtisas yaptı. İstanbul Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı'nda 1999 yılında doçent, 2006 yılında profesör oldu.

2006 yılında 9. Uluslararası Serebral Vazospazm Kongresi'nin başkanlığını yaptı. Türk Nöroşirurji Derneği Yeterlik Kurulu kurucu üyeliği, Nörovasküler Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Nöroonkoloji Eğitim Öğretim Grubu başkanlığı, Temel Kurslar eş başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, Türk Nöroşirurji Dergisi ve Turkish Neurosurgery dergileri baş editörlüğü, Nöroonkoloji Derneği ikinci başkanlığı ve Türk Nöroşirurji Derneği başkanlığı yaptı.

Avrupa Nöroşirurji Dernekleri Birliği Araştırma Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Akdeniz Beyin Cerrahları Derneği Eğitim Komitesi Başkanı olan Kırış, 2017-2021 yılları arasında Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanlığı yaptı.

Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu'nda Türk Nöroşirurji Derneği'ni temsil eden delege olan Prof. Dr. Talat Kırış, meslek yaşamını Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi ve Koç Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümlerinde sürdürüyor.

Kırış'ın editörleri arasında bulunduğu İngilizce iki kitabı, 100'den fazla kitap bölümü, ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayımlandı; çok sayıda ülkede beyin cerrahisinin çeşitli alanlarında eğitim kursları ve konferanslar verdi, yurtiçi ve yurtdışında eğitim amacıyla çok sayıda beyin cerrahının izlediği canlı ameliyatlar yaptı.

Tıbbiye öğrenciliği yıllarından itibaren 40 yılı aşan öğretim üyeliği ve hekimlik hayatını, 2021'de yayımlanan "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahının Anıları" adını verdiği kitabında anlattı. TEDx ve farklı sosyal platformlarda konuşmaları yayımlanan Kırış, aynı zamanda kıdemli bir denizci olarak Güney Amerika'dan Antarktika'ya kadar uzanan yelkenli seyahatler yaptı, Grönland'da kanoyla Kuzey Kutup dairesi geçiş yaptı. Anılarında hayalini, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kimbilir, kısmet..." sözleriyle paylaştı.

Gençlik yıllarından itibaren yazın dünyasıyla ilgilendi, 1984 yılında Düşün dergisi masal yarışmasında mansiyon kazandı. Argos sanat dergisinde öykü ve denemeleri, Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yazıları yayımlandı. 2012 yılından Yacht Türkiye dergisinde yazmaya başladı.

Ağustos 2019'dan itibaren T24'te düzenli yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"